Episode Transcript
[00:00:00] Speaker A: Arkadaşlar merhaba. Özgürce'ye hoş geldiniz. Bugün Metin Özköy hocamla birlikteyiz. Bugün çok güzel konulara bakacağız. En önemlisi Şamlı Yohanna'nın hayatına bakacağız. Şamlı Yohanna kimdi? İlk Müslümanlarla Hıristiyanlığı paylaşmış çünkü Şam işgal edilmişti. Onun hikayesine bakacağız. Sonrasında da sizden gelen en çok gelen sorulara bakacağız. Birincisi lütuf. Neden lütuf var? Lütufun etkisi nedir? Hristiyanlıkta Günandan kurtulmak o kadar kolay mı? Bir de İsa Mesih'in Çarmıh'taki o son sözü, son kaykırışı diyelim bir nevi, o cümlenin önlemine ve anlamına bakacağız birlikte. Hoş geldiniz. Hoş geldiniz hocam.
[00:00:32] Speaker B: Hoş bulduk Özgür.
[00:00:33] Speaker A: Güzel. Dedik ki fazla zaman kaybetmeyelim, tekrar bir araya gelelim ve oldu. Sıracı bir hafta geçti. Ondan sonra tekrar bir aradayız. Bugün çok güzel bir konuya bakacağız ama isterse mesela insanlar bizi dinlerken böyle Ya işi profesyonel olarak yapan insanlar değiliz. Bu işi severek yapıyoruz. Sevdiğimiz için yapıyoruz. Gönüllü olarak yapıyoruz. İnsanlar istemez bizi tanımak istiyor. Biraz seni tanıyalım. Ben de kendimden bahsederim o sırada ama ailenden biraz bahsedebilir misin? Tanıklığını daha önce vermiştim bir podcast'imizde. Nerelisin? Ailen? Ne durumda? Ne yapıyorsunuz? Kaç kişisiniz? Bunu açıklarsam ben de ondan sonra bana pas atarsın. Ben de devam ederim.
[00:01:06] Speaker B: İsmim Metin Özkaya, Sakaryalıyım aslen ama 2000 yılından beri Antalya'da yaşıyorum. Burada evlendim, 3 çocuğum var, 1 oğlum, 2 kızım var. Ne yapıyorum? Yıllarca kilise içerisinde hem diyakonluk hem pastörlük hizmeti yaptım. Şimdilerde biraz böyle bir dinlenmeye çekildim ama dinlenmek de yapabildiğimiz bir şey değil aslında. Yani içimizdeki bir önceki podcastta da dediğim gibi Rabbin sevgisi bizi paylaşmaya, daha çok onunla ilgili her şeyi anlatmaya teşvik ediyor, yönlendiriyor ve hani o yüzden buradayım.
[00:01:38] Speaker A: Biz de geldiğin için mutluyuz elbette. Sakaryalısın dedin yani oradan Antalya'ya taşındın. Burada, hayatın çoğu burada mı geçti? Sakarya'da mı? Nasıl bir bölüm bu?
[00:01:47] Speaker B: Aslında yani ben 18 yaşındayken Sakarya'dan çıktım ve Adana Osmaniye'de üniversite okumaya gittim. O yüzden memleketini biliyorum. Hem güzel şeylerini biliyorum.
[00:01:59] Speaker A: Bilmeyen yok hocam.
[00:02:01] Speaker B: Bilmeyen yok. Lezzetli lezzetlerini biliyorum. Orada güzel bir zaman geçirdim. Antalya'ya iş sebebiyetiyle gelmiştim ama ondan sonra kaldım burada. Yani ondan sonra da gitmek istemedim. Atatürk'ün sözü son derece doğrudur. Antalya gerçekten dünyanın en güzel şehiridir.
[00:02:17] Speaker A: Evet çok güzel. Ağustos ve Temmuz ayında sorguluyorsun bu inancı biraz. Yani Atatürk ne zaman geldi onu merak ediyorum. Nisan'da mıydı? Ekimde miydi emin değilim ama.
[00:02:27] Speaker B: İlkbahar ve sonbahar zamanları olsa yeridir. Ağustos ayında bence Antalya dünyadan kopup güneşe daha çok yaklaşıyor. Ayrı bir gezegen olma şeyine gidiyoruz.
[00:02:37] Speaker A: Adana'yla birlikte.
[00:02:38] Speaker B: Tabi tabi el ele tutuşup güneşe doğru.
[00:02:41] Speaker A: İnanılmaz bir sıcaklık var elbette. Benim de ben ne zaman taşındım? 4 yıl oldu. Ben yeniyim Antalya. İstanbul'da yaşadım bir 7 yıl öncesinde. Hastaneden alayım. Herkes, çoğu insanın bildiği gibi devamlı taş atıyorum insanlara o konu hakkında. Özgür'e ciğer konusunda. Galatasaraylıyım. Bunu da herkes biliyor kanalda. Evde 3 çocuğum var. 2 oğlan, 1 kız. Bir çocuk fark şeyinde. Sen de iki kız.
[00:03:04] Speaker B: Ben de iki kız.
[00:03:05] Speaker A: Ben de iki olandan sonra prensesi bulduk ve yarışmadan çekildik. Ben de artık kilisede seninle birlikte... Sen oradayken ben diyakon oldum bir nevi. Kilisede medya tarafına bakıyordum daha çok ama şimdi Konyatı Kilisesi'ndeyim. Sen dinlenirken ben bir yedek oyuncu oyuna dahil oldum. Rabbilerse birlikte daha çok çok hizmet edeceğiz Konyatı Kilisesi'nde, Antalya İncili Kiliselerinde. Böyle bir geçmişimiz var. Eğer sorularınız varsa bizim hakkımıza, geçmişimiz hakkında, neden Galatasaraylı olduğumu hakkında yorumlarda sorabilirsiniz ama bugün konumuz bu ağabeyciğim. Şamlı bir ağabeyden bahsedeceğiz. Şamlı Yuhanna. Şamlı Yuhanna nasıl biri? Çok az değinilen biri. Özellikle Batı tarafında bir eğitim aldıysanız, bir daha Amerika ya da Batı Avrupa tarafında Hristiyanlık bakış açısınız oradan geliştiyse, Şamlı Yuhanna ne kadar övülse de O kadar bahsedilmez. Durumundan bahsedilmez. Ne zaman yaşadı? Çok az insan bence ismini duysa bile bilmez. Yani ne zaman yaşadı bu adam? Belki çok önceleri olarak düşünebilir. Senin de okuduğun dokümanlarda birlikte çalıştık bu konuyu. Kendisi son kilise babası olarak, Ortodox kilisinde son kilise babası olarak adlandırılır. Ve çok özel bir yanı da var. İslam'la birleşen bir hikayesi var. Bunu biraz açıklar mısın? Çocukluğu, geçmişi hakkında nasıl bir insandı?
[00:04:14] Speaker B: Şamlı Yuhanna özellikle Emevilerin döneminde yani M.S. 675-676 yıllarında dünyaya geliyor ve babası özellikle Şam'da bir Hristiyan ama aynı zamanda Anlıyoruz ki güvenilir birisi ve Emevi Sarayı'nda maliyeden sorumlu işlerde görevli bir Hristiyan ve oğlunu da yetiştirmeyi seven birisi. Özellikle oğluna o dönemin dillerini öğrenmesi için keşiş getirtiyor özellikle ve onunla eğitiyor ve daha sonra babası yaşlanınca Şamlı Yuhanna babasından o işi devralıyor ve sarayda maliye işlerine bir Hristiyan olarak o bakmaya devam ediyor. Dönemin sıra dışı karakterlerinden bir tanesi açıkçası biraz önce dediğin gibi kilise babalarının sonuncusu bir dönem bitiriyor. Ama batıda birçok kişiye özellikle onun ilahiyata bakışı ilham veriyor. Özellikle Thomas Aquinas batıda çok bilinen birisi ama Şamlı Yuhanna için de açıkçası aslında Thomas'tan önceki Thomas. Denir. Çünkü sistematik ilahiyat bakış açısı var. Şamlı Yuhan'ın. Bizim bugün Hristiyanlık'ta sistematik ilahiyat dediğimiz şeyi, sorgulamacı ilahiyat, soru sormacı ilahiyat. Özellikle bunun aslında kilise babaları arasında birincisi sayılır. Babaların sonuncusu ama sistematik ilahiyatın babası.
[00:05:31] Speaker A: Evet, Thomas Aquinas. Onun da Aristoteles'in argümanlarının üzerinden yürüdüğünü görüyoruz. Ama onu çok öncesinde, yaklaşık bir 400 yıl önce, 300-400 yıl öncesinde Şamlı Yuhan'la yapıyor aynısını.
[00:05:42] Speaker B: Aynen öyle.
[00:05:42] Speaker A: Bir nevi o yolu açıyor. Thomas Aquinas için katolik kilisesinde doktor, kilise doktorlarından derler. Aynı ünvanı Şamlı Yuhanna'ya da veriyorlar.
[00:05:49] Speaker B: Aynen öyle. Yani bir ilahiyat doktoru olarak tarif edilir. Tabii döneminde birçok zorluklar görmüş ama bulunduğu coğrafya gereği aslında Şamlı Yuhanna bir köprü görevi görür. Yani Hristiyanlık ile İslamiyet arasında çünkü bulunduğu coğrafya gereği İslamiyeti de çok iyi biliyor ve büyüdüğü aile gereği aldığı eğitim gereği Hristiyanlığı da çok iyi biliyor. Ve ki Emevi Sarayı'nda maliyeden sorumlu bir kişi olarak onu gördüğümüz zaman otomatikman aklımıza şu geliyor. Demek ki yani bu mali işleri emanet edebildikleri güvenilir bir kişidir. Babası da aynı şekilde. Güvenilir değilsen seni o pozisyonda kimse tutmaz. Ama demek ki sen sözünün eri birisisin, yaptığın işin hakkını veren birisisin, o pozisyondasın.
[00:06:32] Speaker A: Kesinlikle. Dediğimiz gibi İslam yayılırken savaşlar aracılığıyla geldiler, Şam'ı ele geçirdiler. Geçirdikleri şehirde azınlıklar aslında Müslümanlar. Şey değiller yani bir anda şehir Müslüman olmuyor. Hristiyan çoğunluk var ve böyle bir eğitim almış. Arapça biliyor, Grekçe biliyor, Aramice bildiği varsayılıyor kiliseden dolayı. Böyle bir yetkin birini böyle bir göreve veriyorlar. Fakat Şamlı Yuhanna'nın ilginç yanı bence hepimizin belki aklımıza bile gelmez bu kadar argümanlarının sert İslam'a karşı sunduğu argümanlar gerçekten çok ciddi. Birçoğumuz için sen, ben bunu tekrarlasak, biz sunsak bu argümanları bugün çok ciddi etkileri olabilir hayatımıza. Ama Şamlı Yuhanna bunu İslam'ın daha başında daha ordular var, güç varken bunu yapabiliyor ve Emeviler buna izin veriyor. Yani Emeviler şey yapmıyor orada. Sen nasıl böyle konuşabilirsin? Bir diyalog var. Bir argüman sunabiliyor, argüman duyuyor, ona cevap veriyor.
[00:07:20] Speaker B: Aslında Şamlı Yuhanna için bahsedilen en önemli unsurlardan bir tanesi köprü dedik ya, dinler arası diyalog olayının da aslında yegane figürlerinden bir tanesi. Çok önemli figürlerindendir. Yani dinler arası diyalog bu yüzyılda başlamadı. Dinler arası diyalog ta o yüzyılda aslında başladı ve Şamlı Yuhanna bunu ilk başlatanlardan bir tanesi. Ve bu arada yani argümanları da öyle hani havada kalan argümanlar değil. Sonuçta İslamiyet'i biliyor. Kur'an'ı biliyor, İncil'i biliyor, Hristiyanlığı biliyor, ilahiyatı biliyor. Özellikle babası Şamlı Yohanna'nın eğitimine çok özenmiş. Örnek bir baba ve baba da Aslen Sür yani o bilgiye rastlıyoruz. Şimdi bu bilgiler 675 yılının bilgileri. Birçoğunu biz artık gerçekten bunu denemesine araştırmış araştırmacıların kitaplarından öğreniyoruz. Yani bazı şeyler acaba özellikle ki Ortodos Kilisesi'nin tarihinde yer alıyor. Bazı bilgileri parça parça bilebiliyoruz ama Şamlı Yuhanlı için araştırdığımızda bulduğumuz bilgiler gerçekten döneminin sıra dışı bir karakteri olduğunu gösteriyor.
[00:08:22] Speaker A: Kesinlikle. İslam'a bakış açısı gerçekten çok ilginç. Bence tahmin etmezdim yani böyle bir argüman sunulacağını. Çünkü İslam'a başka bir din gibi bakmıyor Şamlı Yuhan'la. İslam'la yüzleştiğinde, ona sorular geldiğinde, o cevaplarken ya da o soru sorarken İslam'a bakış açısı sizler, Müslümanlar bir nevi Hristiyanlığın bir altında bir sapkın bir öğreti olarak görüyor Müslümanlığı, İslam'ı. Ya da sapkın olmasa bir alt kolu. Mesela Ariyüsçüler gibi. Tamam kabul etmiyoruz fakat çok benzer fikirlerde görüyor onları Ariyüsçülük gibi, Neskiriler gibi.
[00:08:54] Speaker B: Özellikle bunu söylemesinin altında yatan unsur da ne? Çünkü sonuçta Hristiyanlığın içerisinde İncil'de İsa Mesih'in doğumundan ve İsa Mesih'in kimliğinden bahsedilir ve aynı sonuçta ifade Resulullah Allah'ın kelamı ifadesini hani Kur'an'da da görüyor ve buna dayandırarak diyor ki zaten İncil bundan bahsetti. Hani siz de bunu aslında sürdürüyorsunuz ama İsa Mesih'in İncil'de bahsedilen tam kimliğini hani bir Aryusçular gibi eksik el alıyorsunuz ve buna dayanaraktan Şamlı Yuhanna'nın yarattığı diyalog içerisinde onun için ilk polemik de denir. Hristiyanlık ve İslam arasında ve bu aslında bunu tartışmayı açıyor ve sonra da ilahiyatsal farklılıkları tartışarak devam ediyor.
[00:09:38] Speaker A: Şamlı Yuhanna'nın birçok eleştirisi var İslam'a karşı. Fakat birkaç tanesine bakacağız. Dediğimiz gibi bu Şamlı Yuhanna'nın sunduğu argümanlar. İlk olarak Muhammed'in peygamberliğini reddeden biri. Geçtiğimiz hafta cumartesi Ramazan'ın Arkan hocamızla birlikte baktığımızda yine o soruya yönelmiştim. Yani neden Muhammed'i kabul etmiyorsunuz? Şamlı Yuhanna ona bir yanıt veriyor. Yanıt nedir hocam? Neden kabul etmedi?
[00:09:57] Speaker B: Özellikle Şamlı Yuhanna'ya göre Muhammed Yahudi ve Hristiyan öğretilerini yanlış anlıyor ve açıkçası bu yüzden onun aslında peygamberliğini kabul etmiyor. Yani bu Şamlı Yohanna'nın o dönemde ki ortaya koyduğu düşüncelerden bir tanesi.
[00:10:13] Speaker A: Çünkü bildiğimiz gibi Kur'an'ın içindeki metinlerin %60, %70'i bazı kişilere göre daha fazla Tevrat, Zebur ve İncil'e çok benziyor. Hatta bazıları bizim kabul etmediğimiz farklı İncil'ler, sonradan yazılmış Nostik İncil'lerden alınma metinlerin de olduğunu iddia ediyor Kur'an'da. Elbette bunları bilen Şamlı Yohanna sunarken yani Sizin fikirleriniz uyuşmuyor. Birbirleriyle çelişkili bir anlamda. Tevrat, Zebur ve İncil ile çelişkili ve elbette diğer taraflardan alınmış metinleri de görebiliyor. Çünkü sonuçta o dönemde yaşıyor. O dönemin en eğitilmiş isimlerinden bir tanesi o bölgede. Sonrasında ise Kur'an'ın kökeni hakkında bir eleştirisi var Şamlı Yuhanna'nın.
[00:10:49] Speaker B: Yani o noktada Şamlı Yuhan'ın eleştirileri çoktur. Bulunduğu coğrafyada özellikle Hristiyanlık'la İslamiyet'i karşılaştırıyor ve bunu kitabi anlamda karşılaştırıyor. Yani Hristiyanlığın ilahiyatını kitaba dayanan ilahiyatıyla İslamiyet'in kitaba dayanan ilahiyatını özellikle kıyaslıyor ve bu noktada İsa Mesih'in kimliğine yapılan atıflarla açıkçası zıtlıkları daha fazla dile getiriyor. Ve daha sonra da tabii ki kurtuluş öğretisini özellikle. dile getiriyor. Kurtuluş öğretisindeki farklılıkları dile getiriyor. Yani sevaplarla, kurtuluşla, lütufla, kurtuluş arasındaki farkı oldukça çok vurguluyor ve bunun üzerine çok fazla söylemi vardır.
[00:11:31] Speaker A: Duyduğum en ünlü argümanlarından bir tanesi. Elbette bu kitabı Türkçe'ye çevirmeye başlayacağız çok yakında. Rab dilerse yıl sonuna yetiştirmeye çalışacağız ama sunduğu argümanlardan bir tanesi Mesela Kur'an'ın ve İslam'ın yasasına göre bir şeyi kabul etmek için, olup olmadığını kabul etmek için iki tane tanığa ihtiyaç var diyor. Fakat diyor, Kur'an'ın diyor Allah tarafından, Tanrı tarafından verildiğini gösteren iki kişi var mı? Yani bir Muhammed var fakat ikinci kişi nerede? Yani tanık yok. Tanık olmayan bir şeyi siz diyor hem bir inanç kabul ediyorsunuz hem bir kitabı kabul ediyorsunuz. Ama elinizde delil yok, elinizde tanık yok. Tanık olmadığı için de diyor, kitabınız geçerli değil. Kendi yasanıza uymuyor bu. Uymadığı için ben kendi yasanızı kullanarak ben sizin verdiğiniz Kur'an'ı kabul edemem diyerek bir argüman sunuyor çok ciddi. Dediğim gibi bu argümanı bugün sunsak direkt bir halk içinde bize yapılacakları tahmin edemiyorum ama Emevilerin sarayında yaşayan, orada iş işini ilerleten bir insan bunu o günlerde bile sunabiliyordu.
[00:12:24] Speaker B: Ya şöyle bir şeyi söylemekte çok fayda var. Birincisi, Yuhan'la agresif bir tartışmacı değil. Yuhan'la, özellikle Şamlı Yuhan'la, savlarını ortaya koyarken gerekçelerini de, referans noktalarını da çok güzel bir şekilde ortaya koyuyor. Yani İslamiyet'e verdiği eleştirileri ortaya koyarken kitabı da bildiğini de gösteriyor. Yani bizim bugün tabirimizle boş beleş konuşmuyor. Bütün düşüncelerini ortaya koyarken bunların referans noktalarıyla ortaya koyuyor ve karşısında da sonuçta kitaplarını bilen insanlar var. Eğer sen neye inandığını biliyorsan, referans noktalarını biliyorsan seninle tartışabiliriz. Bu aslında dinler arası diyalogda olması gereken bir şeydir. Yani sırf hemfikir olmadığın bir şey dile getirdiğinde bunun sonucunda birileri galeyana gelip sana tabiri caizse istemediğin şeyler yapmamaları gerekir. Aslında tam tersi, diyalog konuşabilmek demektir. Ben bir düşüncem varsa dile getireceğim ve sen de benim düşüncemi tez-anti tez mantığıyla referans noktası göstererek çürütmeye çalışacaksın. Ve bu açıkçası geliştiren bir şeydir. O yüzden de aslında Şamlı Yuhanna için inanç savunucusu denir. Yani Müslüman coğrafyasındaki ilk Hristiyan inanç savunucusudur. Ama bunu yaparken de agresif ya da boş yere basmayan argümanları kullanmaz. Gerçekten ne konuştuğu hakkında herkes karşısındaki Müslüman da bu adam boş konuşmuyor bilerek konuşuyor der. Orada aslında karşısındaki sonuçta halife yani Emevi halifesi var. Emevi halifesinin sarayında maliyeden sorumlu bir insandan bahsediyoruz. Ve bu insan hani kayrılmış bir insan değil ki daha sonra göreceğiz. Sonuçta kendisi gibi düşünenler tarafından da iftiralara uğruyor ve bunun sonucunda sıkıntılar yaşıyor ama onun karşısında tartıştığı insanlardan bunu görmüyor.
[00:14:20] Speaker A: Sunduğu argümanlardan başka bir tanesi de Müslümanların cennete, ölüm sonrası hayata bakış açıları. Onu da baz alaraktan onun cennet bakış açısı diyor ki sizin cennet bakış açısınız çok fazla bedensel arzularla ilişkili.
[00:14:32] Speaker B: Dünyasal.
[00:14:33] Speaker A: Çok dünyasal görüyorum. Yani burada olmayan şeyler orada, burada bir kısmım olabiliyor bazen ama orada daha fazla olacak ve dünyasal limitler içinde bir beklentiniz var diyor cennet için. Bu nedenle onu reddediyor yine.
[00:14:47] Speaker B: Yuhanna'nın kendi düşüncesine dayandırdığı şey İncil metinleri olduğu için, İsa Mesih'in sözleri olduğu için ve öteki tarafın cennet denilen yerin ki biz ona göksel yeruşelim, göksel kent, Tanrı'nın egemenliği diyoruz. Orası sadece burada yasak olan şeylerin serbest olduğu bir yer olmaktan çok daha fazlası, algımızın çok daha üstünde. Yani o yüzden sadece gözümüzle görebildiğimiz dünyevi şeylerin burada yasakken orada sadece serbest olduğu ve her şeyin buranın daha serbest versiyonu gibi tarif edilmesi açıkçası Yuhanna için sığ bile kalır. Çünkü İncil bundan çok daha derin bir öğreti ortaya koyuyor.
[00:15:33] Speaker A: Son olarak bir şey daha paylaşalım. Şamlı Yuhanna Ortodox Kilisesi'nde ve Katolik Kilisesi'nde hala saygı duyularak anılır. Ama nasıl anılır? Elbette bildiğimiz gibi çok mükemmel ilahileri, şiirleri vardır. O ilahileri ve şiirleri hala söylenir. Ortodox Kiliselerinde yazdığı metinler özellikle ikonalar hakkında, ikonaları savunuşu herhalde ikona savunması arasında, savunan kişilerin arasında en önde gelenlerinden biridir ve bunu dediğimiz gibi Hristiyan imparatorluğun dışında olduğu için özgürce yapabilmiştir. Bu da çok etkileyici. Yine o Müslüman bir nevi kralın halifenin altında ikona savunuyor ve başarılı oluyor. Hocam o zaman biraz önce bahsettik, bir konusuna değindik de kurtuluş. Hristiyanlıktaki kurtuluş bu lütuf ile kurtulma. Yani bizim çabamızla değil, Tanrı'nın sunduğu bir armağan aracılığıyla biz kurtuluşu tadıyoruz. Fakat İslam'da bulunan bu sevap kavramı, hatta muhasebe kavramı iki melek var, iyiyi kötüyü tutuyor. Sonunda bunlar bir tartıda bir nevi hafif böyle bir Mısır ilayetine de o çok eski Mısır ilayetindeki o şey gibi tartı gibi ona da bir atıfta bulunuyor ama hangisi ağır basarsa var, onun dışında bir de Tanrı'nın isteği. O son dakikada senin iyiliklerin ağır bassa bile Tanrı karar verecek. Sen günahın daha fazla olabilir, Tanrı seni cennetine alabilir. İyiliklerin daha fazla olabilir ama Tanrı seni cennetine kabul etmeyi de bilir. Çünkü sonuçta Tanrı. Böyle bir ne kadar da deizm olmasa da deist bir yaklaşım var. Tanrı o son dakikada açacak sana düşüncelerini. Senin hakkındaki isteklerini, arzularını o son dakikada bir gösteriş var ve bilemeyeceksin. Sen ölene kadar, onunla yüzleşene kadar ve onun ağzından artık bir şekilde anlayana kadar senin hakkındaki isteklerini Böyle bir anlatıma karşı Hristiyanlığın sunduğu lütuf bizi dinleyen, bizi takip eden insanların gözüne çok hafif kalıyor. Hangi anlamda? Eee sen ne yapıyorsun ki kardeşim? Yani geçtiğimiz podcast'e, seninle yaptığımız podcast'e değinmiştik bunu ama biraz açık olursak lütufu nasıl tanımlıyorsun? Lütuf derken ne geliyor aklına? Özellikle Müslümanlarla paylaşırken bunu nasıl açıklıyorsun?
[00:17:29] Speaker B: Bu aslında biraz önce çok güzel söyledin. Sonuçta İslamiyet'te bir kişi asla kurtulacağını bilemez. Yani son dakika her şey değişebilir. Yani bütün yaşamını sen iyi bir Müslüman olarak sürdürsen dahi. Hristiyanlık içerisinde eskiyantlaşmadan beri gelen bir şey vardır. Sen iyi işlerle aslında kurtulamazsın. Özellikle Tanrı'nın samimi olmayan... yürekten gelmeyen görev ad edilmiş iyi işlerle ilgili eski antlaşmada bir ayet vardır ve peygamber şöyle dile getirir Tanrı özellikle peygamber aracılığıyla der ki İsrailoğullarına sizin iyi işleriniz benim önümde kirli bir paçavradır.
Yani demek ki Tanrı'nın gözünde bereketlenmek için yapılmış o iyi işler aslında Tanrı için hiçbir değeri yoktur. Bu sebeple insan kendi kendisini amellerle kurtaramaz. Hristiyanlığın ortaya koyduğu şey budur. Kurtuluş tamamen Tanrı'nın bir lütfudur. Bu lütuf İsa Mesih'in çarmıhta yaptığı iş aracılığıyla tamamlanır. Ve bu sebeple Efesler 2. bölüm 8. 9. ayetler der ki iman yoluyla lütufla kurtuldunuz. Bu sizin iyi işlerinizin bir karşılığı değil. Kimse övünmesin diye bu sizin çabanızın bir karşılığı değildir. Bir insanın kurtuluş için övünebileceği hiçbir şey yoktur. Bu tamamen Tanrı'dan karşılıksız verilmiş bir hediyedir. Niçin bunu böyle söylüyoruz? Çünkü Yuhanna 3. bölüm 16. ayet der ki, Tanrı dünyayı o kadar çok sevdi ki biricik oğlunu verdi. Tanrı insanların mahvolmasını istemedi. Çünkü Tanrı insanları ta yaratılışta gördüğümüz üzere kendi suretinde yarattı. Ve Tanrı insanları yarattığı, kendi suretinde yarattığı insanları çok seviyor. Ve bu sebeple de aslında onlardan sevap beklentisi içinde değil. Ve bu zaten sevapların onun gözünde de hiçbir diğeri olmadığını peygamber aracılığıyla da dile getiriyor. Bu sebeple aslında lütuf anlaşılması gereken bir şeydir. Ama şimdi insan ben yaptım demeyi sever. İçimizdeki benlik, ego, işte gurur kaynağımız, hayır ben yaptım, benim eserim diyeceğimiz o şey. Kurtuluş üstüne de bunu biz getirmeye çalışıyoruz. Hayır ben Tanrı'nın kimseden karşılıksız bir hediye kabul etmem, Tanrı'dan da karşılıksız bir hediye kabul etmiyorum. Oraya gideceksen ben gideceğim. Zaten biz bunun ilk örneğini Babil Kulesi'nde görüyoruz eski antlaşmada. İnsanlar bir kule yapıyorlar ve Tanrı'nın istediği şekilde onun önüne gelmek yerine biz bu kule alacılığıyla Tanrı'nın göksel cennetine çıkacağız. Kendi işlerimizle bunu yapacağız diyor ve Tanrı da aşağı iniyor ve dinlerini karıştırıyor. Babil olayı birazcık da budur. İnsan kendi işleriyle Tanrı'nın cennetine gitmeye çalışır.
Ve İsa Mesih de bunu yapıyor. Hepimizin günahlarını kendi üstüne alıyor ve çarmıhta hepimizin yerine ölüyor. Ve kim ki onun İsa Mesih'in çarmıhta yaptığı o işi kabul eder, bu lütuf o kişiye sayılıyor. İşte lütuf da bizim aklımızı zorlayan şey. Lütuf asla bizim emeklerimizin karşılığı elde edebileceğimiz bir şey değil. Tamamen bizi seven Tanrı'nın bize evet çocuğum seni çok seviyorum ve seni mahvolmanı istemiyorum. Seni ben yarattım ve seni ben kurtaracağım.
[00:20:41] Speaker A: O lütfu kabul etmekte aslında bir alçak gönüllük gerektiriyor. Çünkü lütfu kabul etmek demek, yani bir nevi o armağana evet demek, ben o armağana kendim sahip olamayacaktım. Yani o sunulan kurtuluşu ben kendi başaramayacaktım kendi çabalarımla. Bunu kabul ediyorum artık. Tanrı'nın sunduğu kurtuluşa evet diyebiliyorum. Ondan sonra. Ama böyle bir çatışma var içimizde. Ya ben de bir deneyeyim. Hatta bunu Hristiyan olduktan sonra bazen mağazalarımızda da paylaşıyoruz. Hristiyan olduktan sonra, tamam Rab sen beni buraya kadar getirdin artık selametle. Şeyinde görüşürüz, en sonunda görüşürüz. Sanki artık bendeymiş o yük. Hayır beni kurtarıyor ama benle birlikteliği son bulmuyor. Kutsal ruhuyla devamlı birlikte. Asla yalnız değilim o anlamda.
[00:21:18] Speaker B: Yani bizi bize bırakmıyor, mayamızı biliyor. Bizim sonuçta Adem'de içine düştüğümüz günahtan dolayı içimizde bir günahlı öz duamız olduğunu biliyor. Bir vaizden şöyle bir söz duymuştum. Bu aslında bir analiz gibi, bir yorum gibi ama bu durumla ilgili son derece gerçek. Tanrı seni beni o kadar çok seviyor ki bizim mahvolmamızı istemiyor, bizi karşılıksız bir şekilde kurtarıyor. Ama kurtulduktan sonra gene der ki vaiz, Tanrı seni o kadar çok seviyor ki ona geldiğin halde kalmanı istemiyor, çok daha harika bir şeye dönüşmeni istiyor. Ve bu sebeple de iman ettiğimiz anda kutsal ruhunu içimize döküyor ki, biz gene kendimize kalırsak, beni bana bırakırsan ben gene içinden çıktığım çamura dönmek istiyor bir doğaya sahibim. O yüzden de kutsal ruhunu veriyor ki ben o kutsal ruhun yardımıyla Romalılar 12. bölümde söylenilen söz uyarınca düşüncelerimin yenilenmesiyle değişiyorum ve bu bir süreçtir. Bu süreç içerisinde elbette ki yanlış düşüncelerimle karşılaşıyorum ve yanlış düşüncelerimin yerine ki onun en basit pratik örneğini eskiden bilir misin pirinçler paket halinde satın alınırdı ve daha sonra annelerimiz onları bir tepsiye dizerdi ve teker teker pirinci ayıklardı ki biz o ayıklanmamış pirinci yersek kesinlikle diş doktoruna gideceğiz çünkü bir iki dişi kıracağız içinden taş çıkabilir. Aynı şekilde Tanrı da düşüncelerimizi pirinç ayıklar gibi ayıklıyor her bir düşüncemizi ve yanlış düşüncemizi bize gösteriyor ve yerine doğru düşünceyi de gösteriyor. ve bunu da kutsal ruhuyla sağlıyor ve bu sebeple bir Hristiyan iman ettikten sonra, kutsal ruhu aldıktan sonra son nefesini verene kadar bitmeyen bir değişim sürecinin içine giriyor Tanrı'nın yardımıyla.
[00:23:05] Speaker A: Evet, orada belki o değişim sürecinden kısaca bahsedecek olursak bu değişim süreci şey gibi değil. Yani sen yat orada, ben sana ilaç veriyorum, sen yattığın yerden o ilacı al ve içsel olarak değiş değil, birlikte bir çaba gösteriyoruz. Ben de Tanrı'nın başlattığı bir şeye ben de dahil olmamı istiyorum. Adam bahçesinde olduğu gibi. Düzen getir diyor. Hem kendi hayatıma hem bulunduğum alana esenlik getirmemi istiyor. Yani onun esenliğini, onun müjdesini paylaşmamı istiyor. Demek ki benim de bir rolüm var burada. Yakup'taki o söz. Esenlikle git, ısınmana doymanı dilerim der bir ihtiyacı olan birine. Ama bedenin gereksinliklerini vermezse bu neye yarar? Bunun gibi. Tek başına eylemsiz iman da ölüdür. Bu nedenle diyoruz ya, aa Hristiyanlar, 2 milyar Hristiyan var. 2 milyar kendisine Hristiyan diyen insan var. Hristiyan yok.
[00:23:48] Speaker B: 2 milyar.
[00:23:49] Speaker A: Mümkün değil. Öyle bir rakamın olması. Bu nedenle bir iman varsa, bir şey ilan ediyorum dünyaya, ben böyle biriyim, ben bunu kabul ediyorum diyorsam, böyle bir Tanrı var, o Tanrı'nın da yaptıkları olmalı. Çünkü gösterirken Tanrı kendini, nasıl İsa Mesih buradayken iyi işler yaptı, haberlerine de yapmasını istedi. Hatta Paulus'u uyarırken, gönderirken Petrus, söyledikleri şeylerden bir tanesi git, yoksullara bak, yetimlere bak. Verdikleri uyarı, tamam müjdeyi paylaşıyorsun, yoksullara bakıyor musun, yetimlere bakıyor musun? Böyle bir uyarı veriyorlar Paulus Efendi'ye. Aynı şekilde bize de İhristiyan oldum. Elbette bu bana bir armağan ama armağan olduğu için ben artık özgür kılındım günahın egemenliğinden. Artık yapabilirim. İyilik yapabilirim. Artık gerçekten iyilik. Tanrıyı memnun eden iyilikleri artık şimdi yapabilirim çünkü daha önce günahın altında kendi çıkarım için yaparken artık kendi çıkarımı düşünmeden başka insanların çıkarını düşünerek Yapabilirim.
[00:24:37] Speaker B: Kurtulmuş bir insanın özgürlüğüdür bu. Yani kurtuluşundan eminsen sonuç olaraktan ki bunu da kutsal yazılarda görüyoruz, biz kurtulduğumuzdan emin olabiliriz. Artık biz Tanrı'nın rızasını almak için bak benden razı mısın, bak ben iyilikler yapıyorum, yaptığım iyilikleri gör. Bazen sevaplar da buna benzer.
fakire sadaka verdim gör bak yardım ettim gör bak bunları sevaphaneme yazan sakın beni yakma cehennemde. Değil artık kurtulmuş bir insan bunlardan özgür bir şekilde artık herhangi bir karşılık beklemeden ya da işte iyilik yapmak için de özgürdür. Çünkü zaten karşılıksız almıştır. Bizler kurtuluşu karşılıksız aldığımız için artık karşılıksız vermekle yükümlüyüz. Bu sebeple hani bu yükümlülük de bir görev olmaktan çok, bir önceki podcastımızda da değinmiştik. Tanrı'nın sevgi eylemini görüyoruz. Bu sevgi içimizde büyüyor ve bu sevgi finizlenip içimizde kocaman bir ağaca dönüşüyor ve bunun üretimi olacak ve bu üretim eylemimize yansıyacak. Bu sevgiye karşılık biz ancak minnettarlık gösterebiliriz. Peki minnettar bir kişi ne yapabilir? İşte iki köle benzetmesinde birinci köleden beklenilen minnettarlıktı. Gidip kendisine borçlu olan, yüz dinar borçlu olan ikinci köleyi zindana attırması değil. Ya onu gördüğü zaman, kardeşim senin bana yüz dinar borcun vardı değil mi? Evet, benim bin talenta olan borcum bağışlandı. Ben de senin yüz dinar olan borcunu bağışlıyorum demesi bekleniliyordu. Çünkü minnettarlık bunu gerektirir. Bu sebeple biz birinci kölenin, o iki köle benzetmesindeki birinci kölenin yaptığını ne yapıyoruz? Nankörlük diye nitelendiriyoruz. Yani biz kurtuluş aldıktan sonra nankör olmamalıyız.
[00:26:20] Speaker A: O da onun meyvesi oluyor. Bu imanın ben bu kadar sevgiyi aldıysam, ben bu kadar merhamet gördüysem merhamet verebilmem gerekir.
[00:26:27] Speaker B: Bir Hristiyan'ın açıkçası evi bu dünya olmadığı gibi bu dünyadan da böyle dünyevi menfaatleri de olamaz. Olmaması gerekir. Ama İsa Mesih'in yaptığı, Tanrı'nın yaptığı işi iyi özümsememiş olursak eğer demek ki hala anlamadığımız çok şey var. Demek ki hala biz öğretmenimizin bizden beklediğini yerine getiremeyen sınıfta kalmış öğrenciler gibi hareket ediyoruz. Eğer bir Hristiyan İsa Mesih'e bakmıyorsa neye bakıyorsa ona benzeyecek. Baktığı şey kötü ise de o zaman evet merhametsiz olacak. O zaman evet hoşgörüsüz olacak. Ama ki bir Hristiyan'ın bakması gereken tek bir resim var. O resim de İncil'dir. O resimde bahsedilen öğretmen de İsa'dır. Ve İsa sonuç olaraktan yani yeryüzüne gelmiş, yeryüzünde yaşamış, hiçbir şekilde kendisi için bir şey yapmamış ve her şeyi bizim için yapmış ve bizim için ölmüş üçüncü günde dirilip arkasından öğrencilerine, arkasından 500 kişi görünüp öğrencilerinin gözü önünde de göğe alınmıştır. Şimdi bakıyorsun bu öğretmene iyice bakarsan bu öğretmene benzeyeceksin. Bu öğretmene bakmıyorsan ona benzeyemiyorsun. Lütuf da böyledir. O öğretmenin lütfuna, öğretmenin lütufkarlığına, onun karşılıksız verişine bir hak etmediği halde bizim uğrumuza ödediği bedellere bakıyorsun. İnsanın birazcık mahcup olması gerekir.
[00:27:59] Speaker A: Senin biraz önce değindiğin bir ayet vardı, Romalılar 12. bölüm. Düşüncelerimizin değişmesi. İtsel bir değişim gerekiyor. Dışsal olarak söyleyeceğimiz sözler vardır ya bir şey olur. Maşallah deriz kültürümüzde.
[00:28:11] Speaker B: Şu olur.
[00:28:11] Speaker A: Elhamdülillah dersin. Artık durumlara göre kelimeyi dışsal olarak yapabiliyoruz. Ama itsel olarak düşüncelerinizin değişmesi gerekiyor. Çünkü yalnız kaldığında, hayat zorlaştığında, seni destekleyen, senin yanında olan insanlar bir anda yok olduğunda o zaman o içsel değişim dışa vuracak. Gerçekten var mı yok mu o zaman ortaya çıkacak. Acı çektiğimizde de öyledir ya, bir acı çekersin, ben bunu böyle vaaz ediyorum ama şimdi acı çekerken dediklerimin yarısını yapamıyorum. Haa o zaman lafta, akılda kalmış ama değişmemişim. Gerçekten bedenimi işlememiş o yediğim meyve. Gerçekten o kadar yememişim düşündüğüm kadar. Ben işlediğini düşünmüşüm. Hayal etmişim ama o yeteri kadar değiştirmemiş beni henüz. Ama bu da bir lütuftur bir anlamda. Bunu görme fırsatım oldu. Tanrı bunu görme fırsatı vererek tövbede bile lütuf oluyor o. Tövbe. Çünkü ''Aa Rab gözümü açtın. Teşekkürler tekrardan yine yapmak zorunda olmadığım bir şeyi yaptın. Ben o zaman onun için tövbe ediyorum.'' Lütufun içinde tövbe, tövbenin içinde bir lütuf bularak bir nevi o arayışımız bir dağda kazı yapan bir adam gibi o arayışımız devam ediyor.
[00:29:09] Speaker B: Değişmeme yardımcı ol dediğimiz zaman ben de değişmek için ortaya bir efor koyacağım ama benim de sınırlarım var. Rabb senin yardımın olmadan başaramam. Tanrı'yla beraber yürüyüşün aslında bir ifadesidir.
[00:29:24] Speaker A: Hep Aden bahçesine dönüyoruz ama Aden bahçesinde bile hadi yani başladığı bir iş var, henüz bitmemiş bir iş. Hadi yapın. Matta 28. Hadi gidin herkesi yetiştirin. Tanrı sonuçta yapabilir mi? Yapar elbette ama bizi de dahil etmek istiyor. Bizi de bunun bir parçası olarak kullanıyor. Hem kendi değişimimizde hem de dünyanın değişiminde. Bu çok değerli bizim için. Son bir soruya geçeyim mi hocam?
[00:29:43] Speaker B: Lütfen.
[00:29:44] Speaker A: En çok sorulan sorulardan biri ve elbette bu Matta, kaçıncı bölümdeyiz? Matta 27'de geçen İsa Mesih Çarmıh'ta, o son nefesini vermeden önce saat 3'e doğru diyor İsa yüksek sesle, Eli Eli Lema Şavaktani yani Tanrım Tanrım beni neden terk ettin diyerek bağırdı. İşte bu sözleri duyan Müslüman arkadaşlarımız çoğu zaman ama ateist, deist fark etmeksizin sordukları soru İsa Mesih tanrıysa, tanrım dediği kişi kim? Beni terk ettin derken de tanrı terk ettiyse kendisi tanrı. Nasıl terk edilmiş bir tanrı olur? Tanrı kendisini nasıl terk eder? Bu soru çok çok sık geliyor. Açıklaması çok basit fakat çok aynı zamanda çok zor. Çünkü başka bir bölüme gitmemiz gerekiyor. Kendi içinde açıklayamıyoruz bunu. Çünkü bir alıntı bu aslında. Tanrım beni neden terk ettin? Direkt başka bir ayetten. Hangi ayetten hocam? Onu biraz açar mısın bize? Onunla birlikte bakalım.
[00:30:33] Speaker B: Mezmur 22'den bir alıntıdır. Mezmur 22, birinci ayet şöyle der, ''Tanrım Tanrım beni neden terk ettin?'' diye başlar. Ve Mezmur 22 ile İsa Mesih'in yaşadığı dönem arasında da bayağı bir yüzyıl var.
[00:30:47] Speaker A: Davut'un yazdığı mezmurlardan biri sonuçta.
[00:30:49] Speaker B: Aynen öyle. Davut'un döneminden kaç yüz yıl sonra İsa Mesih... Aslında İsa Mesih orada Tanrı'ya mı feryat ediyor? Hayır. İsa Mesih Çarmıh'ta dahi öğretmendir. Çarmıh'ta da öğretmeye devam ediyor.
[00:31:03] Speaker A: Müjdeci.
[00:31:04] Speaker B: Tabii ki. Karşısındaki halk, karşısındaki o dönemde yaşayan halkın elinde İncil metinleri yok. Hangi metinler var? Eski antlaşma metinleri var. Mezmurlar tomarları var. Eskantlaşma, tervat, zebur var ellerinde ve halk sonuçta kitabını biliyor. O sözler sürekli halkın arasında okunuyor, Yahudi halkı. Yahudi halkı bu sözlere son derece aşina. İsa Mesih çarmıhta Tanrım Tanrım beni neden terk ettiğini söylediği anda onlar Davut'un söylediği söz gerçekleşiyor diyerekten direkt bunu anlıyorlar ve burada mezmurda yazılı olan sözleri hatırlıyorlar. Ve İsa Mesih onlara bu sözleri hatırlatıyor.
[00:31:47] Speaker A: Yaklaşık bin yıl var hocam arada. 970 yılın tahmini elbette. 9 yıl diyelim daha garanti olsun. Ama o kadar bir zaman geçmiş. Davut bu ayette yazanları yaşamamış biri. Birkaç Yahudi arkadaşımız var bize yazıyor. Siz yanlış anlıyorsunuz o ayetleri diyerek çok isterim bu nasıl açıkladıklarını. Çünkü Davut'un, Davut'u olmayan İsa'ya olmuş şeyler var orada. Birkaç tersine bakalım teker teker. Ben Matta 27'den okuyayım, sen Mezbur 22'den bizimle paylaş olur mu?
[00:32:14] Speaker B: Olur.
[00:32:15] Speaker A: İlk olarak askerlerin o İsa'yı aşağıladığı bölüm. 27. bölümde. Onu soyup üzerine kırmızı bir kaftan geçtiler, dikenlerden bir taç örüp başına koydular. Sadece genel olarak okuyorum. Önde diz çöküp, ''Selam Aleyhi Yahudilerin Kralı'' diyerek onunla alay ettiler. Üzerine tükürdüler, kamışı alıp başına vurdular. Onunla böyle alay ettikten sonra kaftan üzerinden çıkarıp kendi giysilerini giydiler ve çarmıha gelmeye götürdüler. Mezmurlar 22'de var mı? Davuto olmamış ama orada geçen.
[00:32:38] Speaker B: Var. Özellikle 22. mezmurda 6. ayette ama ben insan değil toprak kurduğum insanlar beni küçümsüyor, halk hor görüyor. Beni gören herkes alay ediyor, sırıtıp başsallıyor. Diyorlar ki sırtını Rabb'e dayadı kurtarsın bakalım onu. Madem onu seviyor yardım etsin.
[00:32:55] Speaker A: Kesinlikle. Bunu takiben de o zaman diğer ayeti de okuyayım. Birlikte hareket ediyor. Çünkü başkainler, din bilginleri ve ileri gelenler de aynı şekilde onunla alay ederek, başkalarını kurtardı kendini kurtaramıyor diyorlardı. İsrail'in kralıymış. Şimdi çarmaktan aşağı insin de ona iman edelim. Tanrı'ya güveniyordu. Tanrı onu seviyorsa kurtarsın bakalım. Çünkü ben Tanrı'nın oğluyum demişti. İsa'yla birlikte çarmıha girilen haydutlar da ona aynı şekilde hakaret ettiler. Bu senin dediğin gibi. Sırtını Rabb'e dayadı. Kurtarsın bakalım onu. Kelimesi tekrarlanıyor. Kurtarsın bakalım onu. Bazı insanlar şey diyebilir hocam. Elbette böyle aşağılama normaldir. Sonrasında çarmıha gerilen bir insan. Sonrasında İsa Mesih öldükten sonra başka bir şey daha oluyor.
[00:33:34] Speaker B: Mecmur 22'de 16. ayette özellikle der ki ellerimi ayaklarımı deldiler. Bu da çarmıha gerilmenin net tariflerinden biridir.
[00:33:44] Speaker A: Davuta olduğunu hatırlamıyoruz öyle bir şey.
[00:33:46] Speaker B: Tabii ki Davuta olmadı. Ve arkasından özellikle ki çarmıhtaki İsa resminde biz bunu görüyoruz. ''Bütün kemiklerimi sayroldum, gözlerini dikmiş bana bakıyorlar ve giysilerimi aralarında paylaşıyor. Elbisem için kura çekiyorlar.''.
[00:34:01] Speaker A: Matta 27.35, askerler onu çarmıha geldikten sonra kura çekerek giysilerini aralarında paylaştılar. Bu yine böyle bir ayet. Yine Davud'un olmamış bir şey fakat İsa Mesih bunu yaşıyor. Başka devam edecek olursak var mı dikkatini çeken, buradan paylaşmak istediğin?
[00:34:17] Speaker B: En önemlisi Mezmur 22 bu sözlerin üzerine bir ağıt olarak bitmez. Özellikle Çarmıh'ın önündeki İsa Mesih ruhunu Tanrı'ya teslim ettiğinde o anda gökyüzü karardı ve onun karşısındaki yüzbaşı ne dedi? Özellikle burada Mezmur 22'de Şöyle onun ifade edilir. Yeryüzünün dört bucağını anımsayıp Rab'be dönecek. Ulusların bütün soyları onun yönünde yere kapanacak. Çünkü egemenlik Rab'bindir. Ardından da Rab yaptı bunları diyerek bunu kabul edecekler.
[00:34:52] Speaker A: Uluslardan bahsediyor ve Matta 27.54'te İsa'yı bekleyen yüzbaşı yani Romalılar ve beraberindeki askerler depremi ve öbür olayları görünce dehşete kapıldılar. Bu gerçekten Tanrı'nın oğluydu dediler. Orada bulunan Yahudilerin kabul etmediğini askerler burada ilan ediyor, kabul ediyor ve Yahudilerin amacı tekrardan sağlanmış oluyor bir anlamda. Amaçları neydi? Bütün uluslarla paylaşmaktı. Amaçları Tanrı onları bir ulus olarak, bir örnek olarak bir nevi En inatçı ve zayıf olan halkı kendi elleriyle yüceltecek ve herkes onlara bakıp, ''Bu bunların işi değil. O zaman Tanrı'nın işidir.'' diyerek ilan edecekti. Ve burada Tanrı Yahudileri kullanıyor ama yaptıkları kötülükleri kullanarak etrafında bulunan Yahudi olmayan kişiler, Greklerin ve Romalıların iman ettiğini görüyoruz ve o değişim Mezmurlar 22'den yaklaşık bin yıl sonra başlamış oluyor.
[00:35:46] Speaker B: İşte bu sebeple de İsa Mesih bu sözü aslında söylüyor. O insanlara Mezmur 22'yi anımsatıp İsa Mesih'in orada çarmıhta yaşadığı her şeyin aslında bin yıl öncesinde yazılmış olduğunu onu o an izleyen bütün Yahudilere o bir cümleyle hatırlatıyor.
[00:36:04] Speaker A: Ben de bu ayetlere baktığımda hep diyorum yani Müjdeci İsa Mesih'i görüyoruz son nefesinde bile. Amacı onunla dalga geçen insanları, onu çarmıha germiş askerleri aşağılamak, yok etmek. Böyle bir plan değil. Affediyor ve sonra da müjdeliyor. Baba ne yaptıklarını bilmiyor diyor. Sonra da gidin okuyun bu ayeti. O son nefesini verirken, bakana kadar, akıllarına gelene kadar zaten o son nefesini vermiş oluyor ve oradaki o tepkisi bir nevi okuyun.
[00:36:27] Speaker B: Bundan dolayı biz İsa Mesih'e bakmayı sürdürürsek aslında öğretmenimiz son derece sağlamdır ve her daim de öğretir, geliştirir. Bu sebeple biz düşüncelerimizin yenilenmesiyle değişiriz. Bu sebeple biz İsa Mesih'e bakarak o büyük lütfu anlayabiliriz. Çünkü öğretmen o son anına kadar da öğretmeye devam eden, müjdelemeye devam eden, alçak günlülüğünü sürdürmeye devam eden bir öğretmendi.
[00:36:53] Speaker A: Erken kilise dönemine baktığımızda da İsa mislinin o çarmıhta yaptığı sadece bir sinematik bir sahne, bir film de güzel olur bu, Tanrı ne yaptıklarını bilmiyorlar, onlar affet değil. Bir nevi onlar için bir ilan oluyor son nefeslerinde. Bunu tekrarlıyorlar. Örneğini El-Çenişleri 7. bölümde, İstefanos yine taşlanırken, bakın dedi göklerin açıldığını ve insanlığın Tanrı'nın sahanda durmakta olduğunu görüyorum ve İsa onu taşlarken de ''Ya Rab, bu günahı onlara yükleme.'' Bunu söyledikten sonra gözlerini yaşama kapatı diyor. İstafanus o son nefesinde İsa Mesih'in yaptığına bir nevi eşlik ediyor. Bizler de seni dediğin gibi İsa Mesih'i örnek olarak alırsak, ona bakarsak göreceğimiz İsa Mesih'i düşmanına affeden. Fakat biz insan olarak İsa Mesih'e geldiğimizi ''Ya ben yapamam ki.'' İsa Mesih onu elimizden alıyor. Ben yaptım ve bendeki o güç şimdi sendedir, sen de yapacaksın. Yapabilirsin. Artık kendi aklımıza bağlayamıyoruz orada.
[00:37:41] Speaker B: Bu sebeple işte öğretmenimize iyi bakmalı, ondan iyi öğrenmeliyiz. Hani bir önceki podcastımızda öğrenci olmaktan bahsettik. Öğrencinin görevi öğretmenini dinlemektir. Öğretmeninin öğrettiği her şeyi almaktır. Eğer biz de iyi öğrenciler olursak dünyaya esenlik gelir, barış gelir. Ama eğer ki çevremize Hristiyanlık olarak esenliği yayamıyorsak, bu bizim inandığımız inançtan veya tanrımızdan veya kitabımızdan değil, tam tersi biz öğrencilerin tembelliğindendir. Yani o yüzden biz tembel öğrenciler olmakla sorumlu değil, tam tersi öğretmeninin her bir söylediğini duymaya, işitmeye, özümsemeye, istekli, ağzının içine bakan ve ne öğrenirsem kardır diyen öğrenciler.
[00:38:32] Speaker A: Olmakla Evet, bize verdiği sorumluluk da zaten öğretmek değil. Onlara uymayı öğretin diyor. Yani benim sözüme, benim uyarılarıma, benim verdiğim öğütlere onlara uymayı öğretin insanlara. Öğrenci yetiştirmek de böyle bir şey ve aklıma son kapanışta da mezmurlar. Hep bu ayet geliyor. Mezmurlar 1. bölümde 2. ayet. Ancak zevkini Rabbin yasasından alır ve gece gündüz onun üzerine derin derin düşünür. Yani bir anlık öğrendim, bilgi edindim değil. Bu bilginin bir açılımı olacak hayatımda. O derin derin düşünme, yine Romalılar 12, düşüncemizin değişmesi. O düşüncelerle dünyanın düşünceleri var içimde ve onların kapışmasında çıkan, o savaşta kim kazanacak? Zevkini Rabbin yasasından alıyorsan, zevkini Tanrı'dan alıyorsan, o zaman onun sözleri yüreğimize, iliklerimize kadar işleyecek bir nevi.
[00:39:15] Speaker B: Ve de dinleyicilerimiz, sonuç olarak izleyicilerimiz yanlış anlamasın. Biz burada mükemmel bir Hristiyan resmi çizmiyoruz. Bir Hristiyan asla mükemmel olamayacak. Ama bir Hristiyan düşe kalka büyüyecek hatasından ders alacak ve yeniden yeniden öğretmenine yüzünü çevirecek ve bu zorlukların içerisinden ömür boyu geçecek bir kişidir. Eninde sonunda ulaşması beklenilen hedef Mesih benzerliğinde değişmektir. Bu sebeple yeni Hristiyan olan kardeşlerimize de sözümüz bu. Kendinizden taşıyamayacağınız yüksek beklentiler içinde olmayın. Gün ve gün öğretmeninize bakın. Bir anda mükemmel değişmeyeceksiniz, bir ayda mükemmel değişmeyeceksiniz, bir yılda mükemmel değişmeyeceksiniz ama sabırla ve istikrarlı bir şekilde devam ederseniz değişim, sizdeki değişim çevrenizdeki insanlar tarafından fark edilecek. Kesinlikle.
[00:40:13] Speaker A: Çok güzel hocam. Ağzına sağlık.
[00:40:14] Speaker B: Teşekkürler.
[00:40:16] Speaker A: Şamlı Yoğan'la belgesel videosunda dört gözle bekliyoruz şimdiden. Onun hazırlıklarındasın biliyorum. Çok teşekkürler arkadaşlar. Size de teşekkür ederiz. Bizi eşlik ettiniz. Eşlik ettiyseniz videonun sonuna kadar videoyu beğenmeyi, abone olmayı kesinlikle unutmayın. Düşünceleriniz varsa, yorumlarınız varsa veya farklı bir konuda konuşmamızı istiyorsanız onları da yorumlarda paylaşırsanız seve seve o konu hakkında da video yapmak isteriz. Kendinize iyi bakın. Esen kalın.