Episode Transcript
[00:00:00] Speaker A: Arkadaşlar merhaba. Özgürce'ye hoş geldiniz. Bugün Metin Özköy hocamla birlikteyiz ve bugün 6 ve 7 Öylül pogromuna yani o olaylara birlikte bakacağız. Bu yıl 6 ve 7 Öylül olaylarının 70. yıl dönümü. Bu nedenle çok değerli bir zaman fakat aynı zamanda Hristiyanlar olarak bu konu hakkında ne düşünüyoruz ve nasıl bakıyoruz? Kutsal kitap bize bu konulara ve bu olaylara nasıl bakmamızı söylüyor ve öğretiyor. Bugün onu anlayacağız, ona bakacağız. Hoş geldiniz. Hocam hoş geldin.
[00:00:25] Speaker B: Hoş bulduk Özgür.
[00:00:26] Speaker A: Hocam zor bir konu.
[00:00:27] Speaker B: Evet, aynen öyle.
[00:00:28] Speaker A: Ama bakmamız gereken bir konu. Yani aynı zamanda ikisi bir arada. Bazen bilemiyoruz nasıl bu olaylara bakmamız gerektiğini. Fakat kutsal kitabın da çok net öğretileri olduğu bir zaman, bir ana aslında. İsa Mesih'in havarilerine söylediği o sözlerde, Mat 10'daki, bana bunu yaptılarsa size neler neler yapacaklar. Fakat bunun içinde sadece bir din değil, politika çok daha ağır basıyor.
[00:00:49] Speaker B: Evet.
[00:00:50] Speaker A: Ama ne ağır basarsa bassın, yanmış, bitmiş, tükenmiş hayatlar, soyulmuş evler, dükkanlar ve binlerce yıldır yaşadığın ya da en azından yüzlerce yıl yaşadığın memlekette bir anda düşman, bir anda yabancı ilan edilen Hristiyanlar var, Yahudiler var burada. Hem Yunan, hem Ermeni. 6-7 Veylül olayları 70. yıl dönümü. Açılış olarak ne demek istersin bir Hristiyan olarak? Ne düşünüyorsun, nasıl bakıyorsun?
[00:01:13] Speaker B: Bir Hristiyan olarak bu olaylara nasıl bakıyoruz? Aslında biz bu olaylara İsa Mesih'in söylediği bakış açısıyla bakıyoruz. Biz İsa Mesih'in öğrencileriyiz. Onun adından ötürü sıkıntı çekeceğiz ama İsa Mesih bize diyor ki ben dünyayı yendim. Bu yüzden Hristiyanlar olarak nasıl sıkıntılarla yüzleşirsek yüzleşelim, bu sıkıntılar nereden gelirse gelsin. Biz iman ettiğimiz zaman bu sıkıntılar, bu ve benzeri sıkıntılar, Mesih'in adından ötürü yaşanılacak potansiyel sıkıntıların hepsini aldık, kabul ettik. İman ettiğimiz gün İsa Mesih'in öğrencisiyiz dediğimiz zaman onun adından ötürü ya da bu kimliği taşımaktan ötürü gelebilecek bütün sıkıntıları aslında kabul etmiş olduk. Ama insani olarak sıkıntılar o kadar kolay kabul edilir mi? Hayır, bu olmuyor. Yani biz sıkıntıları yaşamayı da sıkıntıları yaşadıkça öğreniyoruz. Aslında özellikle bu 6-7 Eylül pogromunun tarihine baktığımız zaman açıkçası yüreğimiz inciniyor. Orada insanların yaşadıkları acıları okuduğumuzdaki birçok şimdi artık kaynakça var. O zamanlarda yapılmış işte kovuşturmalar var, soruşturmalar var, mahkemeler var, dökümanlar kayda geçmiş, kimlerin neleri nasıl azmettirdiği kayıtlar altına alınmış. Şimdi biz o kayıtlar sayesinde olaya uzaktan bakan gözler olaraktan gene de diyoruz ki zor olaylar bunlar.
[00:02:43] Speaker A: Dediğin gibi yani bir olayın tarihçesine baktığımızda bugün ve dün bu olayları araştırdığımda da şunu fark ettim. Yani ben 6-7 Eylül olaylarını biliyorum. Çünkü çok sık anıyoruz. Ve çok sık yani anıyoruz derken yıl içinde de aklımıza geliyor bazı olaylar olduğumuz etrafta. Ya olursa tekrar yaşanır mı böyle bir şey? Ya yaşanmaması için? konuşmamız gerekiyor. Fakat sonra baktığımda gördüm ki 1934'te Trakya olayları var. Yani biraz öncesine dönecek olursak bu ilk değil bir anlamda. Bir Müslümanların daha çok mal varlığı sahibi olmadığı ya da nüfus anlamında biraz daha dengenin olduğu yerlerde bu gibi şeylerin yaşandığını görüyoruz. Yani 1934 Trakya olayları elbette direkt orada yaşayan Yahudilere karşı hatta Edirne'de Türkiye'nin en büyük, Avrupa'nın üçüncü büyük öyle bir şekilde anlatılmıştı ziyaret ettiğimde. Edirne'de bulunan bir sinagog var. Evet. Ve Türkiye'nin tekrardan halka açtığı bir müze gibi şu an elbette de. Hala ibadetler yapılıyor bildiğim kadarıyla arada sırada. Ama orada yaşayan binlerce Yahudinin oradan nasıl, hangi şekillerde çıktığını gösteren o 1934 olayları, trafiği olayları öncesinde yaşanan.
[00:03:45] Speaker B: Bu olaylar maalesef üzücüdür. Bu olaylar baktığımız zaman insanlar buradan neden gitmek zorunda kaldılar? Ne yaşandı? Nasıl şiddetler, tehditler, yağmalar yaşandı? İnsanlar canlarını korumak için nasıl kaçmak zorunda bırakıldılar? Bunlarla ilgili tarih okuduğumuz zaman açıkçası üzülüyoruz. Çünkü bu topraklar tarih boyunca aslında barış içinde kardeşçe yaşanılmayı aslında belli bir süre başarmış insanların bulunduğu güzel bir mozaiktir. Bu topraklarda hepimize yer var ve hepimiz burada bir arada aslında durabilecekken maalesef bazı, nasıl diyeyim, kişilerin organize etmesiyle ya da kurumların organize etmesiyle ya da grupların organize etmesiyle, halkın kışkırtılmasıyla burada 15.000'den fazla Yahudiden bahsediyoruz. Özellikle yani 15.000 Yahudi şu an küçük bir rakam değil. Şu an Türkiye'de sonuç olaraktan biz bugün protestan Hristiyanlar olarak aslında böyle bir rakamı telafiz ediyoruz şu an.
[00:04:46] Speaker A: Doğru.
[00:04:46] Speaker B: Ve sadece orada Edirne'de bir şehirde 15.000... Doğru.
[00:04:50] Speaker A: Edirne, Kırklareli, Tekirdağ ve Çanakkale'de ama o zaman yani 90 yıl önce nüfusları neydi ve kaç 15.000 Yahudinin bir anda oradan zorla İstanbul'a göç etmesi yani çok büyük bir rakam dediğin gibi.
[00:05:02] Speaker B: Aynen. Sonuçta bu insanlar orada doğdular, orada yaşadılar, orada güzel anıları oldu, kendi evlerini kurdular, tarlalarını ektiler, biçtiler, hayatın içerisindelerdi. Yani sonuçta bu bir anda, bu bir gecede, bir sabaha karşı hiçbir sebep yokken karar alınmış bir şey değil. Bu insanların orada ilişkileri vardı. Anlatabildim mi? Herkes sadece bu insanlar sadece birbiriyle ilişki kurup da birbirleri dışında başkalarıyla ilişki kurmayan insanlar değildi. Hayatın içinde bir parçaydılar sonuç olarak. Ve yaşadıkları şey o kadar ağır ki şimdi ben mesela düşünüyorum Antalya'da yaşıyorum çok mutluyum sonuçta. Eşim, çocuğum, çocuklarım hani burada okula gidiyorlar, arkadaşları var. Ne yaşanabilir ki ben bir anda düşüneceğim ki artık biz burada yaşayamayız, başka bir yere göçmemiz gerekiyor. Nasıl bir şey yaşanacak ki hani insana böyle bir karar aldırsın? Ve bu çok ciddi bir durum aslında.
[00:05:58] Speaker A: Hocam bir de şöyle bir şey, sen ve ben bugün bunu düşündüğümüzde bu mümkün. Arkadaşlıklarımız var, ülkenin birçok yerinde tanıdıklarımız var, gider açarlar kapılarını. 90 yıl öncesinin Türkiye'sinde.
[00:06:08] Speaker B: O mümkün değil.
[00:06:09] Speaker A: O nasıl olurdu? Bir anda şey değil böyle evi satarız sonra sahibinden nokta koyma koy değil yani. Ev yağmalanıyor bir anda kaçıp gidiyorsun orada.
[00:06:17] Speaker B: Aynen.
[00:06:18] Speaker A: Fakat orada kalmıyor. Sonrasında yaklaşık 8 yıl sonra da 1942 o varlık vergisi. Bunu da ben ilk duyduğumda İshak Alaton Alarco Holding'in kurucusu İshak Alaton'un hayat hikayesini okuduğumda öğrendim mesela. Oradaki o varlık vergisi ve bir nevi getirdiği sonuçlar, getirdiği etki özellikle Müslüman olmayan kişilerin hayatını ve Türkiye'deki geleceklerin nasıl etkilediğini biraz okuyunca çok sarstı beni. Çünkü hep anlatıldığında Türk milletinin ne kadar bir herkesi seven, birlikte yaşamayı isteyen bir şekilde anlatıyoruz kendimizi. Fakat dış ülkelere baktığımızda mesela şu vardır ya ülkemizde. Ya Amerika'da siyahiler çok eziliyor kardeşim. 1942, 1942 o kadar. Birazdan sonra bakacağımız olayda da Alevilere yapılanlar tamam hepimizi tam temsil etmiyor ama yeteri kadar bir grubu temsil ediyor ki organize olup veya direkt devletin yaptığı şeyler bunlar baktığımızda.
[00:07:10] Speaker B: Sonuçta maalesef tarih bu konuda böyle şeyler içinde barındırıyor. adaletsizlikler diyelim bu aslında bilinçli alınmış kararlar kimse yöneticiler dahi kimse ya işte canım istedi yarın bir varlık vergisi ilan edelim işte bunlara varlık vergisi konsun bunlar işte ekstradan daha ağır vergiler versin bizim elimizde fakirleştirilsin diye uyanmıyor bunlar aslında planlı düşünülüyor ve bunun arkasında bir planlı bir hareket söz konusu oluyor ve açıkçası bu topraklarda maalesef ilk defa gelmedi bu varlık vergisi 1942'de Ondan öncesinde de açıkçası gayrimüslimlere uygulanan bazı çifte standartlar vardı negatif anlamda ki onları belli bir şeyin içinde tutmak, belli bir sınırın içinde tutmak için hani bunlar yapılıyordu. Bunların şu an ezberden söylemek çok kolay değil ama başka bir zaman başka bir programda bunlarla ilgili şeyleri de dökebiliriz.
[00:08:06] Speaker A: Şimdi bunun sonrasında çok politik anlamda da dediğim gibi yani bunu Türk olarak anlatmıyoruz. Yani Türklük olarak Türk olmak böyle bir şeydir değil. Burada dediğim gibi bir plan var. Hatta bazıları yargılanıyor sonrasında bu birazdan bakacağımız konuda da. Hiç kimse şey değil yani gurur duyduk iyi ki yapmışız diyen çok az insan var.
[00:08:23] Speaker B: Yok.
[00:08:24] Speaker A: Yani onu söylemiyorum, yanlış anlamasın insanlar. Devlet bir anlamda bir yargı sürecine giriyor. Fakat iş işten geçtikten sonra olmasından dolayı biraz şey oluyor. Yani diğer programda bahsettik ya, Özgür'le konuşurken Papa'nın Çek Cumhuriyeti'ne gidip yaklaşık 500 yıldan sonra Can Has, Has'ta herhalde. Has'ın böyle yakılması hakkında bir özür dileme gibi bir metni yayınlamasına benziyor bazen de. Tamam oldu, bitti. Hani geri verecek misin o bütün şeyi? Bir devlet geri ödeyecek mi bu koruyamadığı insanların mal varlıklarını vesaire? O süreç elbette olmuyor. Yani bir adalet o anlamda gelmiyor. Fakat sonrasına baktığımızda bir Kıbrıs sorunumuz var. Hristiyanlar, Museviler, gayrimüslimler yabancılaştırılıyor biraz yavaş yavaş. Ait değilsin, dergi ödüyorsun. Bak biz ödemiyoruz, ödeyenler ve ödemeyenler. Yabancılaştırılıyorsun. Kıbrıs sorunu, bu milli davada da Kıbrıs'taki olaylar olsun, orada Yunanistan'dan gelen kişilerin o başkaldırışı ve Türklere yaptıkları eziyetler vs. Ondan dolayı da elbette yine bir milliyet düşüncesi, bir milli bizler ve onlar şeyi ortaya çıkıyor. Nasıl deriz biz bunu?
[00:09:25] Speaker B: Aslında bu karşılıklı bir şey. Şimdi baktığın zaman tarih içerisinde bizim ülkemiz için konuşmak gerekirse yaşanılan olaylar içerisinde bir temizleme hareketi yapılıyor. Bunun Türkçesi budur. Ve bu sonuç olarak şimdi devlet ayrı, hükümet ayrı. Birazcık bunların da açıkçası altını çizmekte fayda var. O dönemin hükümeti diyelim sonuç olaraktan böyle kararlar alıyor ve bu kararların yarattığı bir tepki söz konusu ve daha sonra biz bu tepkinin karşı tepkisini başka bir yerde görmeye başlıyoruz. Sonuçta yapılan işte bu verlik vergisiydi daha sonra işte Yahudilerin bu şekilde hareket edilmesiydi öncesinde pardon ve arkasından bir Kıbrıs sorunu ortaya çıkıyor ve baktığımız zaman orada da bu sefer biz diyoruz ki bize haksızlık yapılıyor. Bu sefer biz harekete geçiyoruz. Bir anlamda aslında tarihi olayların içerisinde baktığımız zaman biz bir hareket yaptığımızda bu hareketin bir de karşı hareketi söz konusu oluyor. Yani sonuçta biz bu insanlara hem etnik kimliği hem inanç kimliği farklı olan insanlara bir uygulama yapıyoruz ve bu uygulamanın bir yerden de bize sanki politik bir cevabı geliyor ve bu politik cevabı da elbette ki şurayı ekleştirelim hiçbir etnik kimlik ve inanç kimliği olan azınlığa yapılmış bu tarz şeyleri biz hiçbir zaman doğru kabul etmiyoruz.
[00:10:51] Speaker A: Elbette.
[00:10:51] Speaker B: Hiçbir şekilde doğru kabul edilemez. Hangi ulus hangi ulusa yaparsa yapsın savaşın ve bu tarz ilhakların hepsi yanlıştır. Ve biz bunları asla savunmuyoruz. Burada bunları konuşuyoruz, bunları masaya yatırıyoruz. Bunlar hakkında görüşlerimizi, bakış açımızı ortaya koyuyoruz. Ama şunu da çok net söylemek lazım. Hangi ulus, hangi ulusa, hangi inanç grubu, hangi inanç grubuna bunu yaparsa yapsın bunların hepsi haksızlıktır.
[00:11:18] Speaker A: Yani bunu varsayarak zaten konuşuyoruz. Ama söylemen iyi oldu yani. İnsanlar şey olabilir bir anda böyle. Biz yaptığımız için onlar bize yaptığı gibi değil de yok. Bu da yanlış, o da yanlış.
[00:11:29] Speaker B: Aynen öyle, aynen öyle. Ama yanlış yanlışı doğuruyor değil mi?
[00:11:33] Speaker A: Bir ilişkisi var evet.
[00:11:34] Speaker B: Aynen. Bir yerden bir etki ve bir tepki ilişkisi söz konusu. Bir yerden siz birilerine bir şey yaparsanız bunu başkaları görüyor ve onlar da diyor ki yani madem sen bu insanlara bunu yaptın o zaman ben de bunu burada yapıyorum diyor. Evet. O da yanlış, bu da yanlış.
[00:11:51] Speaker A: Doğru, doğru, doğru. O zaman bugün andımıza o olaya başlayalım o zaman. O pogroma nasıl oldu? Nasıl gelişti o süreç? Elbette birçok video var internette. Dinleyenler gidip oradan o belgeselleri izleyip daha detaylı bilgi edinebilir. O ben hızlıca bu aşamalara bakayım. Senin de dikkat çekmek istediğin bir şey varsa onu dikkatini çekersin. Elbette 6 Eylül. 6 Eylül'de başlayan bir şey. Bir konsolosluk artı Atatürk'ün evine bomba atıldı. Atatürk'ün evi, Selanik'teki evi bombalandı diye bir haber çıkıyor. Haber çıktıktan sonra radyoda yayınlanıyor. Radyo yayınlandıktan sonra da akşam gazetesi olan İstanbul Ekspres'te atamızın evi bombalandı. diye bir manşet atılıyor ve olayları tetikleyen bu radyo mesajı ve manşet olarak görülüyor. Normalde 20-30 bin satan gazete, yaklaşık tahminlere göre 290 bin gazete dağıtılıyor, satılıyor ve bir anda şey dedi, bunu manşete atan kişi, ben sadece haberi yayınladım, radyoda yayınlanmış şeyi ben gazetede verdim, yani görevim bu diyor. Fakat 20-30 bin satıp, yani düşünsenize bir 10 günlük, 15 günlük olan kağıt, deponuz nasıl oldu da bir anda bu kadar basmaya hazır bir şekilde hazırlandı, o da elbette düşünülen bir şey ama Sonra da bu bombalama olayının duyulması ya da söylentisi insanları galyana getiriyor. Organize olmuş çeteler bir anda gayrimüslimlerin, Yunanistan'da oluyor, hem Yunan hem Ermeni hem Musevilerin başına patlıyor. Onların işyerleri ve evleri sanki çetelerin ellerinde ev adresleri varmış gibi ve var olduğu söyleniyor, varmış gibi oralara saldırılarda bulunup evleri yağmalanıyor. Birçok kötü olay oluyor ama o günü biraz hatırlatacak olursan hocam nasıl gelişti o gün, neler oldu?
[00:13:18] Speaker B: Özellikle şöyle söyleyeyim, sonuç olarak bazı hassasiyetlerimiz var. Yani bu hassasiyetlerimiz biliniyor ve maalesef kötü insanlarca da biliniyor ve suistimal ediliyor. Ben 6-7 Eylül pogromunun özellikle detaylarına baktığım zaman özellikle bu bombalama eylemi ki orada başka bir detayda da öyle çok ciddi bir bomba değil sadece işte camlar kırıldı şeklinde bir ifade söz konusu var. Ve daha sonra bunun kovuşturması yapılıyor, soruşturması yapılıyor ve bu soruşturma artık bu olaylardan sonra yapılan bu soruşturma özellikle bunu dahi yapanların sonuçta bizden birileri olduğu gerçeğiyle karşılaşıyoruz ve birileri açıkçası halkı galeyana getirmek için halkın hassas noktalarıyla oynadığını görüyoruz. Bu planlı bir eylem. Yani senin de dediğin gibi 20-30 bin tirajı olan ve sürekli yani nasıl olsa bizim tirajımız bu deyip bunun üstüne çıkmayan bir gazetenin nasıl bu tirajın 10 katına çıkacak şekilde o gün bugün 10 katını biz satarız ya deyip de gece rüyana girmedi sonuçta bu vahiy gelmedi sana.
[00:14:22] Speaker A: 3-4 kaç hafta öncesinden sen bu siparişi vermedin o kağıtların gelmesi için.
[00:14:26] Speaker B: Aynen öyle aynen öyle. Yani burada açıkçası bir organizasyonel bir yapı söz konusu ama gene bir etki tepki meselesi var. Sonuçta şimdi biz diyelim bu topraklarda o dönemki hükümet açıkçası gayrimüslimlere bir varlık vergisi koydu ve gayrimüslimlerin hükümet eliyle fakirleştirilmesini sağladı. Özellikle onlar çalışkan oldukları için daha fazla vergi verdiler. Diyelim. Çünkü bu varlık vergisi Müslümanlara konulmadı. Gayrimüslimlere konuldu. Ve onlar ne kadar çok çalışırsa o kadar çok vergi ödediler. Ekstradan, ekstradan. Ve arkasından Kıbrıs sorunu. Gene yapılmış bir başka yanlıştır. Kıbrıs sorunu daha çok taze. Sonuç olarak orada Türk halkına yapılmış yanlışlar söz konusu. Buna karşılık ana vatanın yaptığı bir Kıbrıs çıkartması var. Kendi milletini korumak için yaptığı bir hareket var. Bu arada ben geçen ay Kıbrıs'taydım. Oradaki şehitliği gezdik. Oradaki Kıbrıs harekatında kullanılan tankları gördük ve gurur duyduk sonuç olarak. Ama hani orada da sonuçta yapılan bir yanlışa karşılık verilen haklı bir mücadele vardı. Ama öncesinde biz de yanlışlar yaptık. Bunu da kabul etmek lazım. Ve orada yapılmış şeyler daha çok taze iken bu sefer ona cevaben ve burada sonuç olaraktan bir cemiyet var. Bu cemiyet sonuçta bunun arkasında organize eden, bu olayları organize eden cemiyet olarak gözüküyor ve soruşturmaların sonrasında da kapatılıyor hükümet eliyle. Çünkü burada açıkçası tamam orada bizim milletimize karşı yapılmış yanlışlar söz konusu bir soykırım yapıldı ve buna cevaben de o zaman biz de burada ana vatanda buna karşılık verelim.
[00:16:03] Speaker A: Sanki hocam istenilen bir şey vardı daha önceden.
[00:16:06] Speaker B: Evet.
[00:16:06] Speaker A: Bu sadece bunun için bir fırsat doğurdu.
[00:16:08] Speaker B: Aynen öyle. Aynen öyle.
[00:16:10] Speaker A: Hatırlamıyorum hangi... Kimde? CHP'li bir milletvekilinin bir sözü var. 1453'te başladı. 1953'te kadar Rumlara tamamen o fetih gerçekten bitmiş olacak. Yani Rum kalmayacak ülkede ya da İstanbul'da gibi bir söylemi vardı. O 1953, 55, çok yakın bir zamanda bir nevi fırsat verdi ve bu fırsatı kendilerince iyi kullandılar. Yani kötü amaçla iyi kullandılar.
[00:16:30] Speaker B: Maalesef.
[00:16:30] Speaker A: Maalesef. bunu organize ederek baktığımızda nereler bey oldu. Kurtuluş, Adalar, Fener, Balat gibi bölgelere kamyonlarla insanlar taşıyıp. Ve o gün neler oldu? Resmi rakamlara göre neler söylendi? Yani bilançosu neydi?
[00:16:44] Speaker B: Yaklaşık 73 Rum Ortodoks Kilisesi ve 20'den fazla diğer azınlık okulu, sinagog, kilise yakılıp yıkıldı ve yağmalandı. İkonalar parçalandı, mezarlıklar tahrip edildi, papazlar ve din adamları dövüldü, bazıları zorla sünnet edildi. ve yaklaşık 4214 ev, 1004 iş yeri, 21 fabrika ve sayısız dükkan yağmalandı. Resmi rakamlara göre 11 kişi öldü ama gayri resmi tanıklıklarla bu rakamın çok daha büyük olduğu söylenilmekte. Sonuçta baktığımız zaman ve bu bilançoya baktığımız zaman üzülüyoruz. Bunlar bizde olabilirdik. Bu bizim de başımıza gelebilirdi. Hoş bazen şunu söylemek de Şey istemiyoruz bu bizim başımıza gelsin insani tarafımızla ama olmaz olmaz diyemeyiz.
[00:17:35] Speaker A: Doğru yani doğru. Bu hassasiyetlerin değindiğin konu çok önemli aslında. Bazı hassasiyetlerimiz var ve bu hassasiyetleri içimizde iyi kontrol edemezsek bizi çok yanlış şeyler yapmaya tetikleyebilir veya yanlış şeyler yapılırken onları göz yummaya sebep olabilir maalesef. Bu bence çok değerli. Elbette burada sadece Rumlar dediğimiz gibi değildi. Rumların yanında Ermeniler ve Yahudi cemaatleri de çok etkilendi. Bunlardan ve en kötü olaylardan bir tanesi de elbette kadınların tecavüzü. Kadınların uğradığı yine en zayıfın en çok hasarı görmesi gibi en çok saldırıyı görmesi burada gerçekleşiyor yine ve maalesef. bir nevi yüzlerce yıldır, belki binlerce olmalı, yüzlerce yıldır yaşadıkları topraklarda yabancılaşma ve yabancı gibi istenmeyen insan olarak gösterilmeleri mümkün. Bu olaylardan dolayı bence hala bugün bile Hristiyan olduğumu insan duyduğunda bazen şey olabiliyor. Yani etraftaki tepki bir farklı bir ülke için çalışan yabancı, sen yabancılaştın, değilsin artık Türk, Müslüman. O eşitlemesinde Türksen Müslümansındır, değilsen o zaman Türk değilsindir gibi bir yanlış o denkleme. Bir nevi neden böyle düşündüğünü burada görüyoruz. Çünkü kendi yaşadığı toprakta, kendi yaşadığı evde, senden çok önceleri orada bulunmuş bir kişiye gelip sen yabancısın, sen çıkmalısın demek bu sefer de yine aynısı bize de söylenebilir değil, söyleniyor. Buraya ait değilsin.
[00:18:48] Speaker B: Maalesef bu aslında bilinçli bir bilinçsizleştirme diyelim biz buna. Cahillik de diyebiliriz. Çünkü maalesef tarihini bilen, araştıran, bununla yüzleşen, hatalarını kabul etmeyi öğrenen milletler gelişir. Topluluklar gelişir, ülkeler gelişir. Evet tarihimizde bu yaşandı ve bizde evet bu o dönemde bu hata bizim topraklarımızda hani ceryan etti. Gerçeğini kabul etmek ve bununla yüzleşmek olgunlaştırır, büyütür. Evet. Baktığın zaman bizim milletimizin aslında çok inançlı bir kültürü vardır. Baktığın zaman Hazar Türkleri vardır, Müslüman değillerdir.
[00:19:27] Speaker A: Hristiyan da değiller.
[00:19:28] Speaker B: Hristiyan da değiller. Yahudilerdir. Ve baktığın zaman Tenkrici Türk ulusları vardır. Ortodoks Hristiyan Türk ulusları vardır. Gagavus Türkleri vardır. Karamanoğulları vardır. Baktığın zaman Anadolu topraklarında yaşayan Türklerin Evet de çoğunluğun Müslüman olduğunu inkar etmiyoruz ama onların içinde Müslüman olmayan Türklerin de varlığını da inkar etmiyoruz. Yani bu sebeple esasen bu 6-7 Eylül programında sadece hedefler etnik bir kimliğe sahip insanlar için değildi. Bu sebeple aslında anti Hristiyan veya gayrimüslimlere karşı yapılmış bir etkinlik. Yani burada da biz anlıyoruz ki insanlar tarihlerini unuttular. Galeyana gelen ve bu konuda galeyan eseri sonuçta birileri tarafından kışkırtılarak bu tarz şeylerin içinde rol almış insanların aslında bu konuda bilinçli insanlar olmadıklarını görüyoruz. Çünkü bilinçli insanlar tarihini bilen, milletini bilen, topraklarında yaşanmışlıkları bilen ve çevresindeki Türk toplumlarını da bilen, sonuçta bilmek Öğrenmekle de yükümlüyüz değil mi? Yani öğrenmekle de yükümlüyüz aslında. Biz sonuçta Hazar Türklerini, Yunanistan'da yaşayan Karamanoğullarını, Moldovya'da yaşayan Gagavus Türklerini bilmeyince...
[00:20:39] Speaker A: Bu yanlış düşünceler doğuyor.
[00:20:41] Speaker B: Aynen öyle. Ama bilince hani fark ediyorsun ki ya olabilir, olabilir. Demek ki Türkler bu da olabilir. Ve bu aslında aidiyet kavramına yeniden bakmamızı sağlıyor. Özellikle bu olayları okurken, bu olayları incelerken daha sonra başka bir kitap karşıma geldi. Şimdi reklam yapmayacağım burada ama Kurtuluş Savaşı'nda bizimle birlikte bu ülkenin kurtuluşu için savaşan Yahudiler. Ermeniler, Rumlar, bunları da unutmayalım. Bunların da isimleri var. Araştırmak isteyenler bunları da araştırabilirler. Bu insanlar bu topraklarda bizimle birlikte yaşadılar ve onlar da bu toprakların bir parçasıydılar ve Kurtuluş Savaşı'nda hepimizin ataları birlikte bu Anadolu topraklarında yaşayan ne mutlu türküm diyen Yahudilere, ne mutlu türküm diyen Hristiyanlara, ne mutlu türküm diyen herkesin birlikte savaşıp kan döktüğü, ter döktüğü bir toprakların üstünde yaşadığımız gerçeğini de unutmamamız gerekiyor.
[00:21:39] Speaker A: Olaylardan sonra çok büyük etkileri oldu elbette bu olayın. Mesela İshak Alaton bir paylaşımında şöyle diyor, kendi kardeşi miydi, abisi miydi hatırlamıyorum şu an ama şey görüyor, bir saldırıları görüyor ve o an saklanıyor, zar zor kurtarıyor bir nevi kendisini ve diyor ki ben bu ülkede artık yaşayamam ve İsviçre'ye gidiyor. İshak Alaton da İsviçre'ye gidiyor fakat geri dönüp firmasını kuruyor ve Türkiye'ye yatırım yapıyor. En değerli iş adamlarımızdan biri oluyor ülkede yaşayan, bu ülkenin çok büyük Hem iş veren oluyor ama aynı zamanda vergi vererek de ülkesine destek olmuş oluyor. Böyle bir insan İsa Kalaton kaldı ama kardeşe gitti. Nüfus hızlı bir şekilde, Yahudi ve Hıristiyan nüfusu çok hızlı bir şekilde eridi. 55 yılında olan bu olaydan sonra yaklaşık kaç yıl diyorlardı? 64'lere geldiğimizde yani bir 9 yıl sonra binlerce olan o nüfus 2000 ve bugün 2000'in altında olduğu söyleniyor Rum nüfusunun sadece. İstanbul gibi bir yerde, Patrikhane'nin bulunduğu bir yerde 2000'in altında bir Rum nüfusundan bahsediyoruz. Çok üzücü. Hani hep böyle Osmanlı bir anlamda, Osmanlı tarihine baktığımızda Hristiyanlar evet, ekstra vergi ödüyorlardı ama İstanbul'da yaşayabiliyorlardı. Ne yazık ki bu devlet ve hükümet, senin dediğin çok doğru, ben onu başlangıçta yanlış söyledim de. Devlet yerine hükümet, bu Cumhuriyet döneminde hükümetler ve hükümetlerin kendi inançları, düşünceleri çok daha baskın olduğunda o dönemsel bir anda değişebiliyor. Birisi çok daha kabulcuyken 4 yıl sonra bir seçim oluyor ve bir anda Hristiyanlara karşı ya da gayrimüslimlere karşı çok büyük baskılar oluşuyor. Bunu tarihimizde görüyoruz ve ne yazık ki çoğulcu Osmanlı zamanında yaşadığımız o çoğulculuk, bir gayrimüslimlerle Müslümanların bir arada yaşadığı o ortam Cumhuriyet döneminde yok oluyor. Tam tersini düşünmez miyiz? Yani şeriatın olduğu bir anlamda bir dönemden, literal anlamda olmasa da bir en azından İslami bir sistemin olduğu bir yerden bugüne geldiğimiz o demokratik sistemde yok olma durumuna geliyoruz.
[00:23:22] Speaker B: Maalesef bu da sonuç olarak Türkiye'nin büyüme evresinde, gelişme evresinde, yeni Türkiye'nin, genç Türkiye'nin yaptıkları seçimler sonucunda başa gelen hükümetlerin açıkçası doğru seçilmemesi sonucunda ve bilinçli seçilmemesi sonucunda yapılmış ard arda birbirini destekleyen, yanlışı daha da yanlışa götüren, yanlış politikalar zincirinin bir parçası. Şu söz çok doğrudur. Her zaman için bunu aklımda tutmaya çalışırım. Tarihten ders almayanlar için tarih tekerrür eder. Ama tarihinden ders alanlar, geçmiş tarihte yapılan hataları tekrar işlemeyerek gelişmeye devam ederler. Bizim de belki en büyük sınavımız acaba biz bu tarihten ders alacak mıyız ve daha iyiye doğru gelişecek miyiz yoksa ders almayacak ve daha kötüye doğru ilerleyecek miyiz ve tarih kendisini tekrar üretecek mi? Bence her zaman düşünülmesi gereken bir şeydir. Hem bireyler için, hepimiz için bu böyledir, benim için de bu böyledir. Ben bu tarihten ders almazsam bu tarihte yapılan hataları tekrar edebilirim. Ve biz millet olarak, ulus olarak bu tarihten ders almazsak, bu tarihin benzerlerini işleme potansiyeli ve aynı hataları tekrar yapma potansiyeline her zaman çok açık olacağız. Ve birileri bu potansiyeli görecek ve bunu suistimal edecek. Ve ondan sonra diyeceğiz ki, bak yine aynı şeyi yaptık.
[00:24:52] Speaker A: Hocam, bu kadar yanlış olan şeylerden bahsettik, keşke olmazsaydı dediğimiz şeyler oldu. Fakat bir, birkaç yaşlı o dönemi yaşamış Rum iki amca ve bir teyzenin bir konuşmasını izleme fırsatı mı oldu YouTube'da? Teyzemiz şunu dedi, 5 yıl önceydi bu video, dedi ki 65 yıl geçti üstünden, artık affetmemiz gerek. Bir taraf belki af dilemiyor olabilir. Af dileyenler çok da. Af dilemiyor olabilir. Fakat bu dişe diş, kana kan mentalitesinden dolayı. Fakat Hıristiyanlık bu konudan ne diyor? Hıristiyanlık bu düşman, kardeş, komşu ilişkileri için neler söylüyor? İsa Mesih ne öğretti? Çünkü şunu fark ediyorum, kilisemize de dikkat ettim hocam buna. Birkaç ay oldu herhalde. 3 ay olmuştur rahat. 3 ay önce kadınlarımızın bir araya geldiği bir toplantıda düşmanını sevmekten konu açılıyor. Şunun söylendiğini bile duydum yani düşmanlığımı sevmek mümkün değil. İsa Mesih'in kurduğu bir kilisede çarmıhtayken baba onları affet ne yaptıklarını bilmiyordu yani. Bir İsa Mesih'ten, İsa Mesih'i Rabbim ve Efendim olarak kabul ediyorum diyen kişilerin ağzından çıkan düşmanlığımı affedemem. Ne kadar da İsa Mesih'in öğretileri güzel olsa da ağzımızdan çıkan ve yüreğimizde hissettiklerimiz bu ilk cümle yani İsa Mesih benim Efendim ve Rabbimdir olan cümleyle bir ilişkisi olmuyor, bağ kuramıyor.
[00:25:59] Speaker B: Yani bunun arkasında yatan şeyi özetlemek gerekirse öğreti doğrudur. İsa Mesih bu öğretiyi en iyi bize gösteren kişidir ama uygulayan biz öğrenciler açıkçası hâlâ küçüğüz, hâlâ çocuğuz. Düşmanımı bağışlayamam diyen bir Hristiyan açıkçası inancını iyi bilmiyor demektir. Neye inandığını hala giyinmemiş demektir. Şöyle söyleyeyim, inanç da bir giysi gibidir. Şimdi bunu, tişörtü ilk aldığım zaman da elbette bazı yerleri biraz belki potluk yaratıyordu, tam üstüme oturmuyordu ama onu giydikçe böyle onun içinde olmaya alıştım ve o bana tam oturmaya başladı. İnanç da böyledir. Evet, düşmanını seveceksin, öç benimdir diyen bir Rabbimiz var. Bunu demesinin arkasında yatan sebepler çok büyük. Çünkü O bizim kurtuluşumuzu garantiledi. Bizim kurtuluşumuz garanti. Tanrı yaptığı çarmıhta yaptığı işle bize kurtuluşu verdi ve bizim bundan şüphe duymamamız gerekiyor. Ve bunun aslında aşkınlığını, büyüklüğünü de kavramak için bir Hristiyan her gün düşünmesi gerekiyor. Her gün onu daha çok içselleştirmesi gerekiyor. Bunun farkına varan bir Hristiyan, ya nasıl olsa ben kurtuldum ama benim düşmanım Tanrı'yı tanımayan bir kişi, o zaten kurtulmadı. Birincisi, 3 benimdir diyen Tanrı, davanı bana bırak, ben senin davanı göreceğim diyor. Özetlemem gerekirse, bir Hristiyan yeryüzünde adalet aramaz. Zaten yeryüzünde Arasa da adaleti bulamazsın. Adalet yeryüzünde eylemlere dayalı verilir. Senin yüreğindeki niyetler asla tartılmaz, düşüncelerin asla tartılmaz ve eylemlerde de başkalarının doğru olmayan ifadeleriyle sen masumken suçlu duruma dahi düşebilirsin. Yeryüzünün adaleti böyledir. Ama Tanrı'nın adaletinden kimse kaçamaz. Eğer Tanrı öç benimdir diyorsa o adaleti yerine getirecek ve onun adaletinden kaçış mümkün değil. Onun adaletinin içinden geçilebilecek küçük delikleri yok ve işte kandırılabilecek yapısı yok. Çünkü o aklı, yüreği, niyetleri, eylemleri hepsini birden görebilendir. Düşmanlığını sevin dediği zaman esasen bunu söylemeye çalışıyor. Çünkü senin, sana düşmanlık yapmış bir kişi açıkçası zaten beni tanımıyor. Lütfen ona daha çok merhamet et. Çünkü o beni tanımıyor ve başına gelecek olan gazabın farkında değil. Ama sen beni tanıdığını söylüyorsun ve ben sana öç benimdir diyorsam, benim bu davaya bakacağımı, senin için adaleti yerine getireceğimi, zaten bunun cevabını alacağımı biliyor olman gerekir.
[00:28:25] Speaker A: Şeylerle konuştuğumuzda o zaman yani düşünsenize hocam yani bir Rum kardeşimizle Ermeni Yahudi kardeşimiz onlara affetmek konusunda mesela bu Rum teyzenin anlattığı gibi yani çok zaman geçti affetmemiz gerekiyor artık derken aslında ne kadar büyük bir zamana bakmaksızın yani ne kadar büyük bir cümle kurdu orada affetmemiz gerek yani affedelim ya değil de affetmemiz gerekiyor Bu cümlenin biraz daha ağırlığını ortaya koyuyor. Yani affetmenin... Elbette unutmak değil bu. Yani affetmek... Affettim, unuttum gitti ya. Hatırlamayalım artık. Bir sonraki, önümüzdeki yıl konuşmayalım bu konuyu. Değil. Önümüzdeki yıl geldiğinde de konuşacağız ki dediğin gibi tarihten ders çıkaralım. Fakat aynı zamanda biz Hristiyanlar olarak da kendimizi de hazırlayalım. Olduğunda tutumumuz ne olacak? Biz de dişilişkan mı isteyeceğiz yoksa Efendimizin öğrettiğini hazır bir şekilde, içsel ve dışsal anlamda hazır bir şekilde yerine getirecek miyiz?
[00:29:14] Speaker B: Bizde bir atasözü vardır. Bağışla büyüklük sende kalsın. Aslında toplumumuzda affetmek, bir büyüklük göstergesidir, bir olgunluk göstergesidir. İnancımızda da affetmek asla unutmayı kapsamaz. Çünkü Tanrı bizi bağışladığında, Tanrı bizim günahlarımızı bağışladığında şunu demiyor, tamam tamam ben hafızamdan günahlarını sildim artık hiç hatırlamıyorum demiyor. Hayır, artık tekrar anmayacağım diyor. Seni artık bundan tekrar mesul bırakmayacağım. Bunları tekrar karşına getirmeyeceğim. Seni yeniden yeniden Seni bağışladım dediğim konuyla mahkum etmeyeceğim. Yani seni bunun sonuçlarından özgür kılacağım. Ama bunu da İsa Mesih'in çağrımında yaptığı büyük eylem sayesinde bize sağlıyor. Ve bu aslında çok önemli. Ve biz affetmeyi ondan öğreniyoruz, bağışlamayı ondan öğreniyoruz. Elbette ki şimdi diyeceksin ki ya ben insanım, o kadar acı şeyler başıma geldi, sevintilerimi kaybettim. Peygamber değilim. Tabii ki hepimizin savunduğu ana şey bu, savunma bu. İyi de ben Tanrı değilim. İyi de işte senin sana bunları sunmuş, sana kurtuluşu sunmuş, sana bu büyük hediyeyi ki kendin bunu kazanamazken vermiş ve bunu sana karşılıksız bir şekilde vermiş, hiçbir iyi amelin sonucunda vermemiş bir Tanrın var ve Tanrın diyor ki, ölç benimdir. Yani senin davanı ben göreceğim. Şimdi şöyle bir şey var, bir davan olsa. Şimdi o davana yeni mezun bir avukatın mı bakmasını yoksa herkesin cevval girdiği her davayı kazanır dediği bir avukatın mı ilgilenmesini istersin? Hangisine daha çok güvenirsin? Senin öyle bir avukatın var ki yerin ve göğün hakimi, her şeyin efendisi ve diyor ki 3 benimdir, senin davanı ben göreceğim. Sen bunu idrak ettiğin zaman, ben bunu idrak ettiğim zaman bana düşmanlık olan yapmış olan birisine insani zayıflığım ve olgun olmayan tarafımla benliğimle şey diyebilirim elbette yani ben bu adamı sevmiyorum diyebilirim ama bana affetmeyi öğreten Tanrı'ya odaklandığımda ve O'nun 3 benimdir dediği zamanki sözünün ciddiyetini fark ettiğimde benim bana düşmanlık yapan insan için üzülmem gerekir.
Çünkü öç benimdir diyen dava, benim davamı kendi üstüne almış bir Tanrı var ve sen bana bunu yaptın ama sen O'na hesap vereceksin. Ben O'na hesap vermek istemezdim. Ve sen O'na hesap vereceksin. Şimdi bunları fark ettiğimiz zaman bu gerçekten beni üzüyor. O zaman açıkçası içimden şu geliyor ya bana lütfen düşmanlık yapmayın. Hani çünkü o zaman sizin için üzüleceğim çünkü siz bana düşmanlık yaptığınızda O'na hesap vereceksiniz.
Ve ona hesabınızdan kaçamazsınız. Bunu fark ettiğimiz zaman işte bu sebeple İstefan aynen öğretmeni gibi kendisini taşlayan insanlar için bunu söyledi. Baba bu günahı onlara yazma. Onlar ne yaptıklarını bilmiyorlar. İşte biz bazen bunu unutuyoruz. Doğru. Hani düşmanımı bağışlayamam. İyi de neden sen onu bağışlamayarak ona ceza verme, ona hesap sorma ayrıcalığını kendinde tutmak istiyorsun ki sen yeni mezun bir avukat gibisin. Senin daha girdiğin dava, kazandığın dava yok. Ama en cevval avukat yerin ve göğün hakimi diyor ki ölç benimdir.
[00:32:36] Speaker A: Bazen içsel anlamda ve bu dünyanın sisteminde adalet gelirse, özür dilerse, kendini böyle mahvederse bir anlamda o zaman özü affederim diye bir kavram var. Fakat bu sefer sen hem acı yaşamış bir insan olarak kendini o kişinin isteğine, yine o kişinin isteği doğrultusunda hayatını yönlendiriyorsun. Diyorsun ki o özür dilesin, o zaman ben affedeceğim. Affetmezsem yüreğimde bir nefret duygusu var, yüreğimde bir adaletsizlik duygusu var, ölçü alma duygusu var ve ben bununla yaşıyorum. Karşıdaki kişi bununla yaşamıyor ve sonra diyorum ki ben ne zaman affedeceğim, o kişi gelip özür dilemezse sen ömrün boyunca bununla yaşayacak mısın, taşıyacak mısın sen bunu? Aslında biz affetmeyerek daha fazla büyük bir yükü taşıyoruz ve bu yükün altına giriyoruz ve biz bu yükün altında eziliyoruz. Bütün hayatımızı ele geçiriyor bir nevi bu düşünceler.
[00:33:22] Speaker B: Evet, şöyle bir şey var. Gene bu olayların gidişatına baktığımız zaman elbette şunu söyleyelim seyircilerimiz de bunu bizden duysunlar. Bizim için bir anlamda konuşmak kolay. Evet, bunu bir masaya koyalım. Bizim için konuşmak kolay çünkü bu olayları biz yaşamadık. Ama bu olayları nasıl empati edebiliriz? En sevdiklerimizin elimizden alındığını düşünürsek, eğer kendimizi onların ayakkabılarının içine koymaya çalışırsak, gene birebir de tecrübe edemeyeceğiz ama empati kurabileceğiz belki bir nebze. O durumda dahi derler ki... Yani bu sözü birçok yerde, birçok filmde de duymuşsunuzdur. İntikam almak isteyen iki mezar kalsın. Çünkü öç arzusuyla, işte koşullu bağışlama, işte şöyle olursa, böyle olursa, o da bedel öderse, o da benim yaşadıklarımı yaşarsa gibisinden o başkasına da zarar görmesini, benim gördüğüm kadar zarar görmesini isteyen tarzda bir yürek kendisini de o ikinci mezara koyuyor açıkçası. Ve bu sebeple İsa Mesih bizim o ikinci mezara girmemizi istemiyor. O yüzden diyor ki davanı bana teslim et. Yani kendini sen zaten iman ettiğinde bana teslim ettin. Elbette ki aynısı benim başıma gelse ben burada oturduğum kadar rahat oturabilir miyim? İnsani tarafımla çok zorlanırım. Kimin başına gelse çok zorlanır. Bu yaşanmış şeyleri yaşayan kim olursa olsun bu onun için gerçekten zorlayıcı bir süreç olur.
[00:34:46] Speaker A: Kesinlikle.
[00:34:46] Speaker B: Ama bu sürecin sonucunda Rab'be teslim olan, bütün yüklerini İsa Mesih'e getiren ve onun yardımıyla, onun sözünün gerçeğiyle davasını, öcünü Rab'be teslim eden, o kurtuluşunu etkin kılan kişi olur. Elbette biz Hristiyanlar her zaman kurtuluşumuzu etkin kılıyor muyuz hayatımızın gündelik pratikleri içerisinde? Hayır. Bu yüzden düşe kalka çocuklar gibi hani ebeveynler bilir çocuklar düşe kalka büyür. Her zaman çocuk düştüğünde sen onu kaldırmazsın. Arada o kendisi de düştüğünde kendisi kalkmayı öğrenmelidir. Büyümenin bir parçası da budur. Tanrı da bizim bu tarz düşüşlerimize, bu tarz durumlarımıza izin verir ama sonra şifa bulmak için ona teslim olduğumuzda, evet bu teyze en doğruysunu söyledi, evet 65 yıl geçti artık affetmek lazım. Artık affetmek lazım çünkü bu 65 yılın bütün yükü benim omuzlarımda kalamaz. Teyze bunu fark etmiş. Onlar bunu fark etmişler. Çünkü onlar bunu fark ederken İsa Mesih'e yaklaşmışlar.
[00:35:50] Speaker A: Doğru.
[00:35:51] Speaker B: Yüklerini ona teslim etmişler ve onun adaleti tahsis edeceğine tüm yürekleri ilanmışlar çünkü o bunun sözünü verdi.
[00:35:59] Speaker A: Dediğin çok doğru. Yani biz o durumları yaşamadık. Mal varlığımızın tamamını ya da çoğunu bir gecede kaybetmedik. Ailemizden üyeler bir gecede o kadar acı çekmedi. Fakat bir anlamda da hepimiz farklı acılar çekiyoruz. Ve şunu kabul ediyoruz ki özgürlük gerek. Çünkü bütün dediğimiz gibi bütün hayatımızı şu olayın mağduru olarak yaşamak mümkün. Ve dediğim gibi hissettikleri haksız bir his değil. Dünyanın yargısına çok haklı hisleri olabilir bu Rum, Yahudi, Ermeni kardeşlerimizin. Bir içlerinde komşum dediğim kişi benim mal varlığımı el koydu o gün, bir şey yapamadı. Komşum dediğim kişi gidip dükkanımı yağmaladı, diyebilir. Onu tahmin bile edemiyorum. Her gün o kişiyle karşılaşmak ya da o kişinin senden aldığı şeyi belki onun dükkanında, evinde görmek. Her neyse yani ben onu anlayamam. Fakat şunu anlayabilirim, ben de acılar yaşadım, sen de acılar yaşadın. Sana da haksızlıklar yapıldı, bana da haksızlık. Herkes. Haksızlığı yapan kişi bile haksızlık yaşadı. Onu gördün, yaşadığını devam ettiriyor. Zaten bu olaylara baktığımızda da bunu anlatmaya çalıştık. Kıbrıs olayı ve artı İstanbul'da yaşananlar. Fakat özgür olmak için kendimizi o olaylardaki mağdur kimliğiyle taşımamak için daha derin, daha önemli bir kimliğe ihtiyacımız var. Bu da senin de değindiğin gibi Tanrı'nın oğulları ve kızları kimliği. İsa Mesih'in talebeleri kimliği. Bizim için En değerli kimlik. Evet bu mağduriyeti yaşadım ama bu benim kimliğim değil. İstevanos taşlandı. İlk Hristiyan olarak, ilk öldürülen kişi olarak biliyoruz fakat asıl kimliği o değil. Asıl kimliği Tanrı'yı tanıyan, Tanrı'nın yollarında yürüyen bir insan. Bizim sığınacağımız nokta da o. o mağduriyet kimliğiyle yaşarsam ondan asla vazgeçmem. Bütün kimliğim o zaten. Ben nasıl bırakırım onun peşini? Fakat benim kimliğim İsa Mesih'teyse, en büyük acıyı yaşamış, en derin acıyı yaşamış İsa Mesih'teyse hem o acını biliyorum, görüyorum diyebilir ve gerçekten yaşamıştır, görmüştür. Aynı zamanda ben affettim. Ben senin günahlarını da affettim. Beni yargılayan kişileri de affettim. Gel sen de bana eşlik et. Ya da en bildiğimiz tabiriyle kendini inkar.
[00:37:51] Speaker B: Et, ardım sıra gel.
[00:37:53] Speaker A: Çarmığını yüklen ve ardım sıra gel. Bu cümle aslında tam da burada. Kendini inkar et. Yani ben 3 almak istiyorum. Kenara at. Çarmığını yüklen. Yani bu acıyı hisset. Yani kabul et. Onu yüklen. Çarmıha getir. Ve onu orada bırak. Çarmıha emanet et. Ve çarmı bunun üstesinden gelir. Dediğim gibi hem yargıyla zamanı geldiğinde Fakat en önemlisi bize sunduğu merhametle, İsa Mesih'in sunduğu.
[00:38:14] Speaker B: Ve şöyle bir şey var ki bunu da hani söyleyelim seyircilerimiz de bunu bilsin. Bu bizim çabamızla olabilecek bir şey değil. Bakın affetme, bağışlama benim bireysel çabamla yapabileceğim bir şey değil. Tanrı'nın yardımıyla yapabileceğim bir şey ve Tanrı yardımını kutsal yazılarda diyor özellikle o davayı kendi üstüne alarak. bizim kurtuluşumuzu etkin kılmamızı isteyerek, kurtulmuş bireyler olarak yaşamamızı ve bunun bilincinde yaşamamızı isteyerek, sözündeki gerçeklerin ışığında yaşamamızı isteyerek aslında bizi o kimlikte yaşamamızı yardımcı olmaya çalışıyoruz. Zaten o kimlikte yaşadığın zaman, bunu etkin kıldığın zaman fark ediyorsun ki ben Tanrı'nın yardımı olmadan bağışlayamazdım. Çünkü eğer sadece benim gücüme dayansa bağışlamak, affetmek sadece benim çabamla olacaksa mümkün değil, olamaz.
[00:39:06] Speaker A: Kesinlikle.
[00:39:06] Speaker B: Benim buna gücüm yetmiyor. Bu yüzden de pazarlara diyoruz ki her şeyini çarmıha getir. Çünkü çarmıha gerilmiş olan benim Rabbim Bütün yükleri üstüne aldı, sen bu yüklerin altında ezilmek zorunda değilsin. Bağışlamamazlık da aynı şeydir. Ben de kendi hayatımda bununla mücadele ediyorum. Ben bunları anlatıyorum ama ben her şeyi bağışladım, ben mükemmel Hristiyanım. Yok öyle bir şey. Ben de bununla mücadele ediyorum. Ben de yeniden ve yeniden çarmıha getiriyorum. Yeniden ve yeniden oraya yüklüyorum.
[00:39:42] Speaker A: Doğru.
[00:39:42] Speaker B: Ve bunda bu süreçte ben de öğreniyorum ve bu da bir süreçtir.
[00:39:46] Speaker A: Doğru, doğru, doğru, doğru. Tek seferde olmuyor o affetme. Olmuyor. Affetme böyle her an, her derin, her bir şeyi anımsadığında ona tutunacak mısın, onu Rab'be verecek misin?
[00:39:55] Speaker B: Aynen öyle.
[00:39:55] Speaker A: Tutunmayı mı seçeceğim? Bir seçim var orada. Bence çıkaracağımız derslerden bir tanesi bugün bu. Bu anıları hatırladığımızda bir Hristiyan olarak, ya bir bana da mı öyle yaparlarsa? Ya çocuklarıma böyle bir şey olursa? Ya kurduğum işe bu olursa? O zaman ne yapacağım?" deyip ona tutunup, onun korkusuyla yaşayıp kendimi buradan çıkarmak mı? Yoksa... Rabbin elinde onun istediği olsun mu?
[00:40:15] Speaker B: Aynen öyle.
[00:40:16] Speaker A: Ona teslim olursam vereceğim kararlar çok farklı. Yaşayacağım yaşam da çok farklı. Onun korkusuyla yaşarsam, korku diyor Kutsal Kitap işkence der. İşkence der. Öyleyse tamam o zaman korkuyla yaşayamam, kaygıyla yaşayamam. O zaman nasıl ben yani İsa Mesih'in öğretisi onlar yaşam bol yaşama sahip olsunlar diye geldim. Bol yaşam bizlere bu veriliyor. Yani İsa Mesih'de ise bol yaşam vaadimiz var ve bu vaat korkuyla ve kaygıyla yaşanacak bir yaşam değil. Çok güzel hocam. Ağzına sağlık, yüreğine sağlık. Bence güzel bir konuya değindik. Dileriz ki Rum kardeşlerimiz, Ermeni kardeşlerimiz, Yahudi kardeşlerimiz bu durumu yaşamış. Dileriz affedebilirsiniz. İsa Mesih'in o sözlerine dayanarak Tanrı'nın sizi affettiği gibi siz de O'ndan aldığınız o affı istemeyen kardeşlerinize, etrafındaki insan kardeşlerinize verebilirsiniz. Dilerim bu aynısı bizim için de geçerli. Yaşadığımız bütün acılar için affedin. Fakat bu sadece ve sadece Tanrı'nın verdiği, O'ndan aldığımız affı çevreye sunarak kalıcı bir affı olabilir. Çok teşekkürler bizi takip edip izlediğiniz için. Lütfen düşüncelerinizi yorumlarda paylaşın. Çok iyi olur eğer sizlerden de duyabilirsek ne düşünüyorsunuz bu konu hakkında 6-7 Eylül olayları ve diğer konular hakkında affetmek konusu hakkında sizin düşüncelerinizi merak ediyoruz. Lütfen paylaşın. Aynı zamanda kanalımızı takip etmiyorsanız abone olup videomuzu beğenirsiniz de çok seviniriz. Kendinize iyi bakın, esen kalın.