HRİSTİYANLIK Bir Din Değilse Nedir? | İsa Mesih'in Talebesi Olmak

Episode 41 July 19, 2025 00:44:24
HRİSTİYANLIK Bir Din Değilse Nedir? | İsa Mesih'in Talebesi Olmak
Özgürce - Türk Hristiyanlar Anlatıyor
HRİSTİYANLIK Bir Din Değilse Nedir? | İsa Mesih'in Talebesi Olmak

Jul 19 2025 | 00:44:24

/

Show Notes

Bu bölümde Özgür Jerdan, konuğu Metin Özkaya ile Türkiye'de giderek daha fazla insanın yürüdüğü İsa Mesih'in yolunu mercek altına alıyor. Hristiyanlık, kurallar ve görevler bütünü olan bir din midir, yoksa Tanrı ile kurulan canlı ve kişisel bir ilişki, bir yaşam şekli midir?

Podcastimizde şu sorulara yanıt arıyoruz:

- "Talebe olmak" ne anlama geliyor?

- Kurtuluş için çabalamak mı gerekir, yoksa bu bir hediye midir?

- İsa Mesih'i izlemenin getirdiği zorluklar ve bedeller nelerdir?

- Gerçek bir Mesih imanlısının hayatında hangi "meyveler" görülür?

- Tövbe ve itaat, korkudan mı yoksa sevgiden mi kaynaklanır?

İsa Mesih'in, "Ardından gelmek isteyen kendini inkâr etsin, çarmıhını yüklenip beni izlesin" sözünden yola çıkarak adanmışlığı, sevgiyi ve gerçek özgürlüğü konuştuğumuz bu derin sohbete siz de katılın.

View Full Transcript

Episode Transcript

[00:00:00] Speaker A: Arkadaşlar merhaba. Özgürcü'ye hoş geldiniz. Bugün Metin Özge hocamla birlikteyiz. Bugün talebe olmaya bakacağız. Türkiye'deki Hristiyanların sayısının artışıyla birlikte İsa Mesih'in yolunda yürümek nedir? Ne demektir? Buna bakacağız birlikte. Hoş geldiniz. Hoş geldin hocam. [00:00:14] Speaker B: Hoş bulduk Özgür. [00:00:15] Speaker A: Hocam çok değerli bir konu. Bugün bakacağımız konu yani Hristiyan olmak. Çoğu zaman internetten de görüyoruz. Hristiyan olmak istiyorum. Ve bunu sanki bir Müslümanlıkta vardır ya şunu söyle tekrar et. Hoş geldin maşallah deyip bir Müslüman oldun. Hristiyan olmak deyince ne geliyor aklına? Bir onunla başlayayım. [00:00:32] Speaker B: Hristiyan olmak aslında en başından Hristiyanlık bir din değil. Dışarıdan özellikle bu coğrafyada din olarak algılanıyor. Çünkü bu coğrafyadaki inanış insanlara her şeyin din olduğunu öğretiyor. Böyle bir gözlük taktığında açıkçası her şeyin din olduğunu düşünüyorsun. Ama Hristiyanlık aslında bir yaşam şekli. Çünkü dini vecibeleri olmayan bir şey. Ve Hristiyan olmak da aslında yaşam şeklini tamamen, yaşam pratiklerini, yaşam alışkanlıklarını, yaşam yürüyüşünü, dünyaya bakış açını değiştirdiğin yeni bir yola girmektir. [00:01:06] Speaker A: Yani dediğine katılıyorum hocam. Bir din ve yaşam şekli fikri var orada. Yani din mi gerçekten yaşam şekli mi? Aslında bir anlamda din ama bir anlamda dediğin gibi yaşam şekli tarafı çok da önemli bizim için. Çünkü bir tanrıyla bağ kurmak var. Yani bir şunları şunları yaparsan şöyle olacak değil de bugün Tanrı'yla konuşuyorsun. Bugün Tanrı'yla bağ kuruyorsun. Ölükten sonra değil. Ölükten sonra bakalım ne diyecek, benim hakkımda düşünceleri neymiş değil de bugün Tanrı'yla bir bağ olduğu için yaşam şekli dememizin sebebi de o zaten. Yani bir İsa Mesih'le olan, Tanrı'yla olan ilişkimiz bir kuralların üstünde onunla olan ilişkimizden, kutsal ruhun yönlendirişinden bahsediyoruz mesela. Sanki Yap oğlum dedim. Sanki bir yarı deist bir tanrı. Kurallarımı verdim mi verdim. Sonra görüşürüz. Bekliyorum ben sizin ölmenizi. İki tane melek koydum. Sayacak sizin sevabınızı, günahınızı. Bakacağız ondan sonra. Muhasebe edeceğiz. [00:01:56] Speaker B: İşte öyle bir şey değil. Yani bu sebeple din değil diyoruz. Yaşam şekli diyoruz. Çünkü yeni bir alışkanlığa başlıyoruz Hristiyanlıkla birlikte. Tanrıyla ilişki içinde olma alışkanlığı. Din dediğimiz zaman aslında bahsettiğimiz şey, biraz önce ne güzel söyledin, görevler. Din içerisinde görevler vardır. Peki Hristiyanlık içerisinde görevler var mıdır? Yani Hristiyanlık'ta her şey, İsa Mesih'e mesela sormuşlar, işte kutsal yazılardaki en büyük buyruğun ne olduğunu bize söyle. O da der ki, işte Tanrı'nı bütün yüreğinle, bütün canınla ve bütün aklınla seveceksin. Arkasından ikinci en büyük buyruk olarak da der ki, komşunu kendin gibi seveceksin. Bütün Hristiyanlık inancı bu sözün içerisinde yatar ve bütün uygulamaları da bu sözün kök ve taban aldığı bir yerin üstünde dallanarak büyür. Bunun üzerine görev diyemiyoruz. Sevmek bir görev olamaz. Görevin, seveceksin beni. Kulağa saçma gelmiyor mu? İlişkilerde bile bu böyledir. Sev beni, sev beni. Hayır, Tanrı'nın bizden böyle bir beklentisi yok. Aslında Tanrı, evet en büyük buyruk Tanrı'nın Rabbi sevmek ama bu bir görev olarak yapabileceğin bir şey değil. Bu içten gelerek yapabileceğin bir şey. Zaten bunun içten gelerek yapılabilmesi için de en büyük adımı gene Tanrı atıyor. Bütün eski antlaşmaya ve arkasından da yeni antlaşmaya baktığımızda aslında biz Tanrı'ya layık olabilmek için veya O'nun önünde, O'nun istediği gibi durabilmek için hiçbir şey yapamıyoruz. O bizim yerimize her şeyi yapıyor ve diyor ki hadi şimdi gel ben senin için yolu açtım, gel beraber yürüyelim. [00:03:31] Speaker A: İşte burada da bu İsa Mesih yolunda evet diyenler yani Hıristiyan olanlar, küçük İsa'lar bir anlamda. Hıristiyan olmak da bildiğimiz gibi Antakya'dan çıkan bir kelime. Orada ilk İsa Mesih talebeleri Hıristiyan olarak adlandırılıyor. Bizler de o zaman bugün Hıristiyan olarak bir dine girmekten çok onunla ilişkisinde ilerleyen, ona daha çok benzeyen, onu anlayan, daha fazla anlayan ve o anlamanın da ve sevginin de getirdiği bir nevi itaat etme. Ona itaat etmek istiyorum çünkü şeyden değil, yapmazsan beni döver değil de seviyorum. Yani sevdiğim kişiye güvenirim. Güvendiğim için de onun dedikleri benim için bir yük değildir. Bunu mu yapacağım? Böyle mi olacağım onun gibi? Ben de olmak istiyorum onun gibi. [00:04:12] Speaker B: Minnettir, minnettarlıktır. Yani benim için her şeyi yapan Rabbimi izlemek dışında bir duyguya sahip olamıyorum çünkü O benim için her şeyi zaten yaptı. Ben artık bir Hristiyan olarak kurtuluş için çabalamak zorunda değilim. Kurtuluşumu aldım. Ben bir Hristiyan olarak Tanrı'nın gözünde acaba daha iyi nasıl olabilirim diye görevler bütünü içerisinde çabalamak zorunda değilim. O zaten kutsal ruhunu bana verdi. [00:04:38] Speaker A: Burada şöyle bir soru doğuyor. Aslında mantıken olmaması gerekir ama oluyor. Soru da şu. Ya Hristiyanlık'ta şey yok mu böyle biraz tembellik? Ne güzel işte her şeyi Tanrı yapıyor, kurtarıyor, seviyor, ölüyor senin için. Yani sizde Hristiyan olmak çok kolay hocam ya. Yani... [00:04:53] Speaker B: Gerçekten öyle mi? Ama dışarıdan bakılınca dediğin çok doğru. Bazen aa ne kadar kolay. Şimdi şöyle bir şey var. Bir dudaktan inananla yürekten inanan arasında fark var. Ve bu da aslında yaşam pratiğinde ortaya çıkıyor. Yaşamımızdaki iz düşümünde ortaya çıkıyor. Eylemlerimizde ortaya çıkıyor. Tabii ki bunun ayrımı kimsede yok çünkü kimsenin elinde bir dedektör yok. Bu gerçekten imanlı, bu gerçekten imanlı değil. Kimsenin dedektörü olmadığı için aslında biz bunu söylediğimizde kendimize bakmamız gerekiyor bu sözle. Çevremizdeki diğer Hristiyanlara bakamayız. Bu söz bize diğer Hristiyanları eleştirme hakkını da vermez. Bu söz bana benim imanımı değerlendirme hakkı verir. Yani ben sürekli Tanrı'yı sevmekle ilgili sözlere baktığım zaman hani sağımdaki, solumdaki Özgür seviyor mu? Ahmet sevmiyor mu? Ayşe, Fatma bunu severek yaşıyor mu? Sorgulama değil de mitin. Sen gerçekten bu sözleri içinden gelerek tüm samimiyetinle uyguluyor musun? Yaşıyor musun? Her zaman için benim kendime bakmam gerekiyor. [00:06:02] Speaker A: Bu bence bizim için bir tık daha zor. Bizim özel biri olduğumuz için değil. Vâiz olunca bunu devamlı öğretiyorsun. Öyle bazen bir sözü öğretiyorum. Öğretirken en çok belki aralarında zorlanan kişi benim bu ayetlerle ya da uymakta zorlanan, itaat etmekte zorlanan çok doğru. Yani o sözlerin çok güzel öğretiyorsun değil de yaşıyor musun? Sen yaşıyor musun? Yaşamıyorsan o biraz daha ağır bir okuma oluyor orada paylaşırken. [00:06:24] Speaker B: İşte ve biz öğretenlerin de belki işte en çok kendi içimizde zorlandığımız söz. Öğretiyorum. Öğrettiğimi yaşamıyorsam, pardon da birazcık dikkatli öğretmem lazım. [00:06:37] Speaker A: Kesinlikle. [00:06:37] Speaker B: Yani o yüzden de bazen derken, insanlara bu sözleri söylerken her zaman şunu söylemeyi tercih ederim. Size bunu söylüyorum ama ben sizden çok mu iyiyim? Ben de bu konuda zorlanıyorum. Hep birlikte bu konuda zorlanıyoruz. Ve size bu öğrettiğimi öğretirken kendime de öğretiyorum. Ve beraber öğreneceğiz. Bu benim öğretirken açıkçası bir sloganım. Kendimi de alçak gönüllü kılmak için ve kendimi de insanların önünde hayır ben sizden daha iyiyim parmağımla seni gösteriyorum. Sen öğreneceksin. Ben zaten öğrendim çıktım buraya anlatıyorum. Hayır ben senden daha iyi değilim. Sana öğretirken kendime de öğretiyorum. Beraber gelişeceğiz. Beraber büyüyeceğiz. [00:07:16] Speaker A: Doğru. Doğru. Amin. O zaman geri dönecek olursak İsa Mesih'in yolunda yürümeye başlamış kardeşlerimiz var Türkiye'de. [00:07:21] Speaker B: Evet. [00:07:22] Speaker A: İnternet üzerinden bize yazanlar çok. Onlarla sohbet ediyoruz. İnstagram ve TikTok üzerinden özellikle. Şimdi tamam İsa Mesih'i kabul ettim. Şimdi ne yapacağım ben? Öğrenci ya da Hristiyan. Elbette o terminolojiler biraz yeni kalıyor ama Hristiyan oldum. Çok güzel. Şimdi Müslümanların bayramı var, şunların şuyu var, buyu var, gelenekleri var, dua etme şekilleri var, kiliseye gitme adabları var. Ya bizde? Hani orada bir öğrenci olmanın dışında bizim kullandığımız kelimeden bir tanesi talebe. Eski bir kelimemiş gibi geliyor ama talep eden. Yani İslâmiyetsi sen de benim öğrencim ol, sen de benim öğrencim ol değil de hadi gel öğreteyim sana, talep et, arzula. Ve matta 16-24 geliyor aklıma. Yani bu ayetleri düşündüğümde matta 16-24'te ardımdan gelmek isteyen yani ardımdan gelmesini istediğimde ardımdan gelmek isteyen kendini inkar etsin. Çarmıhını yüklenip beni izlesin. Matta 16'dayız. Daha çarmıh ve ölüp dirilme yok burada. Çok daha sonraları göreceğiz. Maddenin sonuna doğru ama İsa Mesih vaazlarının ortasında kendini tanımaya başladığında, Petrus'un tanımasından hemen sonra söylüyor bu sözleri. Ardımdan gelmek isteyen kendini inkar etsin, çarmıhını yüklenip beni izlesin. Şimdi bu talep etme doğuyor burada. Senin aklına neler geliyor bu talep etme konusuna gelince? [00:08:34] Speaker B: Özgürcüğüm, biraz önce öğrencilik, talebelik kelimelerini kullandığın zaman benim aklıma bir başka kelime daha geldi. Aslında tam Türkçe, en eskiden beri. Şakirtlik. Anlatabildim mi? Şimdi talebe elbette daha çok anlıyoruz. Biraz önce çok güzel açıkladın. Talebeden, isteyecek ama öğrenci öğrenmekle mesul olan kişidir. Bunların hepsini hipotada kaynatırsak yeni iman eden birisinin en büyük aslında yapması gereken şey öğrenmeye başlamaktır. Peki neyi öğrenecek? Yani kilisedeki geleneği, göreneği, ya o insan nasıl oturmuş, bu insan nasıl kalkmış mı? Hayır, öğrenmeye başlamak direk kitapla başlar. Direk İsa'dan öğrenmeye başlamakla başlar. Ve İsa'nın bu konuda öğrettiği şey, özellikle madde 6'da da görüyoruz ki, hani öğrencilere diyor ki bize dua etmeyi öğret. İsa Mesih onlara dua etmeyi öğretiyor. Meşhur duamız, ey göklerdeki babamız egemenliğin gelsin. Ve bununla başlayan dua içerisinde özellikle bir yaşam pratiği var. Bize gündelik ekmeğimizi ver. Bizi kötü olandan koru. Ve bunların içerisinde Tanrı'nın görevi var ve benim de görevim var. Ve bana en çok verilen görev bu duanın içerisinde başkalarının günahlarını bağışladığım gibi sen de beni bağışla. Ve özellikle özellikle bu duanın içerisinde hani bana düşen görev benim pratiğim bana karşı hata işleyenleri bağışlamak. İlk bununla başlıyoruz. Çünkü bağışlamadığın zaman aslında ilerleyemiyorsun. Öğrenci ilerlemesi gereken bir kişidir. Yeni şeyler alabilmesi gereken bir kişidir. Bir özlü söz der ki, dolu bir kase yeniden doldurulamaz. İlk önce boşalması lazım. Bağışlama aslında bizim öğrenme kapasitemizi boşaltan unsurlardan bir tanesi. Bana yapılan hataları bağışlıyorum çünkü beni Tanrı bağışladı. Benim için, benim günahlarım için çarmıhta öldü. Şimdi bunu bilen bir öğrenci, arkasından düşmanını sev sözünü öğrenen bir öğrenci, arkasından ölç benimdir ölç almayacaksın sözünü İsa Mesih'ten işiten bir öğrenci artık bağışlamakta özgürdür. Çünkü bilir ki bana karşı işlenen günahların hesabını isamesiz soracak. O zaman ne yazık, ne kadar üzücü bir durum bana karşı hata işleyen insanlar için. Çünkü ben kurtuldum ve o insanlar daha kurtulmadı. O insanlar isamesiz hesabı verecek ve Tanrı diyor ki o insanları sev. O insanlara merhamet et. Çünkü o insanlar bana hesap verecekler. [00:10:58] Speaker A: Bazen insanlarla paylaştığımızda Daha birkaç hafta önce oldu bu. İman etmek isteyen bir kişi geldi kilisemize ve anlatıyorum. Ya dedi her şey tamam da bu bana eziyet eden insanları, bana karşı günah işlemiş insanları affetme konusu dedi. Onu dedi yapmak çok zor ve orada yani hızlı cevap vermek istiyorsun. Yani Tanrı senin günahlarını affettiyse sen de onları affedeceksin filan ama bir yanda düşünmüyorsun bazen. Ya bu kişiye neler oldu acaba geçmişinde? Yani Tanrı sanki o geçmiş zorlukları, günahları, sana karşı yapılmış o eziyetler olabilir. Sonuçta yaşadığımız ülkenin haberlerine bakınca tahmin edebiliyoruz insanlar neler yaşıyor bu ülkede. Ve bu dünyada bakınca hızlı konuşmak istemiyor. Ya affet gitsin. Sanki böyle hafif bir affetme değil. Bir bedelli bir affetme. Senin günahlarının affedilmesi için bir bedel ödendi. Haksız biri bir bedel ödedi İsa Mesih. Şimdi aynı şekilde sen de hak etmelilen bir şeyi sunman gerekiyor. Yani İsa Mesih'i hak etmediğin bir şeyi sana sundu ki sen de diğer insanlara hak etmediklerini verebilesin. Hak etmedikleri ney? Af. Hak etmiyorlar aslında. Af dilemiyorlar, özür dilemiyorlar, umurlarında bile değil. Belki onlar unutup geçse sen hala hatırlıyorsun. Ama konu o değil zaten. Sana sunulanı sen de sun. Sana verileni sen de ver. [00:12:03] Speaker B: Öyle bir şey var ki bu bir süreç yani İsa Mesih'e iman etmekle bu sürece giriyoruz ama bu sürecin içerisinde İsa Mesih'i tanıdıkça onun bizi nasıl bağışlattığını, bağışlatmak için ödediği bedeli ve benim asla bu bedelle kıyaslanamayacak bedellerimi Özellikle iki köle benzetmesini biliriz. Bin talent borcu olan bir kölenin bütün borçları bağışlanır. Ondan sonra o köle bütün borçları bağışlanmış rahat rahat sokakta dolaşırken bin talentın binde biri oranında bir yüz dinar gibi bir rakamın kendisine borçlu olduğu başka bir kölenin yakasına yapışır ve der ki bana borcunu öde. Ve hapse attırır. ve hapse attırır. Arkasından efendi bunu duyar ve gider, ya senin bin tavan borcunu bağışladım, sen bu yüz dinar borcu olan köleyi bağışlaman gerekmez miydi? Çünkü senin çok daha büyük olan borcun bağışlandı. Şimdi İsa Mesih'in bizi kurtarma eylemi de budur. Benim Tanrı'ya karşı işlediğim, Doğduğum andan itibaren, bir de zaten Adem'in günahını da miras almışım. Yani zaten ben günahlı doğmuşum. Bir de üstüne üstlük onun da üstüne ben eklemişim. Bütün yaşamım, Tanrı'yı tanımadan önceki bütün yaşamım, Tanrı'ya karşı bir isyan bütünlüğü. Yani her şey içinde var. E, bin talent borcu yaptım mı? İsa Mesih'te bin talent borcum silinince, şimdi bana eziyet eden insanlar, o terazenin kefesinde yüz dinar borca tekabül ederler. Benim Tanrı'ya karşı işte diyeyim günahları ama bizim maalesef şöyle bir şeyimiz var. Kendimizi her zaman daha doğru görme. Yani hayır ben daha doğruyum, hayır ben haklıyım, hayır ben, hayır ben, hayır ben. İşte burada biz İsa Mesih'le tanıştığımızda İsa Mesih de ben, ben, ben diyecekken hayır diyor. Sen, ben değil. İsa Mesih özellikle Filipinliler de ululuğunu bir kenara bıraktı. [00:13:49] Speaker A: Kendini alçalttı. [00:13:50] Speaker B: Kendini alçalttı ve bir insan benzeyişinde yeryüzüne geldi der. Yani o bunların hiçbirini yapmak zorunda değildi ama bizim için yaptı. Demek ki ben çok değerliyim. Demek ki bana çok büyük bir değer verildi ve ben kurtarılayım diye bir masum, günahsız benim yerime öldü. E o zaman onun ölümünü boşa çıkartmamalıyım. Yani onun yükü var benim omuzlarımda ama bu yük bir görev yükü değil. Bu minnettarlıkla yapılabilecek bir şey. Yani ilk önce ben İsa Mesih'in yaptığı büyük işi algılamalıyım. Öğrenci olmak işte budur. İlk önce öğrenmem gereken şey İsa Mesih'in yaptığı işin büyüklüğü ve aşkınlığıdır. beni fersah fersah aşan şeydir. Zaten o büyüklüğü fark ettiğimde bana karşı işlenilen hatalar devede kulak, karınca. Yani ama şimdi o zaman ben yaralandım, beni yaraladılar. İyi de doğduğumuz andan itibaren yeryüzünde yaşamak demek, büyüdüğümüz süre içerisinde yaralanmak ve acı çekmek demek. Yeryüzü böyle bir yer. Yani yeryüzünde hiç kimse seni yaralamasa koşarken düşersin ve dizini kendin yaralarsın. Bunun için kendini suçlayamazsın. Dersin ki ben düştüm. Ama başkasından gelince özellikle hayır o yaptı, haksızlıktı bu diyoruz. Peki bizim Tanrı'ya karşı yaptıklarımız? İşte bunu idrak ettiğimizde öğrenci olma işi bunu idrak etmekle başlıyor ve bu bir süreç. Yani bu sürecin içerisinde kıdemli, başkıdemli öğrenci diye bir şey yok. Hepimiz öğrenciyiz ve hepimiz bu süreçte yavaş yavaş, adım adım onun sözünü tanıdıkça gelişiyoruz ve bu yüzden de aslında bizim bu öğrencilik işini fark etmemiz gerekiyor. Benim görevim öğrenmekse, ilk önce Mesih'in benim için neler yaptığını çok iyi öğrenmeliyim. [00:15:45] Speaker A: Şey geliyor aklıma, dirilmiş olan İsa Mesih'i gören Thomas'ın, onu görünce Efendim ve Rabbim diye önünde diz çöküşü. Orada Tanrı'yı nasıl algılamamız gerekiyor? Tekrar eski yerine, Aden bahçesinde indirmeye çalıştığımız o tahtını da tekrar görmemiz gerekiyor. O Rab, o Efendi, eğer gerçekten o Kral ise, her şeye egemen olan Rab ise, ben ona nasıl da Kralsın ama yapmayacağım. Çok ağır bir şey istiyorsun benden dediğimde ben aslında orada onun Rabbiliğini tekrardan istemiyorum. Ben karar vereceğim. Bir nevi o kendimi o tahta geri oturtma çaban başlıyor. Lütufkar, büyük bir merhametinden dolayı orada o şey Adem bahçesinde olan tekrarlanmıyor. İsa Mesih'in sunduğu kurtuluştan dolayı, kutsal ruhun varlığından dolayı. Fakat içsel kavgamız hala devam ediyor. Ben o tahtta oturmak istiyorum. Talebe olmak da bence böyle bir şey. Yani talep ediyorum, ben senin taleben olacağım, ben senin yollarında yürüyeceğim, ben senden öğreneceğim. Öğrenirken de yok ya fazla şeymişsin hocam. Yani burada Petrus'un hemen önceki dediğim gibi yine ayette İsa yapamazsın. İsa Mesih'e ne yapıp yapamayacağını söyleyen bir talebe var orada. Biz de bazen Tanrı'yla böyle güreşiyoruz. [00:16:48] Speaker B: Evet. [00:16:49] Speaker A: Yani bunu da isteme benden. İstiyorum. Şimdi orada kim Rab? Sen Mirab'sın. Rab olan Tanrı, gerçek Tanrımın Rab. [00:16:55] Speaker B: İşte burada matta özellikle biraz önce matta 16-24'te okuduğun söz daha da katman katman açılmaya başlıyor. İşte kendini inkar etsin ardımdan gelsin. Yani bu kendini inkar her defasında yeniden yeniden fark ettiğimiz bir şey. Biraz önce ne güzel söyledin. Yeniden o tahta biz oturmaya çalışıyoruz. İlk kendini inkar etmek o tahtın bana ait olmadığını fark etmekle başlıyor. O taht bana ait değil. Ama tabii ki şimdi izleyicilerimiz yanlış anlamasın. Biz burada öyle bir Hristiyan figürü çiziyoruz da hani bu Hristiyan figürü ilk iman ettiği anda mükemmel Hristiyan mı oluyor? Hayır bu yaşam boyu süren bir şey. Bu ömrümüz alacak bunu. Ömrümüz boyunca bunu yaşayacağız. Yani bunun tamamlandığı işte hani bizim topraklarımızda var ya erdi diye bir kavram var. Yani ermiyoruz. Bu konuda geliştikçe gelişmeye devam ediyoruz ama ereceğimiz bir nokta yok. Ama gelişmeye devam ediyoruz. Gelişmeye devam ettikçe son artık nefesimizi verip de İsa Mesih'le baş başa kalacağımız o göksel diyara gidene kadar bu konuda gelişmeye devam ediyoruz. Bu süreç bitmiyor. Kimsenin elinde sihirli bir değnek yok. Din mükemmel Hristiyan. Olmuyor bu. Mümkün değil. [00:18:13] Speaker A: Ama orada işte Tanrı'nın yüceliğini görmek, tekrar ve tekrar Tanrı'nın sevgisinin mükemmelliğini, o derinliğini anlayınca o hedefe yürümek daha mümkün kılınıyor. Ve İsa Mesih talebelerini Yuhanna 8'de yine davet ediyor. 8.31'de ve 8.32'de. ''Eğer benim sözüme bağlı kalırsanız gerçekten öğrencilerim olursunuz. Gerçeği bileceksiniz ve gerçek sizi özgür kılacak.''. [00:18:33] Speaker B: Bak ben bu söze bayılırım ve bu sözü her yerde de kullanırım. Gerçeği bileceksiniz ve gerçek sizi özgür kılacak. Bazen şu söz bir gerçektir. Bu yaşam bir ilizyon gibidir. Bu yaşamda kendi kendimizi kandırdığımız çok fazla ilizyonlarımız var. Ama Tanrı'nın sözü bu ilizyonların ki o sözde diyor ki gerçeği bileceksiniz, gerçek sizi özgür kılacak. Peki soru bu. Neyden özgür kılacak? Ne var ki çevremizde? Bu ilizyonlar var. Ne var ki çevremizde? Yalanlar var. Neyden özgür kılınacağız? Kendimizi tutsak kıldığımız yalanlardan ve ilizyonlardan özgür kılacağız. Çevremizde birçok gerçekmiş gibi gözüken ama gerçek olmayan ki gerçek dediğimiz zaman burada bahsettiğimiz gerçek, Tanrı bilgisi gerçeği, Tanrı'nın ortaya koyduğu gerçekler, bilimsel gerçekleri bunun içine katmıyoruz yani bilim Tanrı'nın bir armağanıdır. Tanrı'nın sözünün gerçekleri bizi esasen gerçek sandığımız yalanlardan özgür kılmakla başlıyor. Bunları nasıl ifade edelim? Düşün ki her tarafımda birçok zincir var beni bağlı tutan ve beni tutsak kılan. Ve ben Tanrı'nın gerçeklerini her öğrendiğimde bir tane zincir yok oluyor. Her yeni bir şey öğrendiğimde bir başka zincir yok oluyor. Ve eskiden seni böyle yere doğru sürükleyen o ağırlık veren o yükler hafifledikçe hani ben şey diyorum bunu benim gibi kilolu olanlar bunu bilir. Böyle 1-2 kilo versem koşarım ben. Hani neden? Şu an o 1-2 kilonun ağırlığını yaşıyorum ama onu verdiğim zaman koşacağım ben çünkü bir hafifleme gerçekleşiyor. Bu zincirler de böyledir. Hani 1-2 bir şey daha ondan kurtulduğunda onun hafifliğini yaşıyorsun. Diyorsun ki ya koşarım ya ben artık. Ve İsa Mesih'in sözüne bağlı kalmak işte kutsal yazılara bağlı kalmak Öyle bir şey. Öğrenciyi her zaman nasıl gözümüzde canlandırırız? Kitabını alıp okula giden kişidir değil mi? Bir okuması gereken dersleri vardır, okulda öğretmeni vardır ve orada hazır bulunması gerekir. O zamanın ona ait olması gerekir. Hristiyan için de bu böyledir. Bu yaşamın kendisi bir okuldur ve bu okul içerisinde bir kutsal kitabımız var, bir de bize öğreten İsa Mesih var. Kutsal kitabımıza bağlı kalmalıyız. Kutsal kitabın sözünün otoritesi benim manipüle edebileceğim bir şey değil. Benim üstümde bir şeydir. Onun benim üstümde olduğu gerçeğini kabul etmeli, ona doğru yaklaşmalı. Öğrenciliğin getirdiği bir şeydir bu. [00:20:58] Speaker A: Kendimi altı atman gerekiyor öğrenebilmek için. [00:20:59] Speaker B: O sözün altında olman gerekiyor. Hani o sözü kendi kafana göre eğip bükme hakkına sahip değilsin. [00:21:06] Speaker A: Doğru. Hocam bir de ama talebe olmanın bir bedeli de var. Yani İsa Mesih'in öğrencisi olmanın... Belki bu Batı ülkelerinde, Hristiyanlığın çoğunlukta olduğu ülkelerde bu o kadar göze batmayabilir ya da farkında olmayabilirsin. Şey gibi gelir, ya herkes Hristiyan değil mi zaten? Zaten böyle bir filmleri izleyip her şeyi gerçek sanma düşüncesi oluyor insanlarda. Sanki bütün Amerika Hristiyanmış gibi. Yaklaşık yarısı, yüzde altmış. Tanrı'nın varlığına inananlar çok daha fazladır da gerçekten kiliseye giden, yani devamlı katılan %50, %40, %60 bölgesine göre değişir. Bizim ülkemizde, çoğunluk Müslüman olan bir ülkede, İsa Mesih'in talip olması bir tık daha zordur. Bir tık. Ve insanları bir şeye davet ederken hem İsa Mesih'in yüceliğini ve İsa Mesih bunu kendisi yapıyor, hem de onu takip etmenin zorluklarını... Zaten davet ederken de çarmıhını yüklenip ardımıza gelsin. Otomatik olarak çarmıhı taşıyan kişi, çarmıha gerilecek kişidir. Yani bir bedel ödenecek bir zorluk var bu hayatta. Bir yandan İsa Mesih'in, Tanrı'nın yüceliği, Tanrı'nın sevgisi, çarmının mükemmelliği ihtiyacımız. Bir yandan da bu hayatın zorluğu. Sanki bunu bakarken bunlar olmayacakmış gibi gelebiliyor insana. İsa Mesih Tanrı'yla bağım var artık ya. Bu dünya bana ne yapabilir dedikten sonra işten kovulma. Bunu dedikten sonra evlatlıktan ret. Dedikten sonra arkadaşlarının seninle. bir ilişkisinin olmaması ya da onu kesmesi. İsa Mesih'in sadece bir sözünü okuyup, senin de düşüncelerini almak istiyorum bu konuda. İsa Mesih yine öğrencilerle konuşuyor. Bitirdiği şey öğrencim olamaz. Kimler öğrencim olamaz? Şöyle diyor. Şimdi bu ayette ne yapmamı istiyor? Annemi, babamı, çoluğumu, çocuğumu? Ret mi edeyim? Sokağı mı atayım? Sevmeyeyim mi? [00:22:42] Speaker B: Yok, hayır. Bu sözde bahsedilmeye çalışılan şey bundan çok daha büyük bir şeydir. Arkanda bırak, terk et derken kastın aslında tümüyle terk etme değildir. Çünkü Tanrı'nı sev, komşunu kendin gibi sev diyen Tanrı, anne babanı, eşini, çocuğunu sevmemeni senden beklemiyor. [00:23:00] Speaker A: Yani düşmanını sev diyor sonuçta. [00:23:01] Speaker B: Aynen öyle. Bunların hepsini sevmeni ve bunların hepsine hizmet ederken Tanrı'ya hizmet eder gibi hizmet etmeni bekleyen bir Tanrı'dan bahsediyoruz. Ama bu diyor ki bunların üstündeki bütün mülk taleplerini, bütün o gururunla ortaya koyduğun taleplerini bırak. Bunları dahi bana teslim et. [00:23:21] Speaker A: Aynı zamanda hocam şeyde tarafı da var. Yani bir o tarafı var, bir de günü geldiğinde bu kişiler sevdiğin pozisyon, iş ya da maddi bir yatırımın artık ne olacaksa senden talepleri olacak. Senin onlardan olan taleplerin gibi onların da senden talebi olacak. Mesela eğer diyelim ki Hristiyan oldu bir kişi. Annesi babası geldi. Ya o inancın, ya geri döneceksin Müslüman ya da seni evlatlığından reddediyorum. Belki çok varlıklı bir haldesin. Evlatlığından da redde olacaksın. Hiçbir şey alamayacaksın. Seninle hiçbir şey paylaşmayacaklar artık. Hiçbir zaman sana destek olmayacaklar gelecekte. İş kurmak isteyeceksin, yanında durmayacaklar. Evleneceksin, destek olmayacaklar. Bunların hepsine hayır demiş oluyorsun. Orada o tehdit geldiğinde, o ya ben ya Tanrı'nın, ya ben ya İsa dendiğinde, Orada gözden çıkaracak mısın onları yoksa İsa seni seviyorum ama karnımın da doyması gerekiyor. Seni seviyorum ama ailemin mutluluğu... Öyle bir ikilemde kaldığımızda da burada dediği gibi çok açık bir şekilde gözden çıkarmazsa öğrencim olamaz. Çarmıhını yüklenip, bu anlamda yüklenip ardından gelmeyen öğrencim. Olamaz. [00:24:18] Speaker B: İşte burada bir adanmışlık söz konusudur. Sen kendini neye adıyorsun? Yani senin için değerli olan şey ne? Senin için değerli olan şey 80 yıllık dünyadaki yaşayışının kalitesi mi? Yoksa bu dünyaya gözünü kapattığında kurtulmuş olman mı? Tanrı'nın göksel diyarına erişebilecek olman mı? Yoksa bunu yani kendi canını kaybedecek olman mı? Kurtuluşunu kaybedecek olman mı? Evet ne güzel söyledin. Tanrı mı? Para mı? Tanrı mı? Kariyer mi? Tanrı mı? İnsanlar mı? Eğer sen bu terazinin kefesinde Tanrı çünkü ben hak etmiyordum, beni hak etmediğim halde kurtardı diyen Tanrı'yı seçiyorsan burada her şeyi ait olduğu yerlere geri koymaya başlıyorsun ve Tanrı'ya ait olan değeri de ait olduğu yere geri vermeye başlıyorsun. Çünkü senin Tanrın bir saatten sonra kariyerin olmuşsa vay senin haline çünkü kariyerin seni kurtaramayacak. Bu dünya da işine yarar. Bu dünya da işin iş. Çok para. Kazanırsın. Bu dünyada rahat edersin. Etrafında sosyal çevren olur. Hiç sıkıntı değil. Ama ende sonunda bu dünya bitecek ve burası geçici bir yer. Kalıcı olan, gerçek olan. Nedir? Yani bu anlamda açıkçası İsa Mesih'in aynı zamanda bir başka sözü de şöyle der. Bunu da şöyle okuyayım sana. Dünyada sıkıntınız olacak ama cesur olun ben dünyayı yendim. Yuhanna 16.33. Evet bu dünyada sıkıntımız olacak. Bu dünyada her şey, çevremizdeki her şey bizi özellikle test edecek. Dürüstçe yani sınav dünyası klişe sözünü kullanmak istemiyorum ama bu dünyada her şey senin imanını zorlamak isteyecek. Çünkü yeterince zorlanırsa imanın kırılabilir ve kırılırsa da sen izlediğin bu yoldan geri dönebilirsin ümidiyle seni zorlamak isteyecekler. Çünkü bu dünya bizim dostumuz değil. Bu dünya Hristiyan'ın dostu değildir ama Hristiyan bu dünyayı sever. Neden? Bu dünyaya Tanrı'nın sevgisini verebilmek için bu dünyayı sever. Ama bu dünyaya ait değildir. Bizim göksel bir vatanımız var artık. Yeni iman eden kardeşlere söyleyebileceğim şey budur. Biz artık bu dünyaya ait değiliz. Bu dünyadayız ve bu dünyada bir amacımız var. Çünkü aynı zamanda İsa Mesih Yuhanna da şunu da söylüyor. Siz beni seçmediniz, ben sizi seçtim. gidip meyve veresiniz ve meyveniz kalıcı olsun diye sizi ben görevlendirdim diyor. Yani özellikle bizim aslında İsa Mesih'te bulunma amacımız da var. Yani amaçsız bir şekilde kurtarılmadık. [00:26:51] Speaker A: Evet, evet, evet, evet. O göksel vatan derken de bazen insanlar direkt şeye kayıyor hocam. Eski geçmiş inançlarımızdan dolayı bir cennet var, cehennem var ve burada böyle bir Araf gibi bir yerdeyiz, böyle denenme yerindeyiz gibi. İsa Mesih'in o sözü göklerin egemenliği, Orada bulunan egemenlik şimdi aranızda. Yani göklerin egemenliğini buraya getirilmesi için, ışığın burada artması için, sanki sıkıntı işinize diğer tarafta çok iyi olacak değil de, dediğin gibi yani diğer ayetlerden, verdiğin örneklerden dolayı söylüyorum. Yani evet burada Tanrı bizim bir şeyler yapmamızı istiyor. Amaç buradan çıkmak değil, amaç egemenliğin buraya gelmesi. Gelsin ki çoğalsın. Amaç ailemizin bozulması değil. Amaç annenize, babanızla sorun yaşayın değil. Amaç onlar da bilsin. Onlar da görsün Tanrı burayı hak ediyor. Sen Tanrı'nın yerini istiyorsun benden. Ben sana o yeri veremem. O Tanrı'nın yeri. Senin yerin de var. Seni de seveceğim. Kendimden daha çok seveceğim. Fakat o yer, istediğin yeri benim elimde değil. Hani İsa Mesih'in şeyi var ya, ben karar vermiyorum İsa'nın da sonunda oturacak kişiye. O yetki bende değil. Seni o tahta oturtamam. Oturtmaya çalışabilirim ve hayatımı mahvedebilir. O zaman dönecek olursak tekrardan bir talebeliğe. Bazen sorarlar, ben gerçekten hıristiyan mıyım? Yani ben gerçekten talebey miyim? İster istemez insanların böyle içinde doğan sorulardan biridir. Zaman geçer, biraz günahla güreşirsin, yenilirsin, yenersin. Böyle bir ilişki içinde bir hayatla, yolculukta sormaya başlarsın. Ya neye bakaraktan biz? Ben gerçekten Mesih'im anlamsız mıyım? Yani gerçekten Tanrı'yı tanıyor muyum? Bu soru bile bazen garip gelebiliyor ama şu an kulağımıza sorabiliyoruz kendimize. Bunun için farklı şeyler var. Dikkat edebileceğimiz hayatımızda hemen hemen hiçbiri şey değil. Tamam bu varsa kesin. Mesela örnek olarak söyleyeyim de takılmasa aklımıza, dinleyenler için. Yani ben Şöyle güzel şeyler yapıyorum. İşte ben Hristiyanım. İsa Mesih çok net bir şekilde uyarıyor. Bazılarınız diyor, yani peygamberlik yapanlar var benim adımla. İnsanları iyileştirenler var. Şunu yapanlar bu. Uzak durun benden, sizleri tanımıyorum diyeceğim diyor o gün. O zaman bir şeyi yapıyor olmak imanı göstermiyor, kanıtlamıyor. Ama nelerle var? Topluluk halinde böyle üç, dört, beş tane şey var. Onlara bir bakalım istersen. Ne geliyor senin aklına ilk olarak? [00:28:48] Speaker B: Ben aslında ilk olarak şununla başlamak istiyorum. Dedin ya ilk başta işte soru var, işte ben imanlı mıyım, ben gerçekten imanlı mıyım? Yani bu soru sağlıklı bir soru ve bir Hristiyan bunu yaşamı boyunca sağlıklı bir şekilde sordukça da gelişir. Yani çünkü bu soru sorulması gerekir. Bu sorunun sorulmadığı yerde problem vardır. Bu sorunun sorulmadığı yerde bu sorunun gereklerinin de yapılmadığı bir şey vardır. Yani bu soruyu kendimize sormamız gerekiyor. Ben bugün de soruyorum kendime bu soruyu. Ben gerçekten Tanrı'ya yeterince minnettar mıyım? Ben gerçekten O'nun benim için yaptığı şeylerin hala farkında mıyım? Çünkü bu soruyu sormamak demek şöyle bir konfor durumuna getiriyor. Ben Hristiyanım ya ne olacak ki? Ben Hristiyanım, ben Hristiyanım. İyi de gerçekten mi? Gerçekten Hristiyan mısın? Kendine bu soruyu soruyor musun? Bu soruyu sormak demek yeniden taşları doğru yerlerine oturtmak demek. Yeniden başa dönmek demek. İmanın ne olduğunu anımsamak demek. Bir düşünür der ki iman her gün yeniden sulanan bir çiçektir ve her gün ve her gün yeniden sulanması gerekir. Bu soruyu sormak o çiçeği yeniden sulamak için bir ön hazırlıktır. Bu soruyu sormuyorsan o çiçeği sulamayı bırakmışsın demek. ve ben oldum, ben büyüdüm, ben daha iyiyim demeye başladığın zaman artık o çiçek solmaya başlar, gururun çiçeği büyümeye başlar ve o aslında bir Hristiyan'ı yoldan çıkartan unsurlardan bir tanesidir. Elbette ki talebe olmanın özellikleri vardır. Bunlardan bir tanesi bizden beklenilen itaattir. Ama at gözlüğü takmış körü körüne bir itaat değildir. Bu itaatin bile altında bir anlayış yatar. Yani bu anlayış da gene Tanrı'yı sevmekten gelir. Yani sevmediğin birisine itaat edemezsin. Bir süre buna zorlanabilirsin. Başkalarının zoruyla, zoraki bir şekilde yaparsın. Ama kendi başına kaldığında itaatsizlik gerçekleştirirsin. Ve Tanrı itaatimizin bile gönüllülüğü Büyülük esasıyla olmasını istiyor. İçimizden gelerek olmasını istiyor. [00:30:52] Speaker A: Doğru. Doğru. O Yuhanna'daki söz. Yani beni seven sözümü uyar ya da sözümü tutar. Beni seven. [00:30:58] Speaker B: Evet beni seven. Peki o zaman sürekli sürekli Tanrı'nın sanki böyle bir talebi var bizden. Sevin beni, sevin beni. Tanrı bizim onu sevmemize ihtiyaç duyan bir varlık mı? Hayır. Bizim bizden daha büyük olanı sevmeye ihtiyacımız var. Bize karşılıksız her şeyi verene sevgi ilişkisine ihtiyacımız var. sevgisiz kalmış insanların ne kadar gaddarlaşabileceğini tarih boyunca birçok farklı örnekle görebiliriz. Birçok insanlar birbirlerine karşı birçok suç işlemişlerdir. Bunların hepsi sevgisizlikten gelir. Hiç kimse bir başkasına seni sevdiğim için sana zarar veriyorum demez. Bunların hepsi sevgiden ne kadar uzaklaşmışlığın göstergesidir. Çünkü sevgi sevdiğin zaman merhamet etmeyi, merhamet ettiğin zaman şefkat göstermeyi hatta sevdiğini kayırmayı kollamayı gerektirir. Eğer birisi sana zarar veriyorsa sevmiyordur. Sen birisine zarar veriyorsan sevmiyorsundur. O yüzden Tanrı özellikle sevginin bizle gelişmesini ister ve ilk olarak O bizi sevmiştir. Yuhanna 3. bölüm 16. ayet. [00:32:07] Speaker A: Doğru. [00:32:08] Speaker B: Tanrı dünyayı o kadar çok sevdi ki biricik oğlunu verdi öyle ki ona iman edenlerin hiçbiri mahvolmasın ama hepsi sonsuz yaşamayırız. Ve burada şöyle başlar. Tanrı dünyayı o kadar çok sevdi ki dünyanın o sıra Tanrı'ya sevgisi de yoktu. Sevmiyordu dünya Tanrı'yı ama yarattığı dünyayı Tanrı seviyordu. Dünya deyince hemen ekolojik sistem, hayvanlar, canlılar olarak mı algılıyoruz? Hayır. Yeryüzünde yaşayan Her bir insan için algılıyoruz biz bunu. Tanrı insanları o kadar çok sevmişti ki biricik oğlunu verdi. Neden? Çünkü insanlık mahvolacak. Çünkü insanlık mahvolmaya doğru gidiyor. Tanrı tanımazlık insanların mahvından başka bir şey değildir. İnsanların O sönmez ateş çukur olarak bahsedildiğimiz yere, o yargıya gidişinden başka bir şey değildir. Peki Tanrı'yı tanıyan, Tanrı'nın insana duyduğu sevginin farkında olan ve bunun için İsa Mesih'in gelmesi gerektiğinin farkında olan, Tanrı'nın yaptığı büyük işleri tekrar ve tekrar idrak eden, onu sevmekten başka bir şey yapamayacağını bilir. [00:33:15] Speaker A: Bir nevi bizim sevgimiz bile onun sevgisine bir tepki, bir cevap. Agape sevgisine, karşılıksız sevgiye, karşılıksız veriyor. Beklenti bir anlamda şey değil, hadi sevin beni şimdi değil. Biz o Agape sevgisine karşılık veriyoruz. O sevgiden dolayı, onun büyüklüğünden dolayı. Elbette yani birçok ayet var. İsa Mesih'in talebeleri nasıl insanlardır? İtaatten bahsetti. Notlarımızda da var. Meyve veren insanlar olmamızdan bahsediyor Kutsal Kitap. Yani özellikle Yuhanna 15'te. Sonra bakıyoruz sevgiyle yaşamak. Birbirimize olan sevgimizden bahsediyor İsa Mesih. Ben sizi nasıl sevdiysem siz de birbirinizi sevin. Böyle bir ilişkiye davet ediliyoruz. Sadece Tanrı'yla değil, insanlıkla, çevremizdeki insanlarla da. Aynı o esenliği, orada yaşadığımız esenliği buraya da yaymamız için verilen. Yani eğer İsa Mesih'in talebesiyseniz, eğer onun yollarını yürüyorsanız esenlik getiren insanlarız. Onun amaçlarından bir tanesi bu olmalı ve değişen karakter. Bazı şeyler var ya, yaşken eğilir değilim. Sen artık değişmezsin. Şu yaşta, 60 yaşında Hristiyan olmuş. Değişmezsin, böyle kalacaksın. İşte bazen öyle gelir. Yaştan sonra değişemeyiz. Yani kabul ediyorum ama değişmek mümkün değil. Sözleri bile ağzımızdan çıktığında, tabii Tanrı ne yapabilir, Tanrı ne yapamaz, biz karar veriyormuşuz gibi sözler söylemiş oluyoruz. Yani böyle karakteristik özellikler var. Bu ayetleri de elbette yayınlayacağız yorumda ama senin düşüncelerine başka ne tür karakteristik özelliklere bakabiliriz? Eğer ben soruyorsam kendime, ben gerçekten İsa mislinin talebesi miyim dediğinde ne geliyor aklına? Var mı eklemek istediğin bir şey ya da bunların bir tanesini açmak istersen? [00:34:34] Speaker B: Şöyle söyleyeyim, mesela meyve vermekten bahsettik. Meyve vermek nedir? Sonuçta doğadaki bir unsurdan biz şimdi hadi hop elimden armut çıkacak, bu elimden portakal çıkacak diye bir şeyden bahsetmiyoruz. Meyve vermek birazcık daha aslında yaşamımın bazı şeyler üretmesiyle doğru orantıldır. Yaşamım ne üretiyor benim? Yani insanlar olan davranışlarım ne üretiyor? Sevgi üretiyor mu? İşte hoşgörü üretiyor mu? Anlayış üretiyor mu? İsa Mesih'in sözlerini yaşıyor muyum? İşte bağışlayabiliyor muyum? Affedebiliyor muyum? Beni zorlayan insanlara karşı anlayışlı ve şefkatli miyim? İnsanlara O'nun sözünü duyuruyor muyum? İşimi dürüstçe yapıyor muyum? Tembellik... yapmaktan kaçınıyor muyum? Onun sözüyle zaman geçiriyor muyum? Bunların hepsi meyvedir. Ama bunların hiçbiri görev değildir. Bak bunları görev olarak yapmaya çalışırsan, ya demek ki yeni bir Hristiyan bunları bunları yapması gerekiyor. O zaman ben listeyi yaptım. Hadi bu görevleri yapacağım. Tükenirsin. Ama bunların hepsi ilk başta dediğimiz şey. Onun bize, bizim sevgimiz, onun daha büyük olan sevgisine karşılık bir cevaptır, bir diyalogdur. Yani o çok sevdiği için, onun sevgisini fark ettikçe, onun sevgisinin büyüklüğünü fark ettikçe bu sevgi benim içimde doğal bir şekilde oluşuyor. Ve bu doğal bir şekilde oluşan sevginin de üretimi olacak. Ne üretecek bu sevgi? Bağışlama üretecek, alçak gönüllülük üretecek, çalışkanlık üretecek, dürüstlük üretecek, disiplin üretecek, Tanrı'nın sözüne olan daha büyük bir açlık üretecek. Meyve dediğimiz zaman bunlardan bahsediyoruz. Ve bunlar açıkçası başkalarına hizmet etme isteği üretecek. [00:36:15] Speaker A: Meyve deyince ya da ürün deyince elbette otomatik olarak gelen bir ayet var aklımıza. O Galatyalılar 5'teki senin de değindiğin birçok söz var orada da. Ruhun ürünü ise aynı zamanda İsa Mesih'in talebesi olmak bu meyveler biz değil, bizde var olan ruhun meyvesi. O kutsal ruhun içimize yani Mesih'in talebesi olmak demek, kutsal ruhun varlığı olması demek. Ruhun ürünü ise sevgi, sevinç, esenlik, sabır, şefkat, iyilik, bağlılık, yumuşak huyluluk ve özdenetimdir. Eğer arıyorsan, direk bir checklist yapacaksan var mı bunların hayata? Ve ne kadar var? Bazıları daha fazla olabiliyor karakterimizden dolayı. Daha fazla görünür oluyor. Bazılarına biraz daha zorlanıyoruz. Ama böyle bir listemiz de var aslında. Bu kutsal kitapta gördüğümüz. O zaman bir şey daha eklemek isterim. Bu listemizde koymayı unuttum bence. Tövbe. İsa Mesih'in talebesi olmak demek. Eğer bir günah işlediğinde, içsel anlamda günah işlemiyorsun değil, herkes günah işliyor. Bunu biliyoruz. En iyi Hristiyan diyeceğin kişi bile hayatındaki, o da günah işliyor. Bunu varsayarak söylüyoruz. Günah işlediğinde yüreğin acı çekiyor mu? Yani günah işlediğinde o lay lay lon bir şekilde yaptık sonra özür dileriz değil de neden yaptım ben bunu? Hani yapmamam gerektiğini biliyorum ama yaptım. Bu Paulus'un böyle içsel bir savaş. Bu savaş varsa bu da aslında bizim için bir işarettir. Gerçek bir, samimi bir çaba var orada. Bence bu da kendimize kullanacağımız aynalardan biri. Günah işleyip ya bir kereden bir şey olmaz diyorsan günahı hafife alıyorsun. Günahı hafife alıyorsan Tanrı'nın sevgisine de o kadar muhtaç değilsin. İşte de onun kurtuluşuna. [00:37:33] Speaker B: Haklısın Özgür. Şimdi bunu soyut değil de biraz somutla anlatmaya çalışalım. Eşin var, eşini çok seviyorsun. Eşine karşı, ki eşin de seni çok seviyor, eşine karşı bir hata yaptığında, o hatayı hemen o an yaptığında fark etmezsin. Ama eşinle olan ilişkinde bu hatanın dalgalanmaları olur ve bir yerde fark edersin. ve ondan sonra eşini çok sevdiğin için ona karşı yaptığın hatadan dolayı rahatsızlık hissedersin. Aynı şey, günah da aynı şey. Günah işlediğin zaman çok sevdiğin Tanrı'yla olan ilişkinde bir dalgalanma olur. Bunu fark edersin ve bunu fark ettiğinde o günahın aklına gelir. Evden çıkarken genellikle ayakkabılıklar vardır ve ayakkabılıklarda bir ayna vardır. Çıkarken insan böyle kendine bir çekidüzen verir. Yani üstüm başım yerinde mi, dışarı çıkıyorum, insanın önüne çıkıyorum diye. Kutsal yazılar da aynı şekilde bize bir ayna tutar her zaman için. Bize doğrunun ne olduğunu gösterir. Olması gereken doğrudan bahseder. Ve biz bu aynaya baktığımız zaman otomatikman bu aynada böyle olması gerekiyor. Benim buram kırışmış, dur düzelteyim. Burası doğru durmuyor. Bu tişört olmadı, bunu değiştireyim. Fikri uyanır. Bu aynayla zaman geçirdikçe, Tanrı ile ilişkin içinde zaman geçirdikçe, ışık karanlıkta parladıkça biz yanlışlarımızı fark ederiz. Yanlışlarımızı fark ettiğimiz zaman bizi doğrunun ne olduğuna ikna eden Tanrı sayesinde samimiyetle tövbe ederiz. Yanlışının farkında olmazsan tövbe edemezsin. Yanlışın yanlış olduğunu fark edebilmek için doğruyla zaman geçirmek gerekir ve doğru da Tanrı'nın sözünde gerçekleşir ve Tanrı'nın yaşamımızdaki etkilerinde görünür. Biz günahkarız ve her gün günah işleriz ama günahımızı fark etmediğimiz sürece yeterince o doğrularla karşı karşıya gelmemiş o ayna bize yanlışımızı göstermemiş demektir. O zaman tövbe edemiyoruz. Tövbemiz de ancak ve ancak o doğrularla karşı karşıya geldiğimizde o ışık, o ilişkimizdeki o dalgalanma bizi rahatsız ettikçe gerçekten doğru bir tövbe oluyor. Evet öğrenci sürekli tövbe eder. Neden tövbe eder? Çünkü her zaman o sözle yakın durdukça, Tanrı ile ilişkide yakın durdukça o dalgalanmayı fark ettiğinde kırdığı yüreği fark eder, yanlış yaptığı davranışı fark eder ve ondan sonra da Tanrı ile ilişkisinin yeniden düzelmesi için samimiyetle içinden gelerek o ilişki zedelenmesin diyerekten tövbe eder. Çünkü günah, Tanrı'nın hoşnut olmadığı şeydir. Ve bu yüzden de aslında talebenin hayatında, bir Hristiyanın hayatında tövbe etmek her zaman yapılması gereken bir şeydir. [00:40:07] Speaker A: Amin. Son olarak da o zaman kapatırken de şuna değinerek kapatalım. Bir insan İsa Mesih'in talebesi olduğu andan itibaren İsa Mesih'in yani Tanrı'nın sevgisini tattığında, Tanrı'nın sevgisini bir nebze elbette hepsini değil de Tanrı'nın sevgisini gördüğünde kurtuluş, o kurtuluş esenliğini ve coşkusunu yüreğinde hissettikten sonra yaptığı, şöyle söyleyeyim, yapmak zorunluluğundan daha çok yine o sevgiden dolayı yaptığı bir şey var. O da paylaşmak. Bu çok doğal bir adım. Yani hem bir araya gelmemiz söyleniyor Kutsal Kitap'ta. Yani kardeşlerine eğer, biliyorum yani bazı kardeşlerimiz bir köyde, bir küçük bir kasabada, kilise yok. Ama birkaç kardeş varsa bir araya gelmeyi diyor eksik etmeyin. Unutmayın aynı zamanda bu sözü, bu müjdeyi gerçekten senin bu acına, senin bu yarana merhem olduysa bu merhemi bir nevi insanlarla paylaşmak da bize verilen emirlerden bir tanesi. Elbette sadece İsa Mesih'i paylaşmak değil, Tanrı'nın sözünü paylaşmak değil. İsa Mesih'in öğrettiği her şeyi insanlarla paylaşmak, etrafımızdaki insanlarla bize verilen görevlerden bir tanesi. Sorumluluk böyle, aferin sen bir beş yıl yaşa ondan sonra paylaşabilirsin değil. Herkes aldığı kadar, Tanrı'dan aldığı kadar sorumlu. Tanrı sana bunu verdiyse, şunu verdiyse sen ondan sorumlusun sadece. Daha fazla verdiyse daha fazla sorumlusun. Yeni iman eden kişi de, daha yeni bir şey de ama ondan sorumlu. Yine bir paylaşma sorumluluğu var. Elbette bunu bilgelikle yapması gerekiyor. İnsanları böyle kızdırmak için değil ya da onları gayağına getirmek için değil de gerçekten bir müjde var. Bunu paylaşmak istiyorum diyerek etrafındaki insanlarla paylaşması verilen sözlerden biri var mı hocam bu söz hakkında? Senin sözünü kapatalım. [00:41:33] Speaker B: Bu da aslında bu sevginin bir üretimidir. Düşün ki gözlerim açıldı, görmeye başladım ve etrafımda henüz gözleri açılmamış, gözleri açılmadığı için, göremediği için ulaşması gereken yerlere ulaşamayan insanları görüyorum. Ne hissederim? Bu insanlara yardımcı olmalıyım. Bizim paylaşmaktan kastımız ya da işte inancımızı paylaşmaktan kastımız aslında şöyle bir örnekle özetlenir. Biz aş evinin nerede olduğunu bilen bir evsiziz. Başka açlara aş evi burada diyoruz. Gel ve karnını doyur. Burada ücretsiz ekmek var, burada bedava yemek var, burada sıcak bir ev var ve ben buranın nerede olduğunu biliyorum. Henüz sen bilmiyorsun. Gel ve sen de faydalan. Bizim paylaşırkenki pozisyonumuz bundan ötesi değil. Ha, paylaşabilmek için kutsal yazıları çok iyi bilmeli miyim? Hayır. Tanrı'nın senin hayatında yaptığı şeyi anlatman yeter. Tanrı senin hayatında ne yaptı? Tanrı gözlerimi açtı. Eskiden göremiyordum bu gerçekleri, artık görebiliyorum. Tanrı beni kurtardı. Eskiden ben bu kurtuluşun farkında değildim. Yaşamın amacı sadece bu zannediyordum. Bundan kurtuldum. Ve bunların hepsi gene bu sevgi çekirdeğinin etrafında. Birleşir. Yeter ki onun sevgisini fark eden Mesih imanlıları olalım, Hristiyanlar olalım, o sevgide büyüyelim. Zaten paylaşmadan duramayacağız. Çünkü isteyeceğiz ki çevremizdeki insanlar da bu sevgiyi tatsın. Onlar da bunun farkına varsın. Onlar da bundan yararlansın. Çünkü onların da kanayan yaraları var ve onların da yaralarına bu sevgi merhem olacak. [00:43:03] Speaker A: Doğru. Doğru. [00:43:05] Speaker B: Bizdekini bu sayede başkalarına verebiliyoruz. Çünkü bizde fazlasıyla var. O kadar fazla ki hani bunu vermezsem içimde patlayacak. Evet. Yani bunu bir şekilde paylaşmam lazım, bir şekilde anlatmam lazım. Bu sadece bir görev olarak değil. Evet de, Matta 28'de, 19-20'de diyor, gidin bütün ulusları öğrencilerim olarak yetiştirin. Ama bu, ya şimdi bana yetiştirme görevi verdiler. Gideyim bir iki kişiyi yetiştireyim de bu görevden kurtulayım, üstümden atayım şu sorumluluğu. Ondan sonra ben de kafama göre La ilahe illallah hayatımı yaşayayım diye bir şey değil. Bu içimden geliyor. Bu seni gördüğüm zaman anlatma ihtiyacı hissediyorum. Neden? Çünkü böyle seven bir Tanrı var. Onun sevgisi çok büyük. O seni de kurtarmak istiyor. Sen niye mahvolasın? Beni kurtardı. Benim senden farkım ne? Senin benden farkın ne? Benim senden tek farkım ben bu gerçeği gördüm, kurtuldum. Hadi gel sen de kurtul. [00:43:56] Speaker A: Ağzına sağlık hocam. Çok teşekkürler geldiğin için uzun bir mola verdik. Dilerim bu uzun bir mola olmaz bir daha. Ayda bir görsek mesela güzel olur yani. Çok iyi olur. Arkadaşlar çok teşekkürler bize eşlik ettiğiniz için. Sizi tekrar bekleriz. Yorumlarda düşünceleriniz bu konu hakkında İsa Mesih'in talebesi olmak ne demektir? Nasıl yürüyorsunuz siz bu yolda? Var mı sorularınız? Lütfen yorumlarda paylaşın bizlerle. Aynı zamanda İnstagram ve TikTok hesaplarımızdan da bize mesaj olarak yazabilirsiniz. Çok teşekkürler. Abone olmayı ve videomuzu da beğenmeyi unutmayın. Kendinize iyi bakın. Esen kalın.

Other Episodes

Episode 15

March 17, 2025 01:06:31
Episode Cover

Çocukluk Anılarımız, Neden Hristiyan Olduk ve Köfte Piyaz - Emre Uflazoğlu ile Derin Bir Sohbet

Çocukluk, Neden Hristiyanlık ve Köfte Piyaz - Emre Uflazoğlu ile Derin Bir Sohbet | Özgürce Podcast Bu keyifli podcast bölümü Özgürce'de sizlerle!   ️ Bu...

Listen

Episode 29

May 03, 2025 00:29:46
Episode Cover

Banu Çelik ile İznik Konsili: 1700 Yıldır Süregelen Tartışmalar

Özgür Jerdan'ın sunduğu 'Özgürce' podcast serisinin bu özel bölümünde, konuğumuz Banu Çelik ile 1700 yıl önce yapılan ilk Ekümenik konsil olan İznik Konsili'nin bilinmeyen...

Listen

Episode 34

May 31, 2025 00:42:16
Episode Cover

İslam’da ve Tevrat’ta Kurban Anlayışı | Neden Kurbanlık Keseriz? İnsalık için Nihai Kurban?

İslam’da ve Tevrat’ta Kurban Anlayışı | Neden Kurbanlık Keseriz? İnsalık için Nihai Kurban? Kurban Bayramı'na sayılı günler kala, kurban kesme geleneğinin anlamını ve tarihini...

Listen