Episode Transcript
[00:00:00] Speaker A: Kardeşler merhaba. Özgürce'ye hoş geldiniz. Bugün Ramazan Arkan hocamla birlikte kaldığımız yerden devam edeceğiz. Vahiy bölümünün ilk üç kilisesine bakmıştık. Bugün de son dört kilisesine bakacağız. Hoş geldiniz. Hocam tekrardan hoş geldin.
[00:00:11] Speaker B: Hoş bulduk.
[00:00:11] Speaker A: Hocam çok güzel geçti. O ayetlere bakarken çok derinlemesine vahiy bölümüne girdik. Şimdi dört kiliseye bakacağız.
[00:00:17] Speaker B: Biraz daha uzun.
[00:00:18] Speaker A: O bölümler. Fakat öncesinde birkaç sorum var sana. Geçtiğimiz Mart ayında, yanlış hatırlamıyorsam, bir sunumun oldu. Yurt dışında bir paylaşımda bulundun ve aynı zamanda yakın bir zamanda Zoom toplantına oldun. Böyle bir yurt dışı ile bağların var çünkü görevinden dolayı. Türkiye Kiliseler Derneği. Doğru mu?
[00:00:33] Speaker B: Türkiye Protestan Kiliseler Birliği Derneği.
[00:00:35] Speaker A: Onları temsilen bir sunumlarda bulundum. Biraz bilgi verir misin? Ne oldu? Neden böyle bu sunumları yaptın?
[00:00:41] Speaker B: Aslında ben bu sunumların peşinde koşan bir insan değilim pek. Tabii ki içinde bulunduğum pozisyondan dolayı Türkiye Protestan Kiliseleri Birliği'nin başkanlığını yaptığım için şu an birçok organizasyonlar ve Türkiye ile ilgilenen özellikle bazı komisyonlar benimle iletişim kuruyorlar tabii ki. Mart ayında Birleşmiş Milletler Komisyonu'nda aslında bir sunumum oldu. Türkiye'deki protestant kiliselerinin yaşadığı sıkıntılar ve zorluklar üzerine. Biliyorsunuz Türkiye Protestant Kiliseleri Birliği aynı zamanda Avrupa Protestant Kiliseleri Birliği ve Dünya Protestant Kiliseleri Birliği'nin bir üyesi. Tabii ki Dünya Protestant Kiliseleri Birliği'nin yönetim kurulu başkanlarından birisi aradı ve onlarla özel bir görüşmem oldu. Özellikle Türkiye ile yakından ilgileniyorlar. Türkiye'deki bizim yaşadığımız sıkıntılarla ilgili ve bu konuda yardımcı olmak istedikleri için bazı görüşmeler ayarladılar benim için ve aslında şu ana kadar hiç sahip olmadığımız bir fırsat elimize geçti ve Birleşmiş Milletler Dini Özgürlükler Haftası'nda topladığı bir komisyonunda Türkiye ile de ilgili bazı görüşmeleri oldu. O görüşmede beni de konuşmacı olarak çağırdılar ve Mart ayında İsviçre'deki Birleşmiş Milletler Komisyonu'nda Türkiye'deki protestanların yaşadığı sıkıntılardan bahsettim ve daha sonra orada aynı zamanda Amerika Birleşik Devletleri Dini Özgürlükler Komisyonu'ndan da gelen bir heyet vardı. ve o heyet aynı zamanda farklı bir zamanda da gelip benimle görüşme yapmışlardı burada Türkiye'de ve onlar da Türkiye ile ilgili yine bir toplantılarında beni konuşmacı olarak davet ettiler ve bu iki komisyonda da Türkiye'deki protestan kiliselerinin yaşadığı sıkıntılardan bahsettim.
[00:02:23] Speaker A: Birkaç tanesini söyler misin hocam? Ne tür sıkıntılardan bahsediyorsun?
[00:02:26] Speaker B: Türkiye'deki özellikle protestant kiliseleri olarak ilk başta yaşadığımız sıkıntılardan birisi ibadethane sorunumuz. Türkiye'deki protestant kiliseleri maalesef kilise olarak tanımlanmıyor veya kilise olarak kabul edilmiyor. Her ne kadar dernek adı altında, vakıf adı altında bize böyle bir kapı açsalar da, yasal bir kapı açsalar da şu an Türkiye'deki bütün protestant kiliseleri aslında sadece bir dernek ya da bir vakıf olarak faaliyet gösterebiliyor ve hiçbir zaman kilise olarak bir kimliğimiz yok. Bu da tabii ki birçok sorunlar ortaya çıkartıyor. Mesela ibadethane sorunu gibi. Mesela bizim kiliselerimiz kilise olarak tanımlanmıyor ve daha çok vakıf veya dernek binası olarak tanımlanıyor ve bundan dolayı da bazen sıkıntılar yaşayabiliyoruz. Bazen işte bazı otoriteler gelip ya siz burada ibadet edemezsiniz, burası bir kilise değil, burası bir dernektir, burası bir vakıftır diye bazı sıkıntılar çıkartabiliyorlar. Onun dışında aynı zamanda yaşadığımız en büyük sorunlardan birisi biz Türkiye'de varız, var olan bir topluluğuz. Her ne kadar dini bir azınlık olsak da azımsanmayacak kadar da aslında kişilerin inandığı bir inancı temsil ediyoruz ve dolayısıyla biz bu inancımızı yaşamak için ve aynı zamanda kiliselerimize gelen bu insanları daha da iyi bir şekilde teşvik edip yetiştirebilmek için bizim pastörlere veya kilisede çalışan insanlara ihtiyacımız var. Dolayısıyla birincisi bu kişiler yani ben mesela resmi olarak bir pastör olarak tanınmıyorum yani bir din adamı olarak tanınmıyorum ve böyle bir kimlik sorunumuz var. Aynı zamanda biz bundan sonraki nesilleri yetiştirebilmek için bir pastor ya da diyakon ya da bunun gibi kilise görevleri yetiştirebileceğimiz bir ilahiyat okulu Türkiye'de açamıyoruz. Yani yasal olarak bu yasak ve dolayısıyla biz kiliselerimizde ancak kişileri bir din adamı olarak yetiştirebiliyoruz ya da yurt dışında bu kişiler gidip Yani bir şekilde eğitimler alarak gelip burada hizmet edebiliyorlar. Bu da çok ciddi bir sorun aslında. Yani biz kendi din adamlarımızı ya da kilise görevlerimizi yetiştirebileceğimiz bir İncil Okulu ya da İlahiyat Okulu açamıyoruz. Onun dışında aslında yaşadığımız en büyük sorunlardan birisi özellikle bu son 5 sene içerisinde Türkiye'de protestan kiliselerine katılan birçok yabancı kardeşlerimiz şu an maalesef Türkiye'de kod aldıkları için yani kod demek ne demek? Yani Türkiye'de özellikle 2019'dan beri yaklaşık 178 tane yabancı N82 kodu ya da G87 kodu aldılar. Yani bu kod nedir? Türkiye'nin ulusal güvenliğine tehdit kodu. Bu kişiler Türkiye'nin ulusal güvenliğine tehdit olarak algılanarak yurt dışı ediliyorlar ve ya da yurt içine girmeleri engelleniyor. Yani bu kişilere baktığın zaman bu kişiler aslında trafik cezaları bile olmayan insanlar. Yıllardır Türkiye'de yaşamış, Türkiye'de işte şirket kurmuş, işleri olan, aile bağları olan, yıllarca bu ülkede yaşamış ve aynı zamanda birçok ilişkiler geliştirmiş olan kişiler. Ve özellikle bu son 5 yıl içerisinde birçok kişi böyle aileler kod alarak Türkiye'ye girişleri engellendi. Bu da tabii ki Türkiye Protestan Kiliselerine ciddi bir aslında sıkıntı getiriyor. Çünkü biz Türkiye Protestan Kiliseleri olarak çok fazla böyle hizmetkarlarımızın yani ücretli maaş vererek hizmetkarlarımızı çalıştırabilecek bir şeye sahip değiliz. Dolayısıyla bizim bütün kiliselerdeki hizmetlerimiz aslında gönüllüler tarafından yapılıyor. yapılıyor ve bu kardeşler de aslında bu kilise hizmetinde çok ciddi bir şekilde gedik kapatan yardımcı olan insanlardı ve bir şekilde görülüyor aslında bu yani Türk kiliseleri büyüyor, kiliseler gelişiyor ve bu kiliselerin gelişimini biz nasıl engelleyebiliriz? hani gelip kiliseleri bir şekilde kapatamıyorlar çünkü bu yasaya aykırı o zaman gelişimini engellemek için o zaman sebeplerden birisi de nedir gelişimin? Yabancıların bu kiliselere verdikleri maddi ve manevi destekler. Dolayısıyla biz bu yabancıları bir şekilde kod verip hani ülkeye girişlerini engellersek o zaman Türklerin de Türk kiliselerinin de işte gelişimini engelleriz düşüncesiyle bu kardeşlere kod verildi ve bunların gidişiyle Türkiye protestant kiliseleri ciddi aslında sıkıntılar yaşıyor şu an hizmetlerini sürdürebilmek için ve sadece kiliseler sıkıntı yaşamıyor bu kod alan insanlar da sıkıntı yaşıyor çünkü bu kod alan kişiler bu ülkede kimi ev almış kimi iş yeri açmış. Kimi çocukları işte burada doğmuş, büyümüş. Bazılarının çocukları hatta Türklerle evlenmiş. Bu kod alan kişilerin içerisinde Türklerle evli olan yabancılar da var. Yani bu kişilerin hayatları aslında mahvedildi. Düzenleri bozuldu ve aynı zamanda çok ciddi maddi, manevi ve psikolojik sıkıntılara maalesef maruz bırakıldı bu insanlar ve bundan dolayı da hem onlar hem de Türk kiliseleri ciddi bir sıkıntı yaşıyor. Bu gerçekten Türkiye'ye baktığım zaman beni üzen bir durum. Yani çünkü anayasaya baktığımız zaman bizim bu hakkımız var. İnancımızı yaşama ve duyurma hakkımız var. Tamam belki bu bazı kişilerin hoşuna gitmeyebilir ama anayasal bir hakkımız bu.
[00:07:50] Speaker A: Doğru.
[00:07:51] Speaker B: Ve biz de bu hakkımızı mümkün olduğu kadar yaşamak istiyoruz. Aslında biz Türkiye'deki Hristiyanlar olarak diğer insanlardan farklı bir ayrıcalık beklemiyoruz. Bir ayrıcalık istemiyoruz. Yani biz diyoruz ki ya biz kendi inancımızı yaşayalım, biz kendi inancımızı duyuralım. Kimseyi baskılamıyoruz, kimseyi zorlamıyoruz ama insanlar kiliselere gelmeye başladığı zaman, kiliseler büyümeye başladığı zaman tabii ki bu bazı kişilerin veya kesimlerin hoşuna gitmiyor. Ondan dolayı da birçok sıkıntılara ve sorunlara maruz kalabiliyoruz. Bu yedi kiliseye baktığımız zaman onların da aslında karşılaştığı sıkıntılar gibi yani günümüzde.
[00:08:32] Speaker A: Var o anlamda. Hocam son bir soru olarak kapatalım bu konuyu da ama son merak ettiğim konulardan bir tanesi şu. Dinleyenler eğer özellikle Hristiyan değillerse akıllarına gelen soru, kardeşim gidip ülkemizi sen de Türk vatandaşısın, Sivaslısın gidip ülkemizi bu kafirlere, yavruların önünden neden şikayet ediyorsun? Sanki böyle bir dışarıdaki birileriyle iş birliği içinde gibi görebiliyorlar. Elbette bizim amacımız sadece kendi hakkımızı, anayasal hakkımızı yaşamak. Ekstra bir şey istemiyoruz dediğin gibi. Fakat insanlar ister istemez bunu algılayacak. Onlara cevabın nedir?
[00:09:03] Speaker B: Onlara cevabım şu, bunu yapan sadece biz değiliz.
Yani birincisi bu. Bunu aynı zamanda birçok diğer kesimler de yapıyor. Gerek politik olsun gerek kültürel olsun farklı yaşayan topluluklar Türkiye'de ve aynı zamanda birçok aslında İslami kuruluşlar da bunu yapıyor. Biz sadece Hristiyanlar olarak bunu yapmıyoruz. Onlar da ne yapıyorlar? Anayasal haklarını kullanarak Türkiye'nin şu an Türkiye'deki yaşadıkları sıkıntıları burada çözemedikleri için Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne ya da Birleşmiş Milletler'e ya da bunun gibi yerlere götürerek seslerini duyurmaya çalışıyorlar. Bizim yaptığımız aslında budur. Biz yanlış bir şey yapmıyoruz. Bu ülkede yaşayan şu anda bile liderlik yapan milletvekili olmuş ya da belirli bakanlıklara gelmiş olan birçok insanlar bile zamanında yaşadıkları bazı yasal sıkıntıları Türkiye'de çözemedikleri için Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne ya da bunun gibi götürdüler yani şikayet ettiler ve seslerini duyurmaya çalıştılar. Çünkü Türkiye bu antlaşmaları kabul eden bir ülke. Gerek Birleşmiş Milletleri'yle yapılan anlaşmalar, gerek Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'yle yapılan anlaşmaları kabul eden bir ülke ve bu bize tanınan anayasal bir hak. Yani ben gidip sağda solda ülkemi kötülemiyorum. Tam tersine ben ülkemi çok seviyorum ve ben zaten bu ülkede yaşamak istediğim için ve bu ülkede bu inancımı özgür bir şekilde diğerlerinden ayrıcalıklı bir hak isteyerek değil ama onlar gibi yani yaşamak istediğim için bir mücadele veriyorum. Sesimi duyurmaya çalışıyorum.
[00:10:41] Speaker A: Doğru. Aslında sesimiz duyulsa gerek kalmayacak.
[00:10:44] Speaker B: Aslında yapmak istediğimiz zaten bu. Biz mesela Türkiye Protestan Kiliseleri Birliği olarak defalarca aslında yaşadığımız bu sıkıntıları ve sorunları bu ülke içerisinde çözmek için yetkililere ulaşmaya çalıştık. Yetkililerle konuşmak, sorunlarımızı, şikayetlerimizi dile getirmek için onlardan randevular istedik. Ama bizim çaldığımız her kapı hemen hemen yüzümüze kapanan kapılar oldu. ve görmezlikten geldiler, duymazlıktan geldiler. Hiçbir şekilde yani bizi ve bizim sıkıntılarımızı çözmek için herhangi bir ne adım attılar ne de duymak istediler. Dolayısıyla biz de hani sesimizi duyurabilmek için ne yapıyoruz? Bazen bunun gibi haklarımızı kullanıyoruz.
[00:11:29] Speaker A: Kesinlikle, kesinlikle. nedeni var. Öylesine yapılan bir şey değil bu.
[00:11:33] Speaker B: Yani durduk yere burada çözüm varken biz çözümü gidip de dışarıda arayan insanlar değiliz.
[00:11:39] Speaker A: Dileriz. Dileriz Türkiye için de çözülür bu olaylar. Yani dileriz insanlar gerçekten dinler. Sonuçta biz de bu ülkenin vergi veren halkıyız. Vergi ödeyen bir halkıyız. Elimizden geldiği kadar ülkeye yararlı evlatlar yetiştirmeye çalışan insanlarız.
[00:11:51] Speaker B: Ya bak mesela bu değindiğin nokta çok önemli. Konu vergiye gelince konu işte vatandaşlık görevlerimize gelince bizden bütün bunlar yapılması bekleniliyor ve alınıyor ama sorunlarımıza gelince yok. Hani biz bunları duymak istemiyoruz.
[00:12:09] Speaker A: Ne yazık ki hocam ülkede o grupta olan insanların sayısı çok çok arttı o yüzden.
[00:12:13] Speaker B: Yani.
[00:12:13] Speaker A: Ne yazık ki böyle bir zor bir dönemdeyiz ama Rab bereketlesin ülkemize esenlik getirsin. Ve egemenliği buraya da gelsin.
[00:12:20] Speaker B: Zaten istediğimiz de o. Bizim istediğimiz bu ülkede yani bu ülkenin esenliği, bu ülkenin huzuru. Kutsal kitapta çok güzel bir ayet var. Eski antlaşmada Tanrı halkına diyor ki içinde yaşadığınız diyor o ülkenin esenliği için diyor. Dua edin çünkü onun esenliği sizin de esenliğinize bağlı.
[00:12:39] Speaker A: Kesinlikle.
[00:12:39] Speaker B: Biz bu ülkenin zenginleşmesini isteriz. Biz bu ülkenin daha da ilerlemesini, güçlenmesini isteriz. Biz bu ülkenin gerçekten büyümesini isteyen insanlarız. Biz ülkemizi seviyoruz. Biz ülkemiz için yani her şeyi de yaparız ama yani biz Hristiyanız. Yani Hristiyan olduğumuz için bize bazen farklı bir gözle bakılıyor. Oysa ki biz de bu ülkenin vatandaşıyız ve bu ülkeyi seven insanlarız. Kim yaşadığı ülkenin kargaşalık içerisinde ya da fakirlik içerisinde ya da zor bir durumda olmasını ister ki?
[00:13:14] Speaker A: Doğru. Doğru, doğru, doğru. Rab yönlendirsin. O zaman konumuza bakalım hocam. Şimdi geri dönelim. Vahiy 2'deyiz. Tiyatira ile başlıyoruz. Yine aynı şekilde ilk başta pozitif varsa pozitife, ondan sonra hangi anlamda değişmeleri gerekirse ona bakacağız ve son olarak da vaadine. Tiyatiradaki kilisenin meleğine yaz. Gözleri alev alev yanan ateşe, ayakları parlaktunca benzeyen Tanrı'nın oğlu şöyle diyor. Yaptıklarını, sevgini, imanını, hizmetini, sabrını biliyorum. Son yaptıklarının ilk yaptıklarını açtığını da biliyorum. Ne var ki? Bir konuda sana karşıyım. Kendini peygamber diye tanıtan İzabel adındaki kadını hoşgörüyle karşılıyorsun. Bu kadın öğretisiyle kullarımı saptırıp fuğuş yapmaya, putlara sunulan kurbanların etini yemeye yöneltiyor. Tövbe etmesi için ona bir süre tanıdım ama fuğuş yapmaktan tövbe etmek istemiyor. Bak, onu yatağa düşüreceğim. Onun yaptıklarından tövbe etmezlerse, onunla zinadenleri de büyük sıkıntılarının içine atacağım. Onun çocuklarını salgın hastalıkla öldüreceğim. O zaman bütün kiliseler, gönülleri ve yürekleri denetleyenin ben olduğumu bilecekler. Her birinize yaptıklarınızın karşılığını vereceğim. Ama size, yani tiyatir aradaki bulunan öbürlerine bu öğretiyi de benimsememiş, şeytanın sözde derin sırlarını öğrenmemiş olanların hepsine şunu söylüyorum. Ben gelinceye dek sizde olana sımsıkı sarılın. Üzerinize bundan başka bir yük koymuyorum. Ben babamdan nasıl yetki aldımsa, gelip gelene, yaptığım işleri sonuna dek sürdürene uluslararası üzerinde yetki vereceğim. Demir çomakla güdecek onları, çömlek gibi kırıp parçalayacaktır. Galip gelene sabah yıldızında vereceğim. Kulağı olan ruhun kiliselere ne dediğini işitsin. Yine tiyatıra da öyle başlıyor hocam, bir pozitif var. Yaptıklarınızı, sevgini, imanını, hizmetini, sabrını biliyorum. Ve diyor ki son yaptıklarının, ilk yaptıklarının aştığını da biliyorum.
[00:14:55] Speaker B: Tiyatıra da aslında diğer kiliselere baktığımız zaman önemli bir şehirdi. Bugünkü Akkisar ilçesinde bulunan bir kilise. Tiyatıra da aslında o döneme baktığımız zaman çok ciddi bir ticaret merkeziydi ve birçok inançların aslında harmanlandığı bir şehirdi ve buradaki kilisede iman, sevgi ve hizmet konusunda, sabır konusunda aslında Tanrı'nın övgüsünü alan bir kilise. İmanları, sevgisi, Tanrı için yaptıkları hizmet gerçekten Tanrı'nın gözünde değerli. Yani şeye baktığım zaman bu beni çok teşvik ediyor. Tanrı aslında yaptıklarımızı gören bir Tanrı. Kendisi için, egemenliği için yaptığımız hizmeti fark eden bir Tanrı ve Bunu da burada dile getiriyor ve bu kiliseyi aslında motive ediyor. Yani bu kiliseyi aslında övüyor. Tanrı sadece bizim kötü yanlarımızı görmüyor ama iyi yanlarımızı da görüp bunları aslında teşvik etmek için kullanan bir Tanrı ve burada bu kilisenin ne kadar sevgi konusunda, iman konusunda, hizmet konusunda, sabır konusunda ilerleyen bir kilise olduğunu görüyoruz ve aslında iyiye doğru giden bir kilise. Yani çünkü diyor ki son yaptıkların ilk yaptıklarına göre daha da çok diyor. Yani gerçekten büyüyen, gelişen bir kilise ve o yüzden de övgüyü hak eden bir kilise özellikle iman ve sevgi konusunda yani demek ki yaptıkları sadece dini bir uygulama değil, bir sevap kazanmak için yapılan şeyler değil aslında imandan ve sevgiden kaynaklanan Tanrı'ya olan imanları ve sevgilerinden dolayı bütün bu hizmetleri yapan bir kilise olduğunu görüyoruz ve bu da bence çok önemli ve değerli bir düşünce ama burada tabii ki diğer kiliselerde olduğu gibi bu kilisenin de yaptığı bir yanlışlık var. O da nedir? İzabel adında kadının aslında öğretisini ve uygulamasını sadece öğretisi de değil yani bu kiliseye aynı zamanda bu uygulamanın girdiğini de görüyoruz. Onu hoş gördüğünü ve bu aslında bu kilise için tehlikeli bir şey olarak İsa onları uyarıyor Yuhanna aracılığıyla ve bunları bırakmalarını, bundan dönmelerini istiyor. Bazen bu aslında çok önemli bir şey. Bugün de baktığımız zaman hani dedik ya geçtiğimiz, yaptığımız programda bazen dışarıdaki öğretiler kiliseye girmeye başladığında aslında bu kilise için bir tehdit. Burada da dışarıdaki o kültürün kiliseyi nasıl etkilediğini görüyoruz. Bugün de kilisenin içerisinde bazen insanların dünyadaki gibi yaşadıklarını Fark edebiliriz, görebiliriz. Dünyaya baktığımız zaman mesela bazen ne kadar çok boşanmaların olduğunu görüyoruz değil mi? Yani maalesef bu bazen kiliselerimizde de gördüğümüz bir şey. Oysa ki bizim dünyadan farklı olmamız lazım.
[00:17:38] Speaker A: Biz çağrıldık, farklı bir şekilde yaşama çağrıldık, farklı bir krallığa çağrıldık.
[00:17:43] Speaker B: Onun dışında işte kadın erkek ilişkilerinde, evlilik harici ilişkilerin ne kadar hoş görüldüğünü bazen görebiliyoruz. Ya işte ben özgür bir insanım, ben işte yetişkin bir insanım, o da bende istedikten sonra kim karışabilir ki? Doğru yani biz dünyanın bu düşüncesine, bu yaşam tarzına karışamayız. Bu bizim haddimiz değil. Ama bu kilisenin içerisine girmeye başladığında kilisenin aslında uygulaması gereken şey nedir? Rabbin sözüdür. Yani Rab'in sözüne baktığımız zaman Rab bu konuda ne söylüyor? Yani o yüzden bunun gibi uygulamaları hoş görmemek lazım kilisenin içerisinde. Burada aslında buna da biraz girmek de lazım. Sevgi göstermek demek hoş görmek demek değildir. Yani her şeyi hoş göremezsin.
[00:18:31] Speaker A: Doğru. İnsanı sevebilirsin ama onun yaptıkları ve onun düşüncelerini hoş görmek demek onu kabul etmeye kadar gidebiliyor burada olduğu gibi.
[00:18:39] Speaker B: Yani tıpkı Tanrı ile olan ilişkimizde olduğu gibi Tanrı yani herkesi seviyor. Her yarattığı insanı seviyor Tanrı. Tanrı her yarattığı insanla ilişki kurmak istiyor. Ama Tanrı her insanı seviyor fakat insanın yaptıklarını da seviyor diyemeyiz. Yani Tanrı insanı kabul ediyor ama günahını kabul etmiyor. Tanrı insanı seviyor ama günahtan nefret eder diyor Kutsal Kitap. Dolayısıyla bizim de imanlı olarak bakış açımız tıpkı bunun gibi olmalı. Tanrı'nın gözünden bakmalıyız, onun yüreğinden bakmalıyız. Evet biz insanları sevmeliyiz, insanları hoş görmeliyiz ama onların yaptıklarını hoş görmek zorunda değiliz.
[00:19:20] Speaker A: Gerçekten öyle. Gerçekten orada yanlış anlaşılmasın. Elbette dediğim gibi yani dünyaya bakış açımızda elbette doğru vardır, yanlış vardır. Fakat bunun içeriğe girmesi, yavaş yavaş sızması bu hoşgörüyle oluyor. Bu kişiyi, sahte peygamberi hoşgörüyle karşılıyorlar ve bu kadın öğretisiyle kullarımızı saptırıp fuğuş yapmaya, yani dediğim gibi öğreti ve uygulamaya geçiyorlar. Fuğuş yapmaya, putlara sunulan kurbanların etini yemeye yöneltiyor. Kendisi değişmesi yerine etrafındaki halk bu sefer ona uymaya başlıyor. Tanrı bizi de çağırdığında şey demiyor, tamam özgür, mükemmel ol gel demiyor.
[00:19:50] Speaker B: Evet.
[00:19:51] Speaker A: Kabul ediyorum seni ama seni de öyle bırakacak kadar da kötü bir baba değilim. Seni değiştireceğim." Tanrı sevdiği kulunu disipline eder. Bu nedenle değişmesi gereken kişi, tövbe etmesi gereken kişi, 21'de diyor, tövbe etmesi için ona bir süre tanıdım ama fuhuş yapmaktan tövbe etmek istemiyor.
[00:20:05] Speaker B: Tanrı'nın aslında söylediği şey bu. Demin de izah ettiğimiz gibi Tanrı insanı seviyor. Ama günahını sevmiyor ve Tanrı Hezekel'de diyor zannedersem 34. bölümde, Tanrı diyor hiçbir günahkarın ölümünden diyor zevk almaz. Günahından diyor zevk almaz. Tanrı diyor her bir günahkarın günahlı yollarından dönüp tövbe etmesini ister diyor. Yani burada aslında Tanrı'nın yüreğini görüyoruz. Tanrı'nın yüreği nedir? Tövbe etmesi. Tanrı yine kabul etmek istiyor. Hani kapıyı kapatmıyor. Artık seninle işim bitti demiyor. Yani tövbe et. Düştüğün yerden kalk ve geri dön.
[00:20:40] Speaker A: Doğru. Direkt yani kiliseyi bölmeye doğru giden kişi için bunu yapıyor. Onun için yapıyorsa herkes için de aynı şekilde geçerli.
[00:20:46] Speaker B: Ve burada şunu da görüyoruz yani aslında tövbe ne kadar önemli. Tanrı bu insanları yok edebilir, Tanrı bu kiliseyi yok edebilir ama hayır yani hala aslında kucağı açık, kapısı açık ama tövbe edip gelmesini bekliyor. Ve bu da aslında çok önemli bir nokta burada çünkü Tanrı'ya biz dönmek istiyorsak Tanrı bizi her zaman kabul eder ama biz silahlarımızı ona teslim ettiğimiz zaman ve tövbe edip tekrar geldiğimiz zaman ve burada bu tövbe aslında Tanrı'nın çağrısı sevgisinden kaynaklanıyor. Çünkü biliyor ki Tanrı eğer kilisesi ya da halkı ya da kişi bireysel olarak da kendi hayatlarımızda uyguladığımız zaman biz eğer tövbe etmezsek işlediğimiz o günahın ya da içinde bulunduğumuz o durumun bizi daha ciddi nasıl sıkıntılarının içerisine sokacağını, bize nasıl zarar vereceğini ve bizi nasıl olumsuz bir şekilde etkileyeceğini biliyor. Yani günah tıpkı bir kanser gibidir. Eğer tedavi edilmezse zamanla her yere yayılır ve ölümcül bir şekilde sonuçlanır ve Günahın da aslında imanının hayatına yaptığı şey budur ve Tanrı sevdiği için, mahvolmamızı istemediği için tövbeye bizi yöneltiyor.
[00:22:02] Speaker A: Evet, evet. Burada o gruptan sonra yani uyarıyor onları, yargının geleceğini söylüyor. 24 ve 25. ayette ise farklı bir gruba dönüyor. Yine aynı kilisede. Bir grup kabul etmiş ama kabul etmeyen gruplar da var kilisenin içine ve diyor ki öbürlerine bu öğretiyi benimsememiş, şeytanın söze derin sırlarını öğrenmemiş olanların hepsine şunu söylüyorum, ben gelinceye dek siz de olana sımsıkı sarılın.
[00:22:25] Speaker B: Evet, bu da aslında bana teşvik veren bir şey. Kilisenin yani tamamen tek bir yöne giden bir kilise olmadığını görüyoruz. Yani kilisenin içerisinde yani her ne kadar sıkıntılar, kötü kokular çıksa da yani belki kötü şeylere yönelenler, yanlış öğretilere yönelen insanlar da olsa sadık olan kişiler de var. Aslında baktığımız zaman Tanrı o sadık olan kişiler aracılığıyla da bu kiliseyi değiştirmek ve lütfunu göstermek istiyor. Bu bana aslında teşvik veriyor tıpkı Nuh'un günlerinde olduğu gibi. Şeye bakıyorum ben mesela bazen onu karşılaştırıyorum. Nuh'un gemisine baktığın zaman Nuh'un gemisinde mesela sadece 8 kişi kurtuldu değil mi? İman edip 8 kişi kurtuldu. Nuh mesela o gemideyken çok rahat bir hayatı mı vardı? Hayır. Yani orada hayvanların sesi, o hayvanların kokusu yani çok aslında rahatsız edici bir ortam. Ama Nuh ve ailesi yine de o sıkıntılara, o zorluğa, o kötü kokulara rağmen, o rahatsız edici seslere rağmen orada kaldılar. Neden? Çünkü dışarıda ölüm var. Anlatabiliyor muyum? Yani burada da bunu görüyoruz. Aslında bugün de kiliselerimizde Bazen insanlar ya kilisede şu var deyip ayrılıyorlar, kilisede bu var deyip ayrılıyorlar. Aslında biz her ne kadar bazen kötü kokular, kötü sesler duysak da o kilisede kalıp yani Tanrı'ya sadık bir şekilde yaşayarak oradaki canları değişmesi için ve kilisenin değişmesi için orada da tanık olmalıyız, orada da sadık kalmalıyız.
[00:23:57] Speaker A: Amin. Son kapatacak olursak da 26. 28. ayetlerde çok ilginç bir şey diyor İsa Mesih diyor ki ben babamdan nasıl yetki aldımsa galip gelene yaptığım işleri sonuna dek sürdürene ulusların üzerinde yetki vereceğim. Ve demir çomakla güdecek onları çömlek gibi kırıp parçalayacaktır. Galip gelene sabah yıldızında vereceğim. Kulağı olan ruhun kiliselere ne dediğini işitsin. Burada da dikkatimi çeken yine İsa Mesih'in o kendi yetkisini, kendisinin onlarla olan birlikteliğini devam ettirdiğini. Yani ben tamam bunlara karşıyım, onları yargılayacağım. Hatta bu hayatta yargılayacağını söylüyor. Yani sonraya beklemek yok. Fakat diğerleri sadık kalanlarda da onlara da yetki vereceğim. Onları da güçlendireceğim. Bu anlamda büyük bereket. İkisi de aynı kilisenin içinde. İki grupta bir yan yanalar. Önemli olan hem bireysel olarak hem de elimizden gelince o topluluk halinde Tanrı'ya sadık bir şekilde yaşamak, O'nun sözlerine sadık kalmak.
[00:24:46] Speaker B: Mesih'in yetkisi ve otoritesi altında olmak yani aslında burada verilen o başka bir yetki değil, başka bir otorite değil. Kilisenin içerisinde egemen olması gereken Mesih'in yetkisi ve Mesih'in otoritesidir. Yani o otoriteyle aslında bu sadık olan kişilere sesleniyor. Yani bu otoriteyle kiliseyi yönlendirin, bu yetkiyle kiliseyi yönlendirin ve hizmet edin ve Tanrı'yla ilişkinizde sadık kalın diye.
[00:25:12] Speaker A: Böyle bir vaatle de bırakıyoruz. Bir sonraki kiliseye geçelim o zaman. Sart. Salihli'deki Sart Köyü'ndeki kiliseden bahsediyoruz burada. Sart Dayı kilisenin meleğine yaz. Tanrı'nın yedi ruhuna, yedi yılıza sahip olan şöyle diyor. Yaptıklarını biliyorum. Yaşıyorsun diye ad yapmışsın ama ölüsün. Uyan. Geriye kalan ve ölmek üzere olan ne varsa güçlendir. Çünkü yaptıklarının Tanrımın önünde tamamlanmamış olduğunu gördüm. Bu nedenle neler yaldığını, neler işittiğini anımsa. Bunları yerine getir. Tövbe et. Eğer uyanmazsan hırsız gibi geleceğim. Hangi saatte geleceğimi hiç bilemeyeceksin. Ama sarta, aranızda giysilerini lekelememiş birkaç kişi var ki beyazlar içinde benimle birlikte yürüyecekler. Çünkü buna layıktırlar. galip gelen böylece beyaz giysiler giyecek. Onun adını yaşam kitabından hiç silmeyeceğim. Babamın ve meleklerinin önünde o kişinin adını açıkça anacağım. Kulağı olan ruhun kiliselere ne dediğini işitsin. En sevdiğim kiliselerden bir tanesi bu şey olarak ziyaret ettiğinde ama...
[00:26:10] Speaker B: Yani şeye baktığımızda da dedik ya başlangıçta İsa özellikle iki kiliseyi bu yedi kilisenin arasına baktığımız zaman iki kiliseyi uyarmıyor. İki kilisenin hep övdüğünü görüyoruz. ve iki kiliseye de hiç övgü vermediğini görüyoruz. Ve Sarth Kilisesi de aslında bunlardan birisi. Yani burada aslında kiliseye baktığı zaman Tanrı'nın övecek bir şey bulamadığını görüyoruz. Yani bu da aslında üzücü bir şey. Ve Sarth şehri de aslında çok zengin bir şehirdi. ve kayalıkların üzerine dağın tepesine kurulmuş bir şehir ve aslında yedi kiliseye baktığımız zaman bazen Tanrı'nın burada o kiliseye verdiği mesaj biraz şehrin özelliklerini de içeren bir mesaja dönüşüyor ve şehrin özelliklerini de kullanarak Tanrı o şehirde yaşayan insanlara kiliseye bir mesaj veriyor. Sart kilisesi de Sart şehri de tepeye kurulmuş ve gerçekten büyük duvarları olan, surları olan bir kiliseydi ve aslında fethedilmesi zor bir kiliseydi. Ama tarihe baktığımız zaman MÖ 3. ve 6. yıllarda bu şehrin fethedildiğini görüyoruz. Çünkü aslında kendi şehirleriyle o kadar gurur duyuyorlardı ki kimsenin orayı fethedemeyeceğine inanıyorlardı. O yüzden de askerler aslında pek nöbette durmazlardı. Fakat şehrin aynı zamanda gizli bir bölgesi olduğunu, girmek için gizli bir bölgesi olduğunu biliyoruz ve bir gün askerler bunu fark ediyorlar ve o gizli bölmesinden girerek aslında şehri... Hiç beklemedikleri bir anda. Hiç beklemedikleri bir anda, nöbetçilerin uyuduğu bir anda çünkü duvarlara güveniyorlar, şehrin fethedilmez olduğuna güveniyorlar. Ve böyle bir güven içerisinde artık nöbet bile tutmuyorlar yani düşün uyuyorlar ama bir anda bir bakıyorlar ki şehir fethedilmiş ve düşmüş birçok kişi orada zarar görüyor ve bu özelliğini de kullanıyor. Yani buraya baktığın zaman Sart Kilisesi'ne bunu yazdığı zaman o şehirde yaşayan imanlılar O tarihi bildiği için aslında Tanrı'nın burada ne demek istediğini de çok iyi bir şekilde anladılar. Yani zengin bir kilise, gerçekten her imkanı olan belki bir kilise, burada da diyor yaşıyorsun diye ad yapmışsın ama ölüsün. Aslında dışarıdan bakıldığı zaman gerçekten güçlü işler yapan, hizmetler yapan adı, ünvanı gerçekten büyümüş bir kilise. Belki bugün insanlara sorsanız şu kilise nasıldır, bu kilise nasıldır diye insanlar çok güzel şeyler söyleyebilirler kiliselerimiz hakkında ya da bireysel olarak bizim hakkımızda özgür nasıl biridir diye sorsan belki çok güzel şeyler söyleyen insanlar olabilir. Aslında insanların ne söylediği önemli değil. Önemli olan Tanrı'nın ne söylediğidir. Çünkü Tanrı her şeyi gören, bilen bir Tanrı. Yani bugün sen ve ben ya da kiliselerimiz yaptıklarımızla, yaşamımızla, hizmetimizle belki birçok kişiyi kandırabiliriz. Sahte ünvanlara sahip olabiliriz, ulaşabiliriz. Çok güçlü bir imanlı, çok güçlü bir kilise olarak gözükebiliriz. Ama asıl soru Tanrı bize baktığı zaman da aynı şekilde görüyor mu? Tanrı bize baktığı zaman da gerçekten evet ya özgür yaşadığı gibi birisidir. Yani ben ondan hoşnutum, onun imanından, onun sevgisinden, onun hizmetinden, yaptıklarından hoşnutum ve bu iki yüzlü değil gerçekten yüreğinden gelen bir hizmet mi? Aynı şekilde kiliselerimizde yoksa sadece dışarıda yarattığımız bir ünvan mı?
[00:29:55] Speaker A: İnsanların övgüsünü almak için, iyi görünmek için.
[00:29:57] Speaker B: Yani bugün dünyaya baktığımız zaman birçok ünlü kiliseler görüyoruz değil mi? Birçok güçlü işler yapan kiliseler görüyoruz, güçlü işler yapan insanlar görüyoruz. Ama aslında onu Tanrı'ya sormak lazım. Tanrı onları nasıl görüyor? Tanrı o kiliseleri nasıl görüyor? Çünkü burada Sark Kilisesi'ne söylediği bu çok iyi bir ün yapmış. O dönemdeki diğer kiliseler tarafından, imanlılar tarafından iyi gözüken, güçlü işler yapan bir kilise ama Tanrı ne diyor? Ölüsün diyor. Tanrı'nın gözünde aslında ölü bir kilise. Ben aslında bir pastor olarak bu benim için aslında çok ciddi bir uyarı. Kilisem için çok ciddi bir uyarı. Biz bugün de kilise olarak çok güçlü işler yapıyoruz. Antalya İncil Kiliselerini. Türkiye'de sorduğun zaman birçok kiliseler bizim kilisemiz hakkında çok güzel şeyler söylüyor ama aslında en önemli şey Tanrı bizim hakkımızda ne söylüyor? Tanrı benim hakkımda ne söylüyor? Bence o yüzden dikkat etmemiz gereken çok önemli bir uyarı ve Tanrı burada zaten bu kiliseye de bir uyarı veriyor bunu. Sevgiyle uyarıyor ve diyor ki uyan, uyan. Geride kalan ve ölmek üzere olan ne varsa güçlendir. Yani tamamen daha ölmemiş demek ki hala bir hayat var. Tanrı hala o kiliseye baktığı zaman bir şeyler görüyor ve o onları canlandırmasını yani o yarım bıraktıkları işleri tamamlamasını istiyor özellikle burada ikinci ayete baktığımızda ve uyan çağrısı yapıyor aslında bu çok önemli bir şey bizler de bunu dikkate almalıyız bakmalıyız hayatımızda yani gerçekten uyanmamız gereken nereler var? Yani hani uykuda olan insan trafında neler olup bittiğini bilemez. Eğer benim gibi de uyuyorsan hiç bilemez. Yani benim mesela eşimin en çok şikayet ettiği konulardan birisi budur. Ben uykuya daldığım zaman Kolay kolay uyanan bir insan değilim. Kulağımın dibinde davul da çalsan yani ben o seste bile uyuyabilirim yani. Ama eşim benim öyle değil. En ufak bir seste hemen uyanıyor. Yani hemen kalkıyor ve bazen beni kıskanıyor tabii ki bu konuda. Yani burada da aslında bunu ruhsal şeye uyarlayabiliriz. Yani bazen içinde bulunduğumuz şeylere o kadar çok alışıyoruz ki o kadar derin bir uykuya ruhsal bir uykuya dalıyoruz ki Tanrı aslında sesleniyor sesleniyor ama uyanmıyoruz. Yani o yüzden Tanrı burada ciddi bir uyarı getiriyor bu kiliseye ve diyor ki yani bir gün hırsız gibi geleceğim.
[00:32:31] Speaker A: Ben de ona değinecektim. O şey gibi, o kaledeki olay aslında bir nevi ona değiniyor. Yani hiç beklemediğiniz bir anda geleceğin hırsız gibi gelmek, İsa Mesih de bunu kullanıyor. Daha önce kullanıyor, yine burada tekrar ediyor. Öyle bir zamanda geleceğin ki hiç beklemediğin bir anda. Çünkü biz devamlı ne yapıyoruz? Şey gibi böyle, tamam şimdi mi gelecek? Savaş oldu. Şu oldu. Devamlı soruyorlar. İsa Mesih ne zaman gelecek? Mehdi ne zaman gelecek diye. Herkes bekliyor. Çünkü biliyor ki o gelmeden hazırlık yapmak gerekiyor. Ve herkes şey yapar ya, böyle ölmeden önce bir hayatını, bir düzenesi sokar, kefenini alır, bir şeyini yapar, bir hazırlık içine bürünür. Biz de onu istiyoruz aslında. Bilsek ki ona göre kendimizi ayarlayacağız. Ama İsa Mesih'in uyarısı hiç beklemediğim bir anda olacak. Yani bu nedenle plan yapamaz. Yani şey yok bunun böyle bir hazırlık yapalım değil. Bu nedenle yürekten. O plan yapma yürekten değil. Ben problem çözmeye çalışıyorum çünkü çok kötü bir durumdayım ama bizim buradaki derdimiz yürekten olmaması zaten. O Efese-i Kilise olayı yani. Yürekten sevgini unutmuşsun sen. Yapıyorsun bir şeyler, çok güzel at salmışsın, herkes senin yaşadığını söylüyor ama bence yaşamıyorsun.
[00:33:29] Speaker B: Ölürsün. O yüzden özellikle bu İsa'nın kutsal kitapta verdiği en önemli öğretilerden birisi. İsa'nın biz tekrar geleceğini biliyoruz. ve İsa'nın gelişi artık dünyanın sonu olacak ve o günle ilgili öğrencileri İsa'ya sorduğunda, o gün ne zaman gelecek diye sorduğunda tabi İsa bazı işaretler verdi ama ne diyor? O günün ne zaman geleceğini hiç kimse bilemez. Yani o gün diyor hırsız gibi geleceğim. Sen mesela hırsızın hangi saatte geleceğini, hangi gün geleceğini biliyorsan ne yaparsın? Ona göre tedbir alırsın, önlem alırsın ama eğer ne zaman geleceğini bilmiyorsan ama bir hırsızın geleceğini biliyorsan o zaman her zaman uyanık kalırsın yani daha dikkat edersin ve bu da aslında onun gibi İsa bizim sadece belirli zamanlarda kendisine sadık bir şekilde yaşamamızı ve onu yüceltmemizi beklemiyor her zaman yani aslında bir teologun bir sözü var diyor ki İsa sanki yüz yıl sonra gelecekmiş gibi çalış ama aynı zamanda yarın gelecekmiş gibi bekle. Yani biz Rab'in egemenliğinde Tanrı'ya hizmet ederken o hizmetimizin yüzyıllar boyunca süreceğine iman ederek, sağlam temeller atarak çalışmamız lazım. İyi şeyler, geleceği düşünerek, ileriye dönük vizyonlar koyarak ve o vizyonları geliştirecek adımlar atmamız lazım. İyi planlar yapmamız lazım ama aynı zamanda İsa şimdi gelecekmiş gibi, yarın gelecekmiş gibi yani hazır olmamız lazım ruhsal olarak ve bazen bazı kişiler diyor ya boşver hani daha yaşım genç yani şöyle bir 60-70-80'e bir geleyim bir emekli olayım ondan sonra hani dünya işlerinden sıyrılıp kendimi daha çok yani ruhsal şeylere adayabilirim verebilirim ama nerede garanti değil mi? Tanrı'nın ne zaman geleceğini senin için ne zaman geleceğini nereden biliyorsun?
[00:35:20] Speaker A: Çok doğru.
[00:35:21] Speaker B: Yani o yüzden aslında burada İsa'nın verdiği çağrı bu. Her an içinde yaşadığımız zamanın değerini bilerek ve her anı onu yüceltmek için yaşamalıyız.
[00:35:32] Speaker A: Doğru. İlginç detaylardan bir tanesi de Sard Kilisesi hakkında. Sinagog, Anadolu'nun en büyük sinagogu ve aynı zamanda en iyi lokasyonda olan sinagog. Derken de yani cimnezyum var. spor alanı var, hamamlar var. Onun dibinde çok büyük bir sinagogları var. Sinagogun en ilginç yanlarından bir tanesi, içi grekçe yazılarla dolu. İbranice çok nadir görüyorsun. Ve aynı zamanda altar gibi bir kısmı var. O kısımda da direkt Roman'ın kartal görüntüsü var, hem sağında hem solunda. Burada sarta verilen, lekelenmemiş kıyafet bir de bundan kaynaklanıyor. Yerel halkla o kadar iç içeler ki, hem kilisede aynı, kilise, direkt tapınakla köşe köşeye dip dibeler. İç içeler ve birbirlerinin düşüncelerini kabul etmişler ve bu şekilde kendilerini korumak yerine, yani hepimiz biriz, hepimiz kardeşiz ama bu sefer hiçbir farkın yok. Hiçbir şekilde direkt etraftaki insanların düşünceleriyle hareket ediyorsun. Roma'yı kabul etmişsin. Ne Roma'ya bir şeyin var, bir tövbeye çağırabilirsin. Sen de aynısın onlarla birliktesin. Ve bu kirlenmemiş giysi bir anlamda elbette o savaş şeyi. Yani savaştan sonra bir geçit olur. Kazananlar, zaferi kazananlar o bembeyaz kıyafetleriyle oradan yürürler. Ve burada İsa Mesih diyor ki, şeyini, kültürünü kullanaraktan onları hatırlatıyor. Hepiniz olmayacak orada. O yürüyüşte bana eşlik edecek birkaç kişi olacak aranızdan. Bu da hem o birkaç kişi için çok büyük bir umut, büyük bir teşvik ama geri kalanlar için de büyük bir yargı. Yenilenler arasında olacaksınız.
[00:37:01] Speaker B: Her ne kadar kilise aslında böyle övgü alan bir kilise olmasa da burada bu kilisenin içerisinde de yine de her ne kadar Tanrı onlara yaşıyorum diye ün yapmışsın ama ölüsün dese bile yine de beyazlar içerisinde olan henüz daha lekelenmemiş kişilerin de olduğunu görüyoruz yani o da teşvik edici bir şey aslında. Yani ve burada diyor ki galip gelene adını diyor yaşam kitabından hiç silmeyeceğim yani yaşam kitabı yani Tanrı'nın o sözünde olmak gerçekten orada adının geçmesine kadar önemli değil mi? Yani çünkü o kurtuluş Yani senin sahip olduğun kurtuluş gerçekten çok önemli ve bugün insanlara baktığımız zaman birçok şey için mücadele ediyorlar. Adları birçok yerde yazılsın diye değil mi? Bugün mesela Guinness Rekorlar kitabına insanlar girmek için ne kadar saçma saçma şeyler yapıyorlar. Yani bir ara bakmıştım ben. bir vaazda kullanmak için aslında orada gördüm. Kadının biri yaklaşık iki buçuk metre kadar tırnak uzatmış yani düşünebiliyor musun? Sırf Guinness rekorlar kitabına girmek için ya da bir adam tüm vücudunun her tarafına dövmeler yaptırmış. Yani sırf o rekorlar kitabına girebilmek için. İnsanlar bazen bazı yerlerde adlarının geçmesi için ne kadar çok çaba harcıyorlar. Düşünsene yani sen o iki buçuk metrelik tırnaklarla nasıl yaşadın? Yani ben çok az bir şey bile uzasa rahatsız oluyorum yani yemeği yerken şunu yaparken düşünsene. Sırf yıllarca adım o kitapta yazılı olsun diye insanlar böyle bir mücadele veriyorlar.
[00:38:30] Speaker A: Hayatlarını atıyorlar.
[00:38:31] Speaker B: Ki Guinness Rekorlar kitabı yani sen bir gün o da yok olacak.
[00:38:35] Speaker A: Doğru.
[00:38:35] Speaker B: Anlatabiliyor muyum? Ama yaşam kitabında adımızın yazılı olması yani aslında bu ne kadar önemli bir şey değil mi? Ve bunun için bu dünyada aslında Rabbin istediği gibi yaşamak yani o kitapta adımızın olması için gerçekten Rabbin istediği gibi ona sadık bir şekilde yaşamak ne kadar önemli. Çünkü o kitaptan hiç adın silinmeyecek yani.
[00:38:56] Speaker A: Doğru, vadide bu zaten. O zaman altıncı kilisemiz Philadelphia. Amerika'daki değil. Neredeydi hocam? Alışehir miydi? Alışehir miydi bu? Öyle hatırlıyorum aynen. Bu bizim Philadelphia'nız. Philadelphia'daki kilisenin meleğine yaz. Kutsal ve gerçek olan. Davut'un anahtarına sahip olan. Açtığını kimsenin kapayamadığı, kapadığını kimsenin açamadığı kişi şöyle diyor. Yaptıklarını biliyorum. İşte önüne kimsenin kapayamayacağı açık bir kapı koydum. Gücünün az olduğunu biliyorum. Yine de sözüme uydun. Adımı yatsımadın. Bak, şeytanın havrasından olanları Yahudi olmadıkları halde Yahudi olduklarına ileri süren yalancıları öyle edeceğim ki gelip ayaklarına kapanacak, benim seni sevdiğimi anlayacaklar. Sözüme uyarak sabırla dayandın. Ben de yeryüzünde yaşayanları denemek için bütün dünyanın üzerine gelecek olan denenme saatinden seni esirgeyeceğim. Tez geliyorum. Tacını kimse elinden almasın diye sahip olduğuna sımsıkı sarıl. Galip geleni, Tanrım'ın tapınağında sütun yapacağım. Böyle biri artık oradan hiç ayrılmayacak. Onun üzerine Tanrım'ın adını, Tanrım'a ait kentin gökten Tanrım'ın yanından inen Yeni Yaruşalim'in adını ve benim yeni adımı yazacağım. Kulağa olan ruhun kiliselerinin ne dediğini işitsin. Ve ikinci kilise.
[00:40:15] Speaker B: Hiç uyarı almayan ve tamamen övgüyle bahsedilen gerçekten çok önemli kiliselerden birisi.
[00:40:22] Speaker A: Deneyecek çok şey var ama İsa Mesih'in o açış cümlesi en etkileyicidir. Hep dedik yani her açılışta farklı bir karakter tarafını ya da yetkisini, önderliğini ortaya koyuyor. O cümle onu okurken bile zaten yetti bana. Kutsal ve gerçek olan, Davut'un anahtarına sahip olan, açısını kimsenin kapayamadığı, kapadığını kimsenin açamadığı kişi şöyle diyor. O yetkiyle size konuşuyorum. Gücüm herkesin gücünden daha fazla her şeye gemen olan Tanrı ne yaptığınızı biliyor. Saberkatinizi görüyor.
[00:40:48] Speaker B: Davut'un tahtı üzerinde oturan yani bunu söylerken aslında şunu görüyoruz ki Tanrı'nın egemenliği aslında büyük bir egemenlik ve İsa o Davut'un anahtarına sahip olan olarak kendisini ifade ediyor burada ve o Tanrı'nın egemenliğinin aslında anahtarı ve yani onu kimsenin açamayacağı ondan başka ve kimsenin kapatamayacağını söylüyor ve bu da çok büyük bir teşvik aslında.
[00:41:14] Speaker A: Gücünün az olduğunu biliyorum. Tanrı da bunu diğerlerine söylemediği bir şey. Yani gücünün az olduğunun farkındayım ama fakat ona rağmen sen sadık kalıyorsun. Ona rağmen benim adıma yatsınmıyorsun diyor. Bu da çok çok büyük değer. Fakat sonrasındaki o seni sevdiğimi bilecekler bölümü de çok ilginç. O şeytanın havrası diye bahsediyor. O kişiler gelip senin ayaklarına kapanacak. ve seni sevdiğimi bilecekler.
[00:41:37] Speaker B: Yani burada özellikle gücünün az olduğunu biliyorum derken bu kilise demek ki o kadar güçlü bir kilise değil yani büyük bir kilise değil. Kalabalıkların olduğu güçlü birçok imkanların olduğu bir kilise değil ama burada her ne kadar belki insanların gözünde çok azınlıkta olsa da çok güçsüz olsa da Aslında burada onların gücü ortaya çıkıyor çünkü Tanrı'nın gücü aslında güçsüzlüğümüzde ortaya çıkan bir güçtür ve Tanrı burada da onu gösteriyor. Yani diyor ki sen belki azsın, sen belki çok güçlü görünmüyorsun dünyasal olarak insanların gözünde ama diyor ben seninle birlikteyim ve seninle birlikte olduğumu diyor anlayacaklar, seni sevdiğimi anlayacaklar ve o zaman ayaklarına kapanacaklar. Aslında Tanrı burada onların yaşamında gücünün nasıl ortaya çıkacağını ve onların yanında nasıl olduğunu göstereceğini söylüyor. Bu da çok teşvik eden bir şey. Aslında biz de bazen kendi Türkiye'de kiliselerimize baktığımız zaman yani bazen belki kiliselerimiz o kadar fazla kişilerden oluşmuyor. Belki imkanlarımız, gücümüz belki dünyasal gözle baktığımız zaman o kadar güçlü değil. gibi gelebilir bize ya da insanlar öyle görebilir. Ama bu önemli değil. Önemli olan Tanrı'nın gücünün bizde olması. Çünkü Tanrı eğer gücüyle bizim aramızda çalışacaksa o zaman onun gücü aslında bizim güçsüzlüğümüzde, bizim yetersizliğimizde daha da çok ortaya çıkar ve o zaman insanlar aslında Tanrı'nın bizimle birlikte olduğunu görürler. Tıpkı Kutsal Kitap'ta aslında bununla ilgili birçok hikaye görüyoruz. Ne zaman insanlar güçsüz bir duruma düşseler, Tanrı'ya sadık olan insanlar, Tanrı'nın onların hayatında gücü ortaya çıktığında etraftaki insanlar görüyor. Yani bunu Yusuf'un hikayesine baktığımız zaman görüyoruz değil mi? Aynı zamanda Daniel'in hikayesine baktığımız zaman görüyoruz. Davut'un Goliad'la olan hikayesi. baktığım zaman görüyoruz. Yani Goliath çok büyük bir dev gibi bir adam ve meydan okuyan bir adam. Davut yani onun yanında küçük kalan bir adam ve Goliath o kalkanıyla, silahlarıyla, kılıcıyla Davut'un önüne çıkarken Davut onun karşısına sapanıyla çıkıyor. Yani aslında baktığın zaman hiç de adil gözükmüyor. Yani bir taraf çok güçlü, bir taraf çok güçsüz ama sonuç ne oluyor? bir bakıyorsun ki güçsüz olan, güçsüz gözüken koskoca bir devi devirmiş. Yani burada aslında o çok önemli bir şey bence çünkü Davut mesela yani o Goliad hikayesine baktığımızda Goliad'ı devirdikten sonra insanlar Davut'u övmüyor, Davut'u yüceltmiyor. Kimi yüceltiyor? Tanrı'yı yüceltiyor. İşte İsa'nın vaadi de böyle yani gücüm güçsüzlükte tamamlanır. Yani aslında biz ne zaman güçsüzsek, biz ne zaman zayıfsak, biz ne zaman az hissediyorsak kendimizi yetersiz hissediyorsak aslında o zaman daha da güçlü oluyoruz Tanrı'nın gücü. Biz de o zaman daha aktif bir şekilde çalışmaya ve kendisini göstermeye başlıyor.
[00:44:33] Speaker A: Bu Philadelphia'nın Sart'la yan yana olması da çok ilginç. Sert, dışarıdan görünüyor, güçlü. Herkes biliyor, herkes tanıyor, herkes övüyor ama içi boş. Philadelphia zayıf, küçük, bilinen bir yer değil fakat Tanrı diyor. Uyaracak bir şey bulmuyor onlarda. Bu zıtlık da tam da bizim aslında dünyadaki bu paradoksumuz hocam. Biz seviyoruz. Bir mucize istiyoruz, bir şey görmek istiyoruz. Devamlı bir bizim kendi şeylerimiz var, böyle beklentilerimiz var Tanrı'dan. Eğer Tanrı seninle ise sen şunları yapacaksın. Tanrı seninle ise sen bunları yapabilirsin. Hep bir dışsal kazanç. Fakat burada güçsüzsün, zayıfsın ama dayanıyorsun. Bizim de kendimizi belki uyarmamız gereken, kilise olarak da dikkat etmemiz gereken şeylerden bir tanesi özellikle bu yaz iyi oldu aslında. Yazları çok iyi oluyor kilisemiz için. Çok insan gidince az kalıyoruz. Benim gözüm sayıda mı? Benim gözüm Tanrı'da mı? Bazen ya bugün sadece 15 kişi geldi. Tanrı var mıydı? Tanrı var. O tamam o zaman.
[00:45:24] Speaker B: Önemli olan kaç kişinin geldiğine değil. Önemli olan Tanrı'nın gelip gelmediğine bak. Yani Tanrı geliyorsa bir kişi bile olsa orada bu önemli bir şeydir. Ama Tanrı yoksa isterse yüz kişi olsun.
[00:45:37] Speaker A: Binlerce kişi olsun.
[00:45:37] Speaker B: Yani sen Tanrı'nın gözünde ölüsün.
[00:45:40] Speaker A: Sert gizlisin.
[00:45:40] Speaker B: Aynen. Ama burada Philadelphia her ne kadar az güçsüz gözükse de Tanrı onların arasında olduğu için güçlü ve yani orada da zaten vadine baktığın zaman ne diyor seni diyor Tanrım tapınağında sütün yapacağım yani ki bunu aslında o şehir çok iyi anlayan bir şehirdi çünkü orada çok depremler oldu ve tarih bunu gösteriyor ve defalarca aslında o şehir yıkıldı ama ne kadar depremde biliyorsun en önemli şey nedir temelin sağlam olması değil mi? Biz bunu ülke olarak yaşadık yakın bir zamanda yani baktık gördük o depremler olduğu zaman aslında ne diyor deprem insanı öldürmez o yapılar aslında insanı öldürüyor ve ne kadar sağlam olduğu önemli yapının insanlar bazen sütunları kestikleri için ne yapıyor o depremlerde o binalar yıkıldı ve birçok insan aslında öldü ama Tanrı burada bu kilise için diyor ki seni diyor sağlam bir sütun yapacağım belki güçsüzsün belki zayıf Görünüyorsun, azsın ama öyle bir sütün yapacağım ki kalıcı olacaksın. Yani önemli olan bu aslında. Bugün biz birçok şeylere baktığımız zaman da görüyoruz bazen Hristiyan organizasyonlara, şunlara, bunlara birçok şeyler başlıyor ama sonra bazen bir bakıyorsun yok olup gidiyor. Önemli olan bir şeyin başlaması değil, bir şeyin ne kadar canlı olması değil. gözüktüğü değil, bir kilisenin ne kadar büyük bir kilise olduğu ya da ne kadar böyle tapınma şeyleri, enstrümanları, binaları, şudur, dudur gibi programları olup olmadığına bakmıyor Tanrı. Onların gerçekten ne kadar O'na dayandığına, O'na güvendiğine bakıyor. Yani bir tarafta bunlara olan bir kilise var, sen ölüsün diyor ama diğer bir tarafta bunlardan yoksun bir kilise var ama diyor ki ben seninle birlikteyim ve seni sağlam bir kilise olarak, sütün olarak Tanrı'nın tapınağında kullanacağım diyor. Yani sen hangisini istersin?
[00:47:32] Speaker A: Değil mi? Değil mi? Geçici ve kalıcı.
[00:47:34] Speaker B: Aynen.
[00:47:35] Speaker A: Sol kilisemiz, bize en yakın, Antalya'ya en yakın olan kilise. Laodikya'daki kilise.
[00:47:40] Speaker B: Denizli'deki.
[00:47:41] Speaker A: Evet. Ladükya'daki kilisenin meleğine yaz. Amin. Sadık ve gerçek tanık. Tanrı yaratılışının kaynağı şöyle diyor. Yaptıklarını biliyorum. Ne soğuksun ne sıcak. Keşke ya soğuk ya sıcak olsaydın. Oysa ne sıcak ne soğuksun. Ilıksın. Bu yüzden seni ağzımdan kusacağım. Zenginim, zenginleştim. Hiçbir şeye gereksinmem yok diyorsun. Ama zavallı, acınacak durumda, yoksul, kör ve çıplak olduğunu bilmiyorsun. Zengin olmak için benden ateşte aratılmış altın giyinip çıplaklığının ayıbını örtmek için beyaz giysiler görmek için gözlerini sürmek üzere merhem satın almanı salık veriyorum. Ben sevdiklerimi azarlayıp terbiye ederim. Onun için gayrete gel, tövbe et. İşte kapıda durmuş, kapıyı çalıyorum. Biri sesimi işitir ve kapıyı açarsa onun yanına gireceğim. Ben onunla, o da benimle birlikte yemek yiyeceğiz. Ben nasıl galip gelerek babamla birlikte babamın tahtına oturdumsa, galip gelene de benimle birlikte tahtıma oturma hakkını vereceğim. Kulağı olan ruhun kiliselere ne dediğini işitsin. Ve bir kilise daha. Ladukya'daki kilise hem çok zengin, eminim onlarca defa uğramışsındır oraya. Dediğim gibi en yakın kilise. Oradaki o binaların büyüklüğü. Bizim mesela kapımız var. Adrian kapısı. Bir de onların o şeyleri var, sütunları. İnanılmaz bir şey. Umut'un orada çocuğu, oğlumun, büyük oğlumun fotoğrafları var. Dibinde oturuyor. Böyle şey basamağına sığıyor resmen. İnanılmaz bir sütun. Şaşalı bir şehir, mükemmel. Ziyaret edince bile yoruluyorsun gezerken. Fakat Tanrı'nın sözleri çok sert.
[00:49:14] Speaker B: Bu kilisede aslında hiç övgü almayan kiliselerden birisi. Dikkat ettiysen, yani şunu görüyorsun mesela bu şehirler aslında çok zengin şehirlerdi. Gerek Leodike olsun, gerekse diğer kilisemizde Sart Kilisesi. Bunlar hiç övgü almayan kiliseler. Bunlar aynı zamanda zengin şehirler. Evet, güçlü şehirler ve tarihlerine baktığın zaman aslında bundan dolayı da çok sıkıntı yaşamış şehirler ve burada şunu görüyoruz, bu şehirlerde hayat kolay. Yani zenginlik var, bolluk var, birçok rahatlık var. Ama zayıf, ruhsal olarak zayıf kiliseler. Ve burada Leodike'ye söylediği şey de bu, zenginsin, zenginim, zenginleştim, hiçbir şeye gereksinim yok diyorsun ama zavallı, acınacak durumda, yoksul, kör, çıplak olduğunu bilmiyorsun. Fiziksel olarak zengin bir kilise. Ve burada kumaş ticareti yapılıyor. Tarihe baktığımız zaman onu görüyoruz ve aynı zamanda bazı tıbbi ilaçların da burada bulunduğunu biliyoruz. Yani özellikle göz merhemi falan burada bulunmuş. Hatta bu eczacılıkta kullanılan şey var ya işaret, tıptaki işaret o aslında Leodika'dan gelen bir şey. Yani benim eğer yanlış hatırlamıyorsam oradan gelen bir şey işaret ve orada hani tıbbın da geliştiğini de görüyoruz. Yani işte göz merhemi ve bunun gibi birçok ilaçların da olduğunu görüyoruz ve burada da Tanrı aslında o şehrin fiziksel özelliklerini kullanarak bu kiliseye ruhsal bir mesaj veriyor. Bu şehir zengin bir şehirdi. Kilisede yani ruhsal olarak aslında kendisini zengin gören bir kilise diyor ki sen diyor zengin bir şekilde kendini tanımlıyorsun ama diyor fakirsin yani acınacak bir durumdasın bak diyor kumaş ticareti yapıyorsunuz o şehirde o kadar ünlü bir şehir kumaş ticaretinde ama çıplaksın diyor bak diyor işte göz merhemi üretiyorsunuz yani daha iyi görmek için ama diyor körsün ve senin diyor merhem almaya diyor teşvik ediyorum yani ruhsal merhem almaya daha iyi görmek için ve aynı zamanda Gördüğümüz şeylerden birisi de oraya gittiğimizde Levodikya'ya. Mesela Hierapolis üstteki şehirlerden birisi ve kolosallara yazılan mektupla da adı geçen şehirlerden birisi olduğunu görüyoruz. Pamukkale'nin hemen üstünde zaten o travertenlerin üzerinde yer alan şehir Hierapolis olarak görüyoruz. ve oraya gittiğin zaman görüyorsun zaten o Travertener'in dağın tepesinden, Hierapolis'ten, Laodicea'ya aşağıya doğru gelen bir sıcak su var ve gerçekten orası çok önemli. Orada sıcak su. Ve şehre geldiği zaman, Leodike'ye geldiği zaman ılık olduğunu görüyoruz. Aynı şekilde Kolose'den gelen bir su var. Yani çok soğuk bir su ama Leodike'ye geldiğinde ılıklaşan bir su olduğunu görüyoruz. Yani oradaki su, soğuk olan su ılıklaşıyor, sıcak olan su da ılıklaşıyor. Yani ılık suyu pek sevmez insanlar.
[00:52:14] Speaker A: Doğru, özellikle kanter içindeysen miden bulanır.
[00:52:16] Speaker B: Yani bir sıcak çay içebilirsin ama bir ılık çay yani o kadar da tadı hoş değil ya da bir soğuk bir su içebilirsin. Sıcak bir havada seni ferahlatır yani serinletir ama ılık bir su içmek istemezsin. Yani aslında bu şehrin fiziksel dokusunu, özelliğini kullanarak Tanrı onlara böyle bir mesaj veriyor. Bak diyor zenginleştim diyorsun, ruhsal olarak güçlüyüm diyorsun. Yani tıpkı diğer kilise gibi böyle bir ün yapmış belki.
Ama diyor ki çıplaksın ve ruhsal şeyleri bazen göremiyorsun. Yani ruhsal çıplaklığının farkında değilsin, ılıksın. Ne ayağın hem dünyada hem tapınakta.
[00:52:57] Speaker A: Yani ikisini de yapmak istiyorsun.
[00:52:58] Speaker B: İkisini de yapmak istiyorsun. Doğru. Ama diyor ben bunu kabul edemem.
[00:53:01] Speaker A: Evet. Şöyle duydum birinin paylaşımında. Sıcak su diyor temizlemek içindir. Paklarsın. Yaran varsa onu silersin. Soğuk su içse esenlik getirir seni bir can katar. Ama diyor sen laudikle için şey için ne onu yapıyorsun ne bunu yapıyorsun. Hiçbir işe yaramıyorsun. Bu nedenle diyor seni kusacağım, seni bünyem kaldırmıyor. Bir işin için kullanamıyorum seni. Seni şehri temizlemek için kullanamıyorum çünkü onlar gibisin. Esenlik getirmiyorsun çünkü yine onlar gibisin. Farkın yok onlardan. Böyle açıklandığını duydum. Ama hocam bence bütün 3 kiliseye de baktığımızda bence hepsini toplayan bir Tanrı'nın tutumunu gösteren 19. ayet. ''Ben sevdiklerimi azarlayıp terbiye ederim. Onun için gayrete gel, tövbe et.''.
[00:53:40] Speaker B: Bunu aslında her yerde görüyoruz ve ortak sözlerden birisi de en son ayetler. Aslında bunu bütün kiliselere baktığımız zaman görüyoruz. Diyor ki kulağı olan ruhun kiliselerinin ne dediğini işitsin. Yani bazen kulağımız var ama her şeyi duymayabiliyoruz ya da duymak istemiyoruz. O yüzden Tanrı ruhu aracılığıyla aslında konuşuyor ve diyor ki duy sesimi. Kulağı olan duysun, işitsin, ne demek istediğimi anlasın ve uyansın ve Tanrı'nın aslında bütün kiliselere verdiği ortak mesajlardan birisi tövbe. Tövbe et yani tamam hata yapabilirsin, yanlış şeylerin içerisine girmiş olabilirsin ama tövbe et bana dön. Yani ben bu şekilde devam etmene izin veremem. Yani hem ılık hem sıcak olarak, ılık olarak seni kabul edemem. Ya soğuk ol ya sıcak ol. Yani kim olduğunun belli olsun. Hani hem dünyada hem kilisede yaşayamazsın. Yani birini seçmek zorundasın. Ve burada en çok sevdiğim şeylerden birisi de İsa'nın sabrı aslında. Tanrı'nın sabrı. Diyor ki işte kapıda durmuş kapıyı çalıyorum. Yani biz genelde aslında bunu Daha çok böyle kişilere müjdeyi duyurduğumuzda bazen kullanıyoruz. Tabii ki o şekilde de kullanabiliriz teşvik etmek için ama burada aslında kiliseye söylenen bir söz. Tanrı diyor ki, kapıda durmuş kapıyı çalıyorum. Kim sesimi işitirse diyor, o benimle, ben de onunla birlikte yemek yiyeceğiz. yani gerçekten bir paydaşlığa davet yani yemek yemek aslında burada Tanrı'nın paydaşlığa bir daveti çünkü eskiden insanlara annem böyle telefonların olmadığı zamanlarda ben hatırlıyorum annem babam mesela bizi bir yere gönderirdi komşuya falan git işte annemler babamlar bu akşamlar size gelecekler dediği zaman hani belli ki bir misafirliğe gelecekler bir paydaşlığa gelecekler eski dönemde de hani yemek aslında o paydaşlığın bir simgesi ve bunu vahide Daha ilerleyen bölümlerde de görüyoruz Tanrı da bizi cennette bir sofraya çağırıyor aslında o fiziksel bir sofra değil yani bir paydaşlık ve burada da paydaşlık yaşayabilmek için yani İsa'nın sesini duymak lazım ve o kapıyı açmak lazım. Ünlü ressamlardan birisi Holman Huntun yaptığı bir resim var ve o resimde İsa kapıyı çalıyor ama bu tarafta tokmak yok yani açamıyorsun ancak o taraftan açman lazım ve İsa da aslında bunu gösteriyor bize yani işte kapıda durmuş kapıyı çalıyorum hani zorla içeriye girmek için çabalayan birisi değil bizim kapıyı açtığımızda içeriye giren, temizleyen, paydaşlık yaşayan birisi yani aslında bununla ilgili çok komik bir şey aklıma geldi onu da paylaşayım. Benim yıllar önce kilisemize gelen bir tane kadın vardı. Ve onunla ben defalarca müjdeyi paylaşmıştım. Ve bir gün geldi, iman etmek istediğini söyledi. İncil'i tamamen okuduğunu söyledi. Dedim, hayırdır nasıl oldu senin tanıklığın? İlerleyen zamanda aslında dersi yaparken sordum. Ya sen nasıl Rabb'e geldin bir anlatsana. O biraz kilolu bir insandı. Dedi ki, ya baksana dedi bana. Ben dedi kutsal kitabın baştan sona okudum. Aslında dedi çok fazla beni cezbetmedi ne zaman ki bu ayete geldim İsa'nın yemek davetini duyunca.
Yani şey yapamadım, reddedemedim, hemen kabul ettim diye komik bir şekilde söylemişti.
[00:57:02] Speaker A: Güzelmiş. Sonrasında da güzel bitiriyor. Hemen o yemek davetinden sonra. Ben nasıl galip gelerek babamla birlikte babamın tahtına oturdumsa, galip gelene de benimle birlikte tahtıma oturma hakkını vereceğim. Vaadi de o. Diğerlerine yaptığı gibi farklı farklı vaadler verdi. Onlara da vaadi.
Galip gelmeniz gerekiyor. Galip gelince de diyor, aynı ben babama nasıl itaat ettim, onu yücelttim, onun dediklerini yerine getirdim ve tahtta oturdum, yanına oturdum. Siz de benimle oturacaksınız. Bu kadar günah, bu kadar yanlış yapıyorlar. Tanrı sevdiğinden dolayı terbiye ediyor. Terbiye ettikten sonra diyor ki, o şey hala geçerli. Hala benimle olacaksınız. Bu büyük bir davet. Bence İsa Mesih'in öğretilerini, Hıristiyanlığın temel, kutsal oktaba dayalı öğretilerini Dindar, sen de günahkarsın, cehenneme gideceksiniz. Bundan ayıran o. Onlar kapıyı kapamış, sen cehennemliksin. Geçmiş olsun. Bitti. Böyle bir atıp şey yapma var. Gerek yok sana. Ama İsa Mesih'in öğretileri hala terbiye ediyor. Son nefese kadar terbiye ve tövbe için bir davet var. Bence çok değerli bizim için. Kilise için de büyük bir örnek.
[00:58:05] Speaker B: Bir şey duymuştum, bir kiliseye yeni bir pastor atanıyor ve pastor günah konusunda vaaz verdikten sonra cemaatten bazı kişiler geliyor ve ona teşekkür ediyorlar, tövbe ve günah konusunda vaaz verdikten sonra. Ya diyorlar benden önceki pastor hiç bu konularda bahsetmedi mi diyor. Yok bahsetti diyor onu kovduk diyor yani cemaat. Neden? Çünkü o şunları şunları şunları şunları söyledi diyor. E diyor ben de aynısını söyledim diyor. İyi ama diyor sen diyor bunları söylerken diyor ağlayarak söylüyordun diyor sevinerek değil. Yani aslında burada yani sanki böyle bir Tanrı'nın yüreğini de görüyoruz. Yani Kutsal Kitap'a baktığım zaman Kutsal Kitap'ta Tanrı günahı hoşgören bir Tanrı değil, günahı seven bir Tanrı değil. Yani boşver ya önemsiz diyen bir Tanrı değil, günahtan nefret eden bir Tanrı olduğunu görüyoruz. ve günahı ne kadar ciddiye aldığını görüyoruz. Tanrı'nın hem bizi disiplin etmesi konusunda hem de o günahtan bizi aklamak için çarmıhta bizim için oğlu İsa Mesih'i kurban olarak vermesinden dolayı günahı ne kadar ciddiye aldığını görüyoruz. Tanrı günahı basitleştirmiyor ama aynı zamanda şunu görüyoruz ki günahkarı da seven bir Tanrı. bağışlayan bir Tanrı, kabul eden bir Tanrı. Hani yargılayıp, ötekileştirip, kenara atan, bitti artık seninle hiçbir şey yapmayacağım diyen, onun çektiği o günahın bedelinden dolayı sevinen yani böyle yargılayan, şiddetli bir Tanrı değil ama gerçekten lütufkar, merhametli bir Tanrı. Yani o yüzden de buna her zaman güvenebiliriz. Kutsal kitap baştan sona birçok hikayelerde bunu gösteriyor ve bu 7 kilisede de bunu görüyoruz. Yani Tanrı tamam onları azarlıyor, günahlarından dolayı ama diğer bir taraftan da sevgisiyle onları tekrar restore etmek isteyen, davet eden, kabul eden, iyileştirip kendi yüceliği için, egemenliği için kullanmak isteyen bir tanrı ve bireysel olarak bizim için de geçerli bu.
[01:00:01] Speaker A: Kardeşler, sözü duydunuz. Tanrı'nın kapısı her zaman açık. Nefes aldığınız her süre boyunca Tanrı sizi davet ediyor. Bizleri davet ediyor.
[01:00:08] Speaker B: Kapıyı çalıyor.
[01:00:09] Speaker A: Kapıyı çalıyor. Umarım duyuyorsunuzdur. Umarım bugün o gündür. Eğer sorularınız varsa bu konu hakkında ve paylaştığımız konular hakkında lütfen yorumlarda paylaşmayı unutmayın. Videomuzu beğenerek kanalımıza abone olursanız da büyük teşvik etmiş olursunuz bizi. Çok teşekkürler eşlik ettiğiniz için. Kendinize iyi bakın. Esen kalın.