Episode Transcript
[00:00:00] Speaker A: Arkadaşlar merhaba.
Özgür Hoca'ya hoş geldiniz. Bugün Konyaaltı Kilisesi Pastörü Metin Özkaya hocamla birlikteyiz. Bugün birlikte sorumluluktan bahsedeceğiz. Sorumluluk almaktan bahsedeceğiz. Malum haberlerde de bugünlerde çok görüyoruz.
Tam tersine, sorumluluk almamayı ama aynı zamanda sorumluluk almak neden önemlidir? Nereden gelir bu görev bir nevi bize? Ve ta Aden bahçesinden başlayan bu sorumluluktan kaçma, hatalarımızdan belki üstlenme, o kaçış dönemi nereden başladı, nasıl başladı ve elbette gördüğümüz gibi 21. yüzyılda bizi hala etkiliyor. Aynı zamanda hayattan bahsedeceğiz. Hristiyan olmanın, Türkiye'de Hristiyan olmanın, ve Türk Hristiyan olmanın nasıl bir etkisi oluyor? Hem güzel anılarımızdan bahsedeceğiz birlikte. Tekrardan bizlere eşlik ettiğiniz için teşekkürler. Buyurun, başlayalım.
Hocam, hoş geldin.
[00:00:55] Speaker B: Hoş bulduk Özgür, nasılsın?
[00:00:57] Speaker A: Sağ ol hocam. Biraz iyi diyelim ama elbette birkaç zorluk var iş alanında. O nedenle aklım biraz orada ama seninle de sohbet etmeyeyim. Bayağıdır istiyordum. İyi oldu böyle oturabildik. Senin hayatında da bayağı olaylar var.
İyi, zor. Biraz paylaşır mısın? Nasıl gidiyor hayat?
[00:01:17] Speaker B: Yani paylaşabilirim. Sorumluluk dedin biraz önce yani ben de sonuçta 80 yaşındaki annemin sorumluluğunu aldım.
Ve geçtiğimiz iki hafta boyunca böyle bir sağlık durumlarıyla işte uğraştık.
Haliyle yaşlılığın getirdiği sıkıntılar var.
Onlarla ilgileniyoruz. Bazen zor, bazen kolay, bazen çok stresli. Bir de üç çocuğumuz var evde.
Bir de bir köpeğimiz, bir kedimiz var evde.
Bizim çok canlı, aksiyonlu, bol aksiyonlu bir hayatımız var.
O yüzden bazen hiç düşünecek fırsat olmuyor. Birinden diğerine geçiyoruz. Sonra bir ara bir es veriyoruz. Diyoruz ki biz ne yaşıyoruz şu an?
Ama güzeldir, güzeldir. Her şeye rağmen güzeldir.
[00:02:02] Speaker A: Evet, evet, evet.
İsteyerek bağlamadım bu sorumluluk tarafını ama iyi oldu o dediğin gibi.
Hayatın getirdiği sorumluluklar var. Bu sorumlulukların biraz daha netleşiyor. Ne olduğunu görebiliyorsun. Bazılarımız için daha geç olabiliyor ama evlendikçe, çocuk sahibi oldukça, bir iş kurdukça, bir pastor oldukça o sorumlulukların böyle artışı, yük olabiliyor. Ne düşünüyorsun ya bu konuda? Çünkü herkesle aynı sınıftayız. Hristiyan, Müslüman, Ateist fark etmiyor. Bu sorumluluklar herkes için var.
[00:02:34] Speaker B: Haklısın, bu sorumluluklar herkes için var. Herkesin yaşadığı şeyleri yaşıyoruz. Biz toplumdan kopuk değiliz, bu toplumun içindeyiz.
Elbette yaşımız ilerledikçe sorumluluklarımızın ne olduğu ve ne olmadığı aslında daha netleşiyor kafamızda.
Sınırlar aslında çok önemli. Ben en çok kendi hayat tecrübemden fark ettiğim şey eğer sınırların yoksa ve her şeyi üstüne alıyorsan o her şeyin altında itinayla da ezilebiliyorsun da.
Ama kendi sorumlulukların ne olduğunu, ne olmadığını, nelerin seni aştığını, nelerin senin üstünde, nelerin senin elinin altında olduğunu ayırt edebildikçe bazı şeyler kolaylaşıyor da.
Şöyle söyleyeyim, şu an ben buradayım ve eşim, çocuklarım, annem evde.
Sorumluluğum sonuçta ama şu an onları ben koruyamam. Çünkü şu an ben buradayım, aynı anda iki yerde olamam. Demek ki şu an onların başına ne gelirse ben bununla ilgili bir şey yapamam. Ama Rab'be güveniyoruz. Ben orada olmasam da Rab onların yanında. Rab'bin eline teslim ediyoruz. Ve bu da birazcık kafamızı da rahatlatıyor. Rab'be güvendikçe, ona kaygılarımızı verdikçe, ona sıkıntılarımızı verdikçe ve kendi sorumluluklarımızı da yerine getirdikçe. Çünkü Rab bize sorumluluklarımızı yerine getirmememizi söylemiyor ama kaygılarımızı ona getirmemizi söylüyor.
Bazen o sınırları kaçırabiliyoruz biz insan olarak ve o zaman Üzerimize alınmamız gereken şeyleri çok fazla alabiliyoruz. Tabii ki bunlar yorucu oluyor da.
Ama üzerimizde var olanları ben şeye benzetiyorum bunu da bazen söylerim her zaman yemek yemeye benzetiyorum. Sonuçta kendi tabağım var. Kendi tabağımın bir kapasitesi var. Kendi tabağımdan Yediğim sürece sıkıntı değil ama midemin de bir kapasitesi var. Midemin sınırını aşacak kadar çok şey doldurur ve onları da yemeğe çok fazla çabalarsam en sonunda bu bana sıkıntı verecek.
Ama kendimi bilirsem ve tabağıma midemin kapasitesi kadar bir şeyler koyarsam o zaman hem karnımı doyuracağım hem daha sonrasında sıkıntı da yaşamayacağım. O yüzden o sınırları Zaman içinde öğreniyoruz. Dürüstçe söyleyeyim kırk yaşıma kadar ben de çok fazla öğrenememiştim. Kırkımdan sonra fark ettim. Kırktan sonra böyle fark edilen şeyler oluyor. Çünkü artık eski enerjin olmuyor. Eskisi gibi her şeyi kaldıramıyorsun ve diyorsun ki demek ki sınırlar olması gerekiyormuş. Benim de hayır demem gereken şeyler var.
burnumu sokmamam gereken şeyler var üstüme almamam gereken şeyler var benim sorumluluğum olan şeyler var ama kendime sorumluluk etmemem gereken şeyler de var diyorsun onun ayrımını yaptıkça 40'tan sonra hayat birazcık daha kolaylaşmaya başlıyor ama tabi her zaman için içimizde bir şey onu da yaparım bunu da yaparım gençlik şeyi var onu da atamıyoruz daha üstümüzden O kadar yaşlanmadık.
O yüzden hala yaparız, yaparız diyoruz. Sonra yapamayınca yoruldum ben diyoruz. Niye bunu üstüme aldım ki diyoruz.
Öyle bir hengamenin içerisinde büyüyoruz ve gelişiyoruz aslında.
[00:05:53] Speaker A: Doğru. Doğru. O zaman şöyle de diyebiliriz yani, bu limitlerimiz arttıkça... ...kendi elimizde olmayan, destal, fatiksel...
...limitlerimiz arttıkça bazen şey olabiliyor yani... ...bizim hayrımız oluyor. Yani ne zaman bir sağlık problemi olduğunda... ...ben ne yapıyorum ya, hayatımı neye harcıyorum diyoruz.
[00:06:10] Speaker B: Aynen öyle.
[00:06:10] Speaker A: Ya da aslında düşündüğüm kadar güçlü değilmişim.
Evet. Belki kendimi fazla bir sıkmayayım bu konuda.
[00:06:17] Speaker B: Evet.
[00:06:18] Speaker A: Çünkü hep böyle kendimizi... ...şunu da yap, bunu da yap, bunu da yap, aslında hiçbirini...
...yapamayada bilirsin bir anda.
Çok geçici aslında bu kendimize olan güvenimiz. Her an karmaşa çıkıyor, bir problem oluyor. Aa ben aslında ailemin yanında olsam bile koruyamıyorum. Uzakta tamam da bazen yanımda bile o...
...Tanrı'nın olan sorumluluğu bazen üstüme almaya kalkabiliyorum. Onun belki farkındalığı olabilir, 40'tan sonra gelen. Ben şu an 36 yaşındayım, şimdiden hissetmeye başladım olayı. Bu fiziksel sıkıntılar, yaşadığım zorluklar bazen şey yapıyor ya kendine güvenme, kendi aklına bel bağlama.
[00:06:57] Speaker B: Bak biraz önce ne güzel söyledin Adem'den, Adem bahçesinden, Adem'in sorumluluklarından dedin.
Aslında bunların hepsi birbirine çok bağlı. Adem'in sorumluluğu Adem bahçesine bakmaktı, gözetmekti ve Adem'in de yardımcısı Havva'ydı.
Tanrı Adem'e birçok şeyi söyledi ve Adem de Havva'ya iletti. Ama daha sonra Adem kendi sorumluluğunu aslında birazcık hafife aldı.
Bahçeye gelen yılanın ektiği şüphe tohumlarına da Havva ile birlikte kanmayı tercih ettiler. Neydi bu şüphe tohumu? Yılan sonuç olarak şunu söyledi. İşte Tanrı size bu bahçenin ağaçlarının meyvelerinden yemeyin dedi mi?
Onlar da dediler ki özellikle Havva konuşuyor orada, hayır hepsinden yiyebileceğimizi ama bahçenin ortasındaki iyilik ve kötülüğü bilme acından yemememiz gerektiğini söyledi. Çünkü bu bilgiyi Adem Havva'ya aktarmıştı yani sonuçta ve ardından Şeytanın ektiği şüphe tohumu Tanrı'dan bile şüphe duymayı tetikledi bir domino etkisi ve buna da müsait bir ortam varmış açıkçası. Dedi ki hayır hayır hiçbir şey olmaz ölmezsiniz tam tersi gözleriniz açılacak Tanrı gibi olacaksınız.
Ve sonra Havva, bu ağacın aslında yersek tanrı gibi olacağız, tanrının altında olmayacağız, ona denk olacağız, eşit olacağız, kendimizin tanrısı olacağız. Bu arka planda yatan şeyler bunlardı. Ve yedi ve daha sonra onun yemesinin ardından da Adem de kendi sorumluluğunu ciddiye almadı. Çünkü bahçenin kahyası oydu. Dur demesi gerekiyordu, o müdahale etmesi gerekiyordu. Müdahale etmemeyi seçti ve o da Havva'nın elinden O yenmemesi gereken meyveyi yedi ve gözleri açıldı.
Fiziki olarak ölmediler ama Tanrı ile aralarındaki ilişki öldü. Çünkü Tanrı'nın sesini duyduklarında zannettiler ki Tanrı'dan saklanabiliriz.
Kendimizi ve utanç yaşamlarına girdi ve günah yaşamlarına girdi ve bugün de aslında biz böyle bir ayartıyı Adem'den miras aldık. Tanrı gibi olmak, her şeyi bilmek, her şey benim kontrolümde olsun, benim bilgim olmadan kuş uçmasın, Ben, ben, ben, ben bileyim. Bilmediğimiz zaman belirsizlik bizi en çok sıkan şeylerden bir tanesi. Ne olacağını bilmiyorum. Çok kaygılanıyorum.
İşte ya da işte her şeyi bilmek istiyorum. Her şeyi bilmem lazım. Bana anlatın ne oldu? Ben yokken ne oldu? Hani her şeyi anlatın.
Bileyim, bileyim, bileyim.
Her şeyi duyayım duyayım duyayım ve bu daha sonra bakıyorsun ki bunların hepsi insana aslında yük olarak geri dönüyor.
Biz bu ayartının da aslında peşinden de gidiyoruz. Bu artık içimize kodlanmış bir şey. Bu artık öz doğamız oldu.
Bu da aslında bizi yoruyor ve Tanrı diyor ki yani bak diyor ben Tanrıyım, sen yarattığım insansın.
Sen benim bildiğim her şeyi bilemeyeceksin. Aradaki kapasite farkı çok büyük ve bizim aslında her şeyi bilemeyeceğimizi, bilebileceğimiz şeylerin önümüzdeki yemek tabağının ve midemizin kapasitesiyle doğru orantılı olduğunu kabul ettiğimiz yerde huzur ve esenlik geliyor.
Diyoruz ki tamam ya benim kapasitem bu kadar, bunun daha fazlasını almamalıyım. Bu kadarını sürekli taşıyabilirim ama daha fazlasını eğer alırsam onun altında ezileceğim. Tabii aynı zamanda bunun içerisinde bir tane kaygan bir yer var dengeyi kuramadığımız. Bir tarafa kayıyoruz ve orada sorumluluklarımızı dahi ihmal ediyoruz. Diyoruz ki bu da aman bir şey olmaz, aman bir şey olmazcı bir tarafımız var.
Bir tarafta da her şeyi bileceğim her şeyi bileceğim benim bilgim olmadan kuş uçmayacak diyen bir kontrolcü tanrı gibi olmayı arzulayan bir taraf var. İkisinin ortasında yolda dengede yürümeyi bir o tarafa kayarak bir bu tarafa kayarak böyle hatalar yapa yapa daha sonra hatalarımız azalta azalta yaş ilerledikçe o dengede durmayı öğreniyoruz.
Mesela özellikle güncel olay Sorumlulukla ilgili en çok konuşulan ihmal mevzusu mesela işte Bolu'daki yangını hepimiz gördük ve hepimiz çok üzüldük. Oradaki kaybolan canlılar için hepimizin yüreği kan ağlıyor.
Bütün ülke olarak yastayız ve biz Hristiyanlar olarak da bu konuda yastayız.
Orada biliyoruz ki ihmal var.
Orada birileri kendi sorumluluklarını yerine getirmedi. Kendi sorumluluklarını ciddiyetle ele almadı ki böyle bir kaza, böyle bir ihmal sonucu bu kadar insanın canına mal oldu. Eğer oradaki Adem, oradaki sorumlu kişi kendi sorumluluğunu yerine getirmiş olsaydı bunlar önlenebilir miydi? Önlenebilirdi.
Sonuçta orada gökyüzünden bir ateş topu gelip de o oteli yakmadı. Anlatabildim mi? Yani bir ilahi el deyip de orada bir cezalandırma gerçekleştirmedi. O, oradaki sorumluların sorumluluklarını itinayla yerine getirmemesi oldu. Bu da ta Adem'den beri bir huyumuz.
Tanrı Adem'e bahçeye bakma sorumluluğu verdi ama Adem bahçeye bakarken yardımcısını da sonuç olarak bu konuda bilinçlendirmesi gerekiyordu. Belli bir yere kadar bilinçlendirdiğini görüyoruz. Yardımcısının Havva'nın bilgiye sahip olduğunu görüyoruz ama Adem'in sonuç olarak yardımcısı üstünde sorumluluğu vardı ve o sorumluluğunu o itina ile yerine getirmeyince yani bahçeden olduk ve şimdi bu canlardan da olduk bugün ve suçlayacak yer arıyoruz yani Adem'de ilk günahı Havva ile birlikte işlediğinde ve Tanrı ona ne yaptın deyince Adem'de Tanrı'yı suçlamıştı yanıma koyduğun kadın bana meyvayı verdi yedi ...yedim şeklinde.
[00:13:09] Speaker A: Hocam burada kader, atlıyorum böyle araya da... Evet, lütfen atla. Yani bu kader anlatımı da tam bununla uyuşuyor. Yani böyle bir olay oldu Bolu'da. Neden oldu? Kader.
Vallahi böyle bir nevi bir şeylik oluyor orada. Yani hata bende ama zaten olacaktı.
Onunla ilgili kaçma şeyi de var yani. Bilmiyorum.
[00:13:31] Speaker B: Onunla ilgili şöyle söyleyelim. Biz kutsal kitapta Tanrı'nın büyük bir tasarısı, büyük bir planı olduğunu görüyoruz.
Bu plan insanları kurtarmak üzerine olan bir plandı.
Ama bu planın dışında insanların bir kader yaşamadığını, insanların ilahi bir adalet yaşadığını görüyoruz. Bu ilahi adalette nedir? Bütün Kutsal Kitap boyunca devam eden bir öğretidir bu. Ne ekersen onu biçersin. Özellikle Kutsal Kitap bizi uyarır. Nereye ektiğine dikkat et. Rüzgâr eken fırtına biçer.
Ama sen iyi bir şey ekiyorsan da bundan biçeceğin şey kötü bir şey olmayacak.
Elbette ki günahlı dünyada bazen iyilikler yapıyoruz, iyilik yaptığımız yerlerden kötülük buluyoruz ama bu bizim yanlış yaptığımız anlamına gelmiyor.
Ama bilerek ve isteyerek iyilik yapmıyorsak, rüzgar ekiyorsak, ihmal ediyorsak, ihmalkarlık yapıyorsak, doğru ekmiyorsak, doğru yere ekmiyorsak bu çiftçi benzetmesi bu anlamda çok kullanılır ekme biçme şeyinden. Yani yaptıklarımızdan ve kararlarımızdan biz sorumluyuz. Başımıza gelen kötü şeyler Tanrı'dan gelmiyor.
Ya da işte alnımıza yazıldığı başımıza geliyor değil, bizden kaynaklıdır. Ben bu işimi yaparken bu işimi doğru yaptım mı?
Ben kararımı verirken Tanrı'ya sordum mu?
Ben onun rehberliğini aradım mı?
Hikmetli hareket ettim mi? Mesela özellikle hikmetle ilgili şöyle denir. Hikmetli hareket, hikmetli söz, hikmetli davranış nedir? Doğru zamanda, doğru yerde, doğru şeyi doğru tavırla dile getirmek ya da yapmak yerine getirmektir. Ve bunun içerisinde bir tanesi yanlışsa sonuç yanlışa gider.
Yani çünkü burada tamam yanlış zamanda doğru şeyi söyledin, sonucu doğru çıkartmıyor. Çünkü zaman yanlıştı. Doğru zamanı beklemen gerekiyordu. Hatta doğru tavırla söylemen gerekiyordu. Kutsal kitapta özellikle Süleyman'ın özdeyişlerinde sevdiğim bir ayet vardır. Der ki, sabahleyin yüksek sesle verilen selam küfür sayılır der.
Sebebi de nedir? Sabah daha insan yeni uyanmış, sen ona bir anda böyle yüksek sesle günaydın diyorsun ama bu ona hani günü aymıyor yani bu ona kafasına balyozla vurmak gibi geliyor. Demek ki hani günaydın diyeceksin ama bunu doğru zamanda doğru tavırla söylemen gerekiyor ki gerçekten karşındakinin günü de aysın.
Yani o yüzden de bizim ne ekersek onu biçiyoruz.
Bu sebeple bu güncel olayda da biz ne ektiysek insanlar olarak ne ektiysek onu biçtik. Bak bu uzağa gitmeyelim. Biz bir Şubat depremi yaşadık Hatay'da ve diğer illerde de ve ne oldu?
Oralarda ihmal edilen yapılaşmalar doğru yapılmayan yapılaşmalar birçok canın gitmesine sebep oldu.
İşte zemin etütlerinin doğru yapılmaması, yapılaşmaların doğru yapılmaması elbette ki doğal felaketler olacak. Biz Anadolu topraklarında yaşıyoruz. Sürekli fay hatlarından bahsediliyor. Şimdi bu canlar gitmeyebilirdi.
Hatırlamıyorum ismini. Bir tane belediye var Hatay'ın içerisinde.
O belediyede özellikle belediye başkanı kendi babasına dahi yanlış yaptığı yapı için ruhsat izni vermemiş.
Ve sadece o belediye bölgesinde sıfır can kaybı var.
Neden? Çünkü orada yapılaşmaların hepsi o deprem düzenlemesine uygun bir şekilde yerine getirilmiş. Ruhsatlar ona göre verilmiş ve bu yüzden de belli bir süre o belediye başkanını insanlar sevmemişler bile göreve geldiğinde. ya işte bize izin vermiyor şuraya diksek ya kocaman apartmanları demiş ki hayır buranın zemini buna uygun değil hani bu imar iznini veremeyiz bunu yaptırma yapmanıza müsaade edemeyiz şeklinde kendi babasına dahi yapmamış yani gazetede okuduğum zaman öyle bir detay hatırlıyorum ve şimdiyse depremden sonra Teşekkür ediyorlar bu belediye başkanına çünkü o belediye bölgesinde yaşayanlarının arasında can kaybı yok. Kimsenin evi çatlamamış, yıkılmamış. Elbette ki insanlar depremden korkmuş, elbette ki sarsıntıyı hissetmiş ama bu canlarına mal olmamış. Doğru.
[00:18:15] Speaker A: Antakya'ya giderken hatırlıyoruz. O bölgeden de geçmiştik. Şimdi ilçenin adını unuttum ama eminim altta belirtiriz, videomuzun altında. Elbette etkileyiciydi. Yani bölgeden böyle arabayla giderken görüyordun. Yani buradaki hasar daha fazla, bir sonraki de değil.
Sanki maalesef burada demek istediğim de oydu, bu Bolu olayıyla ilgili. Yani kader deyince...
Allah'tan geliyor. Ya durduramazsın. Ya durdurmak değil de sen adam öldürdün orada.
Yani doğru bir iş yapmadın. Ve senin verdiğin... Yani ben arabayı o zaman 200 km hızla duvara çarpayım.
Bakalım ölecek miyiz? Aa kader. Ya bu kaderle alakası yok. Sen orada bir cinayet aslında söz konusu. Sen sorumluluğunu yerine getirmedin.
Bir sorumluluk üstlendin. Dedin ki ben bunu yaparım. Bana uygun, buna uygun bir maaş verin ya da ben...
Bana güvenebilirsiniz, ben buraya otel dikeceğim.
Ondan sonra gittin, sorumlulukların hiçbirini yerine getirmedin... ...ve kader diyorsun sonra. Bu, yani...
...dediğin gibi Aden bahçesinde... ...Adem ve Havva, biz ne deriz ona o günah için? Havva için demeyiz, Adem'in günahı deriz orada. Çünkü ilk verilen sorumluluk Adem'e idi.
Adem Havva'ya aktardı.
Nasıl aktardı bilmiyoruz. Ama...
Adem de Havva'yla birlikteydi ve benim için oradaki ilginç hikaye şu, detay, yılanla Havva arasında geçen diyalogdan sonra hemen meyveyi yemiyorlar.
Orada ağaca bakıyor, meyvenin iyi olduğunu görüyor.
Zaten görüyordu meyveyi. İlk defa görmüyor onu. Ama orada iyi olarak görüyor. Yani kötü bir şeye artık iyi demeye başlıyor ki bünyesi kaldırabilsin. Ben bunu yediğimde kötü hissetmeyeyim. Oradaki kişilerde de bence bu geçerli. Ya hallederiz. Yangın verdim. Sonra koyarız. Sorun değil. 1-2 yılda bir şey olmaz. Ya ne olabilir ki? Bak bunun aynısını şu ülkede de yapıyorlar.
Gibi deyip böyle ne oldu?
Sorumlulukları oraya paslayaraktan.
Aslında ben kötü bir şey yapmadım. Dedi.
[00:20:14] Speaker B: Evet.
[00:20:15] Speaker A: Ama şu an görüyoruz ki aslında çok kötü bir şeymiş çünkü bu kadar insan öldü.
Yani sorumluluklarımızı bunu belki bol olduğu için biraz da hissederekten söylüyoruz ve deprem bölgesinde de bulunduk. O yüzden biraz derinden hissediyoruz ama bunu bireysele de indirebiliriz kendi aile ortamlarımızda.
[00:20:33] Speaker B: Tabii ki.
[00:20:34] Speaker A: Sorumluluk almadığımız her an ya bir şey olmaz çocuğumla olan ilişkimle ya bir şey olmaz büyüyorlar ne de olsa geçer.
Bir şey olmuştur belki bir travmatik.
Sorun değil. Bir şey olmaz. Ama bakıyorsun 30 yıl sonra çocuk hala o günde kalmış.
Biraz da ona kendi aramızda ilişkilerimizi indirebilirsek hocam. Sorumluluğun etkileri pozitif ve negatif. Biz sadece böyle negatife bakıyoruz ama.
[00:20:59] Speaker B: Sorumluluk almamak hayatta çok kolay bir şey. Zaten Kutsal Kitap bunu tembellik olarak nitelendirir ve Tanrı tembellikten hiç hoşlanmaz. Kutsal Kitap'ta tembellik günah olarak yerine getirilir.
Özellikle ifade edilir.
Özellikle Petrus'ta, Petrus'un mektuplarında da Sonuçta bununla ilgili ifade vardır. Aranızda çalışmayan ekmek de yemesin. Neden? Madem ki sorumluluğunu yerine getirmiyorsun, gündelik işlerini yapmıyorsun. O zaman bedavadan ekmek yemeyi de bekleme. Başkalarına avuç açarak, sonuç olarak kendi sorumluluğunu ihmal ederek, tembellik yaparak şey yapma.
Hani ben bir baba olarak ailemden sorumluyum.
Yeri geldiğinde aileme hayır demekle sorumluyum. Yeri geldiğinde sınır koymakla sorumluyum.
Yeri geldiğinde de onlara yardımcı olmakla, yol göstermekle, rehberlik etmekle sorumluyum. Ben sorumluluğumu salsaklarsam eğer, ben sorumluluğumda tembellik yaparsam... ''Aman ne olur ki'' diyerekten bir şeyleri gevşetirsem ''Aman ne olur ki'' dediğim yerde bıraktığım açıktan zarar da gelebilir.
Ve nitekim zararlar da gelir. İşte çocuğum koltuğun üstünde zıplıyor ''Aman ne olur ki'' ne olur? Oradan ayağa kayar, kafası üstü yere sert zemine çakılır, kafa travması geçirir, hastaneye gitmek zorunda kalırsın. ''Ne olur ki''nin sonucu.
Tamam o zaman ne yapalım? Çocuğu koltuğa mı zımbalayalım? Hiç kalkmasın etmesin? Hayır olacak ama ben buna sağlıklı sınırlar diyorum. Yani ebeveynlik olmakla ilgili ebeveynliğimizi geliştirmekle ilgili okuduğumuz yerlerde de çocukların mesela sınır sevdiğini, sınırsızlığın onlarda dahi strese sebep olduğunu Ama onlara sağlıklı sınırlar koyduğunda, o sağlıklı sınırların içerisinde özgür kaldıklarında ama o sağlıklı sınırları biz koruduğumuzda, o sağlıklı sınırların ötesine geçmediklerinde hani onların daha emniyette olduğunu okuyoruz ve bunların çocuk gelişiminde dahi faydalı etkileri olduğunu görüyoruz.
Hani nereden biliyorsun diyorsun. Üç tane çocuk büyütürken biz de sonuç olarak... Yanlış anlama, benim zamanımda hani şöyle bir ifade vardır ya, ''Saldım çayıra Mevlam kayıra.'' Ben şimdi dürüstçe söyleyeyim, ben sokakta büyüdüm. Yani biz o zamanlar hani hep diyorlar eskiden sokaklar daha emniyetti, emniyetliydi diye.
Yo, aslında değildi. Hiçbir zaman değildi. Şimdi medya, telekomünikasyon çok gelişti. Ve biz her yerdeki tehlikeyi bulunduğumuz yerden görüyoruz. Ve daha fazla şimdi sokaklardan korkuyoruz. Eskiden bu kadar çok haberleşme yokken bütün kötü haberleri bu kadar çok duymuyorduk. Yayılmıyordu. Yayılmıyordu ve biz kendimizi emniyette zannediyorduk. Ve bu yüzden de ebeveynlerimiz, benim ebeveynlerim sonuç olarak çocuk sabah kalktı.
Ben hatırlıyorum bizim zamanımızda okul servisi diye bir şey yoktu.
Biz okula kendimiz tek başına bir dünya yolu yürüyerek giderdik ve korkmazdık da ama bir şekilde başımızın çaresine bakabiliyorduk. Şimdi çocuğu apartmanın otoparkına salıp oynamaya güvenemiyoruz.
O derecede sürekli gözümüz üstünde. Ya birisi bir şey yaparsa, ya başına bir şey gelirse diyerekten.
Bu da açıkçası bazen bizim için bir yük oluyor. Bazı noktalarda biz de serbest bırakmalıyız ama bazı noktalarda da gözümüzün üstünde olması gerekiyor.
Bu yüzden sorumluluklarımızı savsaklama, veya işte onları boşverme aslında şansımız yok.
Nitekim bu yüzden hani ben her zaman şey diyorum, bizim bugünkü ebeveynliğimiz bizim annelerimizin, babamlarımızın o günkü yaptığı ebeveynlikten daha zordur. Çünkü ben hatırlıyorum ya, sonuçta biz tatil günlerinde sabah kalkıyorduk, annemiz işte kahvaltımızı hazırlıyordu, kahvaltımızı yapıyorduk, sokağa bir çıkıyorduk, tekrar acıkana kadar Eve gelmiyorduk. Ben o küçük yaşımda küçük bisikletimle kaç sokak öteye, mahalle öteye tek başıma gittiğimi bilirim.
Başımıza da bir şey gelmiyordu ama emniyetten değil. Belki tek fark o günlerde şimdiki kadar çok araba yoktu.
Ama o günlerde de günah vardı. Bugünlerde de günah var. Günahlı insan o zamanda vardı, bu zamanda var. Tehlike hep vardı.
Ama biz sonuç olarak bir şekilde hayatta kaldık. Ve o dönemde de bu dönemde insanların başına gelen şeyler, insanların başına geliyordu.
Ama haberleşme, iletişim şimdiki kadar elektronik olarak hızlı ve seri olmadığı için birçok şey bence o kadar da bilinmiyordu.
O yüzden sorumluluk önemlidir. Şimdilerde bu sorumluluğu daha fazla hissediyoruz. Sonra kendi çocukluğumuzla kıyaslıyoruz. Keşke biraz çocukluğumuzdaki gibi olsaydı diye özlüyoruz.
Ama zaman aslında çok fazla değişmedi. Hani şeye benzetelim bunu, teknoloji değişti.
O zamanlar ata biniyorduk, şimdi arabaya.
O zamanlar güvercinle haberleşiyorduk, mektupla. Şimdi telefonla, mesajla.
Ama insan kafası hala aynı insan kafası. Âdem'den bu yana aynı kafadayız. Aynı günahlı bünyedeyiz. Ve bunun da sonuçlarını günümüzde de ihmal edilerek yaşanılan gerekse doğal afetlerde gerekse ihmal sonucu kazalarda görüyoruz. Ve şimdi de sonuç olarak bu ihmalin sebeplerini araştırıyoruz. Ama bu ihmalin sebebi insandır. Yani en mükemmel binayı yapabilirsin ama insan sorumluluklarını yerine getirmediğinde eninde sonunda o binada da aksilikler çıkar.
Bununla ilgili küçük bir video görmüştüm sosyal medyada şöyle bir şey anlatıyordu. Yeryüzünden insan bir anda yok olursa ne olur?
Belli bir zaman sonra elektrik şebekesi, su şebekesi daha sonra başka şebekeler çöker.
Binalar bakım yapılmadığı için işte yeşillenmeye başlarlar.
İşte doğa kendisini toparlar, insanın yarattığı yapay düzeni yıkar sonuç olaraktan.
Doğal bir ortam geri gelir ama insanın sorumlu olduğu şeylerin hepsi de yıkılır. İnsan yeryüzünde olduğu sürece de, sorumluluklarını yerine getirdiği sürece de evet şu su şebekesinde sıkıntı çıkmaz, elektrik şebekesinde sıkıntı çıkmaz. Yapılaşmada sıkıntı çıkmaz. Özellikle de ilgili coğrafyasına göre gerekli tedbirlerin alınarak yapılması gereken işler doğru düzenlemelerle yapıldığı takdirde ki hani sonuçta devlet bu düzenlemelerin hepsini kayıt altına almıştır.
Ama insan ihmal ediyoruz işte.
Biz bu düzenlemeleri doğru bir şekilde, kitabına uygun bir şekilde de yerine getirsek hani bunlar aslında çok fazla başımıza gelmeyecek. Bu yüzden de ihmalden çok, kaderden çok aslında karar burada devreye giriyor.
Ben sorumluluğumu doğru bir şekilde yerine getirecek miyim? Kararını vermemiz gerekiyor. Ve bu kararın arkasından da bu karara uygun emeği sarf etmemiz gerekiyor. Bizim atasözlerimiz çok güzeldir bu noktada. Emeksiz yemek olmaz. Eğer ki bir şeyin hakkını vermezsen o şey eksik kalır. Ve bu yaşadığımız olaylarda da ülkecek, yas tuttuğumuz olaylarda da görüyoruz ki bir şeyin hakkı verilmemiş.
Doğrusu yerine getirilmemiş. Aman bir şey olmaz denmiş.
Ne olur ki denmiş. Ve olan ortada bu kadar insanın canı gitti. Aileler...
Dün sonuçta haberleri şey yaparken en çok yüreğimi... Sekiz kişilik bir aile.
Sekiz kişilik bir aile.
Artık yok.
Anne, baba, çocuklar yok.
Sonuçta ne oldu?
Şimdi sorumluluğunu yerine getirmesi gereken insanlar sorumluluğunu yerine getirmedi. Şimdi buna kader deyip geçmek de doğru değil.
Neden doğru değil? Biz kutsal yazılara baktığımız zaman şunu görmüyoruz. Özellikle bu topraklarda, bu coğrafyada buna çok inanılır. Hayır ve şer Allah'tandır denir.
Hayır, sadece hayır Allah'tandır. Şer Allah'tan değildir. Şer, isim, kökü gereği şeytandandır.
İnsan ihmalkârlığındandır ve günahtandır.
Başımıza kötü bir şey geldiğinde biz çok alışığız hemen şunu söylemeye. ''Rab buna neden izin verdin?'' Sanki Rab önüne geldi. ''Bu kişi için kötü olacak.'' ''Tamam tamam olsun izin verdim.'' dedi gibi algılıyoruz. Ama bu böyle değildir. Sonuçta şer vardır ve şeri yaratan kaynaklar bellidir. Günahlı kaynaklardır.
Tanrı'nın kaynakları değildir. Ondan sonra diyorsun e pek o zaman Tanrı durdursaydı.
İyi de Tanrı bize, bizi özellikle gene yaratılışa dönelim. Adem ile Havva nasıl yaratıldı? Diyor ki Tanrı insanı kendi suretinde yarattı ve bu sureti algılamak da çok önemli.
Senin suretin, fiziki suretin benim suretim birbirine benzemiyor. Biz farklıyız ama çok büyük farklı değiliz.
İki gözümüz, bir burnumuz, iki kulağımız, iki kolumuz, iki ayağımız var sonuç olarak.
Genel anlamıyla suretimiz benziyor birbirine. İkimizde insanız ama bu suret ruhsal bir surettir.
Tanrıda yaratıcılık vardır, sınırsız. İnsanda da yaratıcılık vardır ama sınırlı. Biz insan yaratıcılığını nerede görüyoruz? Sanatta görüyoruz, üretimde görüyoruz.
Yani insan da Tanrıdan aldığı bu yaratıcılığı kullanıyor. Tanrıda irade vardır ve mutlaktır. İnsanda da irade vardır ama Adem'in günahından dolayı bu irade de bozulmuştur.
Bu ilade de bozuk saat gibidir birçok zaman.
Onun da Tanrı'nın eline geri getirilmesi ve Tanrı'da düzeltilmesi gerekiyor.
Bakıyorsun birçok karakter unsuru sayabiliriz. Bu karakter unsurlarının hepsi Tanrı'da vardır.
Tanrı bizi bu anlamda kendi suretinde yaratmıştır. Ona benziyoruz.
karakter olarak, yapı olarak ama günahtan sonra ki o günahsızdır, onunkisi mutlaktır mı ve mutlak iyidir. Bizimkisi günahtan dolayı bozulmuştur ve bu sebeple artık bozuk çalışır ve bizim bu günahlı eylemlerimizde sonuç olarak kararlarımızın arkasında durmayışımızda ihmalkarlığımızı da sonuçta Adem'le Havva'nın bu günahından sonra hayatımızda kök salmış bir şeydir. Tanrı'nın varlığını hayatımıza aldıkça onun suretine benzemeye başladıkça elbette ki tanrı olmayacağız kimse burada böyle bir şey şey yapmasın ama tanrının bizi yarattığı asıl imajımıza asıl suretimize doğru bir geri dönmeye başlıyoruz daha fazla sorumluluklarımızı fark ediyoruz daha fazla bu benim yapmam gereken bir şey bu tanrıdan beklemem gereken bir şey Tanrı bunun için bana akıl verdi, düşünme verdi. O zaman ben düşüneceğim, aklımı kullanacağım. Tanrı bilimi yarattığı akılla biz Tanrı'nın yarattığı harikalıkları görüyoruz. Mesela ben her zaman şunu derim, Tanrı harika bir bilim adamıdır. Konudan sapmak istemiyorum çok ama Tanrı'nın suretinde olmayı anlamak için ve Tanrı'yı anlamak için, kendi sorumluluğumuzu anlamak için Tanrı büyük bir bilim adamıdır. Neden? Çünkü yeryüzündeki bir bilim Tanrı'nın yarattığı madenleri, elementleri, koşulları araştırarak, gözlemleyerek onların kurallarını kaleme alıyor. Ama onları ilk baştan bu kurallara göre yaratan Tanrı olmuştur.
Ve bu yüzden de Tanrı bize bunları kavrayabilecek de zeka vermiştir.
Bu yüzden her şeyi Allah'a havale edip, hastayım, Rab şifa verir diyerekten doktora gitmemezlik yapmıyoruz. Çünkü doktorun bilimi de Tanrı'nın sağladığı bir bilimdir.
Ne yapıyoruz? Gidiyoruz doktora ama aynı zamanda sorguluyoruz da aklımızla.
Doğru doktora mı gittim, yanlış doktora mı gittim? Hani bu doktorun söylediği şey aklıma yatmadı. İkinci bir doktora da sorayım diyoruz. Çünkü doktor da insan, Tanrı değil.
Ve bazen sonuçta yanlış tedaviler uygulanabiliyor. Ve bu sebeple aklımızla sorguluyoruz, araştırıyoruz ve sonra diyoruz ki bizim doğru tedavimiz buymuş. Bak ne kadar iyi geldi.
Ve bunlar doğrultusunda da biz sorumluluğumuzu doğru yerine getirdiğimizde de doğru kaynaklara erişebiliyoruz. Şöyle bir fıkra vardır. İçinde gerçek bir anekdot barındırır. Fıkra şöyle, Tanrı'nın işte melekleri geliyor, diyor ki şu ülkede, bir Avrupa ülkesinde şunlar oluyor. Tanrı da meleklerine yapılması gerekeni söylüyor. Melekler gidiyor, yapıyor.
İşte daha sonra başka bir Avrupa ülkesi, başka bir ülke falan filan melekler tekrar geliyor. Tanrı'ya soruyorlar. Tanrı direktif veriyor, gidiyor. Ondan sonra Türkiye ile ilgili melekler geliyor Tanrı hemen tahtından kalkıyor diyor ki dur ben aşağı inmem lazım melekler soruyor niye Tanrım diğerleri için bize söyledin biz yaptık hani niye şimdi burası hayır orada her şeyi bana havale ederler diyor.
Ve öyledir. Biz her şeyi maalesef sıkıştığımızda veya işte yapmak istemediğimizde ya da bazen işte Allah'a havale ediyoruz diyoruz ama aslında havale edemeyiz. Bizim sorumluluğumuz ve bu kader değil artık. Bu bir karar.
[00:34:48] Speaker A: Doğru, aden bahçesinde dediğin gibi sorumluluk yüklendi. Suret olarak yaratıldığımız andan itibaren bunu hissediyoruz. Birinci yaratılış birden elbette bahsettin ama ben yine okuyayım. Lütfen. Dinleyenler de duysun. Yaratılış 1.27, Tanrı insanı kendi suretinde yarattı. Onu Tanrı'nın suretinde yarattı. Onları erkek ve dişi olarak yarattı. ...ve yarattıktan hemen sonra diyor ki onları kutlayarak verimli olun, çoğalın dedi. Yeryüzünü doldurun ve denetiminizi alın. Denizdeki balıklara, gökte kuşlara diye de listeliyor. O denetiminizi alın. Buradaki insanların bence, bizi etkilenen yani bu gördüğümüz olayda...
Bolu'ya bakıp orada olan, daha önce Soma'da olan, daha önce Osmaniye tarafında olan o yangında yine ne yazık ki birçok çocuğumuzun vefat ettiği... Onların her birine baktığımızdan görmek biraz daha net. O kadar ciddi bir olay ki.
Ve gerçekten de öyle. Fakat aynı zamanda biz bunu bireysele de indirdik.
Küçük kaoslar, yarattığımız küçük olaylar ve ebeveynlikten bahsettik, çocuklarımızdan bahsettik. Bu gençlerimiz için de geçerli. Çocuklarımız için de geçerli. Genç yaştan bence bir sorumluluğunu üstlenme. Bizde hep hatırlarım çocukken, özellikle erkek çocuklarına, ya da çocuk.
O bilmiyor, ne yaptığını bilmiyor demek var. Bir de benim şu an 2-3 yaşında olan çocuğumla gördüğüm... ...çok farkında olduğu ve kasten yaptığını fark edince iki düşüncem var. 6 yaşında ben bilmeyerek yapmadım onu, bilerek yaptım. Ama bana belki o sorumluluklar tam olarak yüklenmediği için... ...ya ben bunu yaparsam böyle sonuçlar alabileceğimi bilmiyordum. O anlamda bilinçsizdim.
Ama kendi çıkarım için...
Başkalarına yalan söyledim mi? Evet.
[00:36:35] Speaker B: Evet.
[00:36:36] Speaker A: Biliyor muydum onun yalansı olduğunu? Evet. Yani birçok şeyi biz çok geç yüklüyoruz. Hatta şunu hatırlıyorum, ortaokuldayken... ...arkadaşlarımızdan biri tanesi çalışıyordu.
[00:36:45] Speaker B: Evet.
[00:36:46] Speaker A: Çocuk okula gidiyordu, okuldan sonra gidip çalışıyordu. Bu, biz bir türümüz... Neydi aslında, o anneyle baba çocuklarına bakmıyor. Yani, o anneyle baba keşke şey yapsa...
...çocuklar okula çalışmaması gerekiyor, okuluna odaklansın.
[00:37:00] Speaker B: Hı hı.
[00:37:02] Speaker A: Üniversiteye gidiyor, okuluna odaklansın. Üstelik de okuluna odaklansın. Bunu düşünüyoruz ama sonra Amerika'ya bakıp... ...ya bak oradaki çocuklar nasıl kafası nasıl basıyor. Yani oradaki çocuk, ben Amerika'ya bir ilk gittiğimde...
...benim yaşımdan küçük olan, ben 15 yaşındaydım, benden küçük olan çocuklar...
...komşuların bahçesindeki çimleri biçiyor, gidip şunun temizliğini yapıyor. 14 yaşında sen gidip bir yerde çalışabiliyor da part-time.
[00:37:25] Speaker B: Evet.
[00:37:26] Speaker A: Bu sorumlulukları vermek istemiyoruz.
Çocuklarımız niye öyle olmuyor?
Çocuklarımız da büyüdüğünde ne yapıyor?
Dediğim gibi 30 yaşlarına gelmiş ama hala tam olarak bir iş yapmamış. Sorumluluk üstlenmek zorunda kalmamış. Ve bunu aileler gururla söyleyebiliyor.
Sasan tam tersi o dediğin gibi o sorumlulukları çocuklara yükledikçe limitli bir şekilde hepsini bir anda değil elbette hafif hafif yükleyerek biz o çocuklarımızın sorumluluk kaslarını geliştiriyoruz ve bundan kaçtığımızda bunun bedelini hem biz ödüyoruz ileride ebeveynler olarak ama o çocuk ödeyecek ve o çocuğun aldığı kararlarda Bu çocuk büyüyünce de o boğuldaki otelin sahibi de olabilir.
Aldığı kararlarla o insanları da ödetiyor. Sorumluluk bu anlamda. Tanrıdan gelen...
Biraz tarihe çevirelim o zaman. Hazır böyle bir Hristiyanlık tarafından da bahsettik. Hocam bu konuyla biz daha önce konuştuğumuzu hatırlıyorum biraz da. Roma'da Hristiyanlar ilk Hristiyanlık yayılmaya başlandı. Roma İmparatorluğu'nun başkenti Roma'da.
Çocuk esirgeme kurumlarının ilk kurulu şu.
En azından çocuklara bakmanın, ilk buluşmanın. O hikayeyi hatırlıyor musun? Konuşmuş muyduk biz bunu biraz?
[00:38:37] Speaker B: Yok, bunu benimle konuşmamış olabilirsin.
[00:38:39] Speaker A: Eminim biliyorsundur çünkü bazılarında duyduğumu hatırlıyorum ama orada ilk Hristiyanlar çocuklar neydi? Çocuklar bir yaşa kadar, infanticide dediğimiz bir olay var. Bir yaşa kadar insan sayılmıyordu.
Sayılmadığı için onların öldürülmesi, sakat doğarsa onların atıldığı bir bölge vardı mesela.
Vahşi hayvanların ne yazık ki vahşice onları öldürdüğü aynı zamanda insanların çocuklarını 4-5 yaşına kadar sokağa at. Yani önemli varlık değil. En kötü ölür. Olmasa da köle olur, bir şey olur.
Ama kötü bir şey olarak görülmüyordu bu yaptıkları. Ta ki Hristiyanlar gelene kadar. Hristiyanlar orada bakıp Eğer bu ayet doğruysa, eğer benim gibi onlar da Tanrı'nın suretinde yaratıldıysa, onların değeri bir Romalı kişinin dediği değil, Tanrı'nın kendisine bağlıdır.
Tanrı değerli diyorsa, onlar değerlidir.
Sakat doğmaları, hangi cinsiyette oldukları önemli değil. Yeter ki Tanrı'nın suretinde yaratılmış insan olsun. Burada işte bir Doğarak aldığımız bir sorumluluk var. Bir de inancımızın verdiği bir sorumluluk var.
[00:39:47] Speaker B: Aynen öyle. Bunu görüyoruz.
[00:39:48] Speaker A: Bunun üzerine biraz daha bahsetmek ister misin?
[00:39:50] Speaker B: Yani şöyle çok güzel bir noktaya değindin. Esasen bu anlamda İsa Mesih'in sözleri bizim için çok önemlidir.
İsa Mesih'in öğretisi sevgide yaşayanın Tanrı'da yaşadığı üzerinedir. Ve bu yüzden sevmek üzerinedir.
İsa Mesih kendi öğrencilerine dahi düşmanını sevmen gerektiğini söyler.
Senden işte iki mintanın varsa birini isteyen bir tanesine bir tanesini vermeni paylaşmanı gerektiğini söyler. Ve ardından da seni işte bin adım yürümeye zorlayanla iki bin adım yürü der.
Bunların hepsinin arkasında yatan şey şudur.
Sen yeter ki sev, sen seversen bu birçok şeyi değiştirir. Bu yüzden ilk önce Tanrı sevdi. Yuhanna 3.16'da böyle der. Tanrı dünyayı o kadar çok sevdi ki biricik oğlunu verdi. Öyle ki ona iman edenlerin hiçbiri mahvolmasın ama hepsi sonsuz yaşama erişsin.
Şimdi biz neyi görüyoruz? Tanrı'nın yarattıklarını çok sevdiğini görüyoruz. Ama ondan sonra biz insanlık tarihine bakıyoruz. İnsanların başına bu felaketler gelmiş, bunlar gelmiş ve her zaman yaptığımız şeyi yapıyoruz. Peki Tanrı bunlara neden izin verdi? Çünkü Tanrı insana irade verdi, Tanrı insana akıl verdi ve Tanrı insana onun yarattığı bilimi, keşfetme zekâsı verdi.
Ama aynı zamanda Tanrı insana sevme kabiliyeti verdi.
Bu tanrıdan gelir.
Elbette ki bizimki sınırlıdır ama sınırsızlığını biz her zaman tanrıdan tekrar tekrar alırız. Evet çocukların değeri özellikle İsa Mesih tarafından verilmiştir. Özellikle İsa Mesih der ki bırakın çocuklar bana gelsin.
Ve ardından da şu sözü duyarız, bu çocuklardan bir tanesini bile ve sonuçta günaha çürükleyen kendisi boynuna büyük bir taş bağlayıp kendisini kuyuya atsın.
Neden? Çünkü bu çocuklar sonuç olarak sevgiyle büyümeliler, bu çocuklar kabullenilmeliler, bu çocuklar Tanrı suretinde yaratıldı ve bu çocuklar da sonuçta Tanrı'nın sevdiği çocuklardır. Ve çocuklar yani günahsız değildir. Ben kendi ebeveynliğimden bunu biliyorum. Yani ben çocuklarımı çok seviyorum ama çocuklarımın senin dediğin gibi hani günahlarını da görüyorum. Bilinçlidir. Kimse... Bizde şöyle bir cümle içinde kullanım var. Biz bunu çok yapıyoruz toplum içerisinde. Ya işte bilmeden günaha düştüm. Bilmeden kimse günaha düşmez. Günah bir karardır ve bilinerek yapılır. Özellikle Yakup der ki, Günahlı arzular burada başlar ve bu arzular olgunlaşır ve bunu bir kadının doğum yapmasına benzetir ve der ki işte günahlı arzular gebe kalır ve günah doğurur. Yani burada düşüncede başlayan günahlı düşünce büyür, büyür, büyür, gelişir, tasarlarız biz onu daha sonra biz onu eyleme dökeriz.
Yani günahlı eylemi de günahlı düşüncede yaratırız. İsa Mesih de özellikle bu günahlı düşüncelerin yürekten kaynaklandığını söyler, içerden kaynaklandığını söyler. Ve o yüzden onun öğrencileri de özellikle Romalılar 12. bölümde düşüncelerimizin yenilenmesiyle değişmemiz gerektiğini söyler.
Düşüncelerimizin yenilenmesi de şudur. Benim düşüncelerim, günahlı doğamdan kaynaklanan düşüncelerim yanlıştır. Benim sorumluluk alıp kendi günahlı düşüncelerimi tespit etmem lazım. Ve daha sonra onları sadece silmek ve düşüncesiz kalmak değil, onların yerine kutsal kitabın öğrettiği doğru düşünme sistemi nedir öğrenmem lazım. Gene bir sorumluluğum var. Kutsal kitap okuyacağım, araştıracağım.
Ve Tanrı özellikle saklanan bir Tanrı değil, O'nu tanımamı isteyen bir Tanrı ve bu sebeple O'nu tanıyabileceğimi de söylüyor. Bu da bana bir sorumluluk yüklüyor. Ve O'nu tanıdıkça, O'nun düşüncesini bildikçe, O'nun arzusunu bildikçe ve bu konuda yapmam gerekenleri öğrendikçe kendi yanlışlarımı da tespit ettiğimde bak bunlar hep bir sorumluluk zinciri ve değişmeye başlıyorum.
Ama bu sorumluluğumu dahi yerine getirmezsem istediğim kadar Hristiyan olayım. Değişmedikten sonra, Tanrı'nın istediği değişimi geçirmedikten sonra bunun da bir önemi yoktur.
Gelişmem beklenilir. Biz de çünkü çocuklarımızdan aynısını bekliyoruz değil mi? Şimdi 3 yaşındaki çocuğumla 13 yaşındaki çocuğum arasında aynı beklentiye sahip değilim. 13 yaşındaki çocuğumun kendi odasını toparlamasını, Kardeşlerine yardımcı olmasını, kendi ödevlerini tek başına yapabilmesini bekliyorum. Sonuç olaraktan. İşte kirli kıyafetlerini kirli sepetine getirmesini bekliyorum.
Dürüst olmasını bekliyorum. Kendisine verdiğim harçlığı idare etmeyi öğrenmesini bekliyorum.
Sonuçta ama üç yaşındaki çocuktan bunların hepsini beklemiyorum. Üç yaşındaki çocuktan da sonuçta hani beklediğimiz şey, çişin geldiyse söyle. Hani işte... Oyuncaklarını kaldırmaya çalış ki ona Genellikle destek veriyoruz. Yani bak böyle kaldırılır, gösteriyoruz. Böyle toplanılır, gösteriyoruz. Ve daha sonra onun yapmasını bekliyoruz. Ve bunu gene de 3 yaşındaki çocuktan merhametle bekliyoruz. Ama 13 yaşındaki çocuktan oyuncaklarını kaldır dediğimizde, söz dinlemediğinde diyoruz ki asilik yapıyor. Hani o zaman bu durumu ona birazcık daha anlatmaya başlıyoruz. Diyoruz ki hayır, bu senin sorumluluğun, sen yapacaksın.
Bizim de sonuçta hayatımızda değişimle, gelişimle ilgili böyle sorumluluklarımız var.
Ve evet Roma'da da sonuçta o ilk çocuk esirgeme kurumlarının, çocuk evlerinin kurulması Hristiyanların başlattığı bu eylemin de altında yatan Tanrı'nın bu düşüncesiydi.
Hristiyanlar Tanrı'yı biliyorlardı, tanıyorlardı ve bu sebeple Roma'daki gibi insan sayılmaz demiyorlardı.
O daha anne rahmine düştüğü günden itibaren, çünkü Paulus da bunu söyler. Sen daha beni anne rahmimdeyken gördün.
der Tanrı'ya. Daha o zaman beni gördün, o zaman beni istedin. Tanrı'nın böyle bir şeyi vardır. Tanrı bizi en başından beri bilir.
Bununla ilgili de ayetlerde vardır sonuç olarak. Şimdi bunları kadere mi bağlayacağız? Hayır.
Tanrı yaratılan bütün insanları severe bağlayacağız. Tanrı bütün insanları sevdiği için biz de sorumluluğumuzu ona göre yerine getirmemiz gerekiyor. Tanrı'nın sevgisini ondan alarak yansıtmamız gerekiyor. Mezmurlar özellikle bu sevginin her sabah bizim için tazelendiğini söyler. Ya da her sabah annemizin hazırladığı taze kahvaltı gibi Tanrı'nın da sevgisinin, merhametinin bize her gün yeniden ve yeniden dökülmeyi beklediğini ve tazelendiğini bize dile getirir. Bizim sadece O'na bakıp, O'nun sevgisini görüp, bizden de beklediği ki biraz önce yaratılıştan çok güzel ayetlere değindin, denetiminiz altına alın. Demek ki Tanrı her şeyin denetimi O'nundur, kâinatın Efendisi'dir değil mi? Bütün kâinatın işleyişi O'nun sayesindedir.
Amma ve lakin, bize bir sorumluluk devretmiştir.
Kendi suretinde yarattığı insana devretmiştir. Bunu kendi suretinde yaratmadığı ne bileyim işte zürafaya devretmemiştir. Bunu işte file devretmemiştir. Bunu insana devretmiştir.
Ve insan denetimi altına alacağı zaman kim gibi denetimi altına alması gerekir? Tanrı gibi denetimi altına alması gerekir.
Tanrı yarattım hadi kendi halinde bakalım ne olacak diyerekten geleceği bilmeyen birisi değil.
Biliyor ve Tanrı bize denetim, denetleme sorumluluğu verdi. Yani kahyalık sorumluluğu verdi. Şimdi kahya işini savsaklarsa iş düzensizleşir ve iş bozulur. Sonuç olaraktan da bozuk işler ortaya çıkar. Kalitesiz işler ortaya çıkar ya da işte başı buyrukluk ortaya çıkar.
Biz bunu kalitesiz işlerden de anlarız zaten. Kahya işini doğru yapmamış deriz.
[00:47:57] Speaker A: Evet, bu sorumluluk alma ve Tanrı gibi olma dedik ya yani orada kötü olan diyor ki Tanrı biliyor.
Eğer meyveyi yerseniz Tanrı gibi olacaksınız.
Kendinizi onun yerine çıkarmış olacaksınız. Ona ihtiyacınız kalmayacak. Tanrı'ya ihtiyacınız kalmayacak.
Bu nedenle yiyorlar meyveyi.
Fakat oraya geldiğimizde de aldığımız kararların ve sorumluluklarımızı yerine getiremediğimizi fark ediyoruz.
Aden Bahçesi'nde ne oluyor? Tamam, kendi krallığını mı istiyorsun?
Benim egemenliğimin dışına çık. Çünkü burası benim egemenliğim.
Biz de senin egemenliğini görelim. Dışarıya çıktıktan sonra bir sonraki... ...jenerasyon ne oluyor? Büyük oğul...
...küçük kardeşini...
...öldürüyor.
[00:48:39] Speaker B: Evet.
[00:48:39] Speaker A: Ölüm...
...artıyor o sefer. Aynen. Orada dedik ya... ...fiziksel olarak ölüm gerçekleşmedi. Ruhsal olarak gerçekleşti. Ama fiziksel ölümün gerçekleşmesi de fazla zaman almadı.
[00:48:49] Speaker B: Yok.
[00:48:50] Speaker A: Ruhsal ölüm... ...Tanrı ile olan bağımın kopması...
...bir anlamda...
...gerisinde bu fiziksel tarafı da getirdi. Ama ruhsallıkla başladı, ruhsal bir bölünmeyle başladı. Bence bu çok değerli bizim için. Yani bazen şey oluyor, aa bak yaptım bir şey olmadı.
Belki bu adam da yani Bolu'daki o otel durumunu bilmiyoruz ama... ...ve diğer şeyler için de belki kaç yıldır böyle devam ediyordu.
Fakat şimdi ortaya çıktı.
[00:49:15] Speaker B: Aynen öyle.
[00:49:16] Speaker A: Ne yaptı? Aa bak ne kadar güzel oluyormuş, bak boşuna para harcayacaktık. Artık neyse, boşuna şu kadar odayı kullanamayacaktık.
Artık neyse orayı doldurabiliriz ama eninde sonunda bir bedeli oluyor. Ne yazık ki çoğu zaman bu bedeli ödeyenler biz değil, etrafımızdaki insanlar bize yakın olan, sevdiğimiz belki insanlar oluyor. Bunun acısını çekenler.
Üzücü ama sorumluluğun aslında ne kadar da ciddi olduğunu bize gösterdi.
Bu olaylar göstermeye devam ediyor. Sorumluluklar elbette sadece negatif değil, aynı zamanda bu Roma dönemine baktığımız iyi sorumluluklar da var.
Tanrı gibi oldukça, bir anlamda Tanrı'nın suretinde daha fazla ona benzedikçe, Aden bahçesinde olduğu gibi, onun da getirdiği güzel sorumluluklar da var.
Ya böyle geldik, böyle gidiyoruz değil. Hristiyan böyle bir şey diyemez artık. Kötülüğün son bulacağını bilir çünkü Hristiyan.
Belki o son buluşun da bizler aracılığıyla olduğunu fark eder. O Roma'dakiler gibi ya herkes yapıyor.
Sen bir kişiyi kurtarsan ne olur?
Bir çocuğa baksan ne olur? Mesela evlat edinme.
Yine biliyoruz insan olarak anne baba sevgisini hiç kimse alamaz. Bir görevli parayla iş verilen bir insan bunu yapamaz.
Bu nedenle çocuk esirgeme kurumundaki çocukların evlat edilmesi gerekir.
Ki o sevgiyi tatsınlar.
Bizler ya bir şey olmaz.
Bir şey olmaz. Nasıl olmaz? Bu insanların da sevgiye ihtiyacı var.
Ben nasıl muhtaçsam, Hristiyanlar arasında mesela evlat edinme çok yüksektir.
Bunun da nedeni, çünkü Tanrı bize evlat edinmiştir. Bir nevi, biz ondan baş kaldırıp ondan uzaklaşmışızdır.
Bizim muhtaç durumumuzu gören Tanrı bizi kutsal kitapta kullanılan tabirle evlat edinmiştir. Biz de onun gibi olmak istiyoruz. Bu nedenle evlat edinme doğal geliyor bize. Çünkü biz öyle, Tanrı bize öyle davranıyor.
Hak ettiğimiz gibi davranmıyor diyoruz mesela.
Ama mesela bizim filmlerimizde görüyoruz, evlat edilen çocuk, üvey çocuk, üvey baba. Hep bu böyle bir çok kaotik, çok kötü bir şekilde dans ediliyor. O evlat edilen çocuk hayırsızdır, şöyledir.
Sevgiye muhtaç insandır.
Bütün çocuklar hayırsız olabilir. Bütün çocuklar sayıları çok az olduğu için aralarında bir tanesi kötü olunca daha fazla yayılıyor özellikle bugünlerde. Tanrı'nın o zaman dediğim gibi sadece kötü olanı yapmama değil, iyi olanı yapma gibi bir sorumluluğumuz da var.
[00:51:44] Speaker B: Aynen öyle.
[00:51:45] Speaker A: Bu bizim için.
Değerli ve Tanrı'ya devamlı sormamız gereken, ya Tanrı var mı?
Ülkemde, bulunduğum mahallede, ailemde değişmesi gereken bir şey. Ve bunu benim aracılığımla yoksa başka bir aracılığa mı yapmak istersen ama değişmesinin gerektiğini Kutsal Kitap'a bakaraktan görüyorum. Türk Eski Yemek Kurumu'ndaki çocukların anne baba sevgisine ihtiyacı var. Yapabileceğimiz bir şey var mı? Ne yapabiliriz?
Şuradaki yaşlıların, Kendine bakamayan yaşların böyle bir ihtiyacı var.
Yapacak bir şey yok diyemiyoruz.
Hristiyan olduğumuzdan artık o kalktı çünkü artık ben yaşamıyorum. Mesih ben de yaşıyorum.
[00:52:26] Speaker B: Aynen öyle.
[00:52:27] Speaker A: Bence çok değerli konular bunlar. Hem sorumluluk alma, çocuklarımıza sorumluluk verme ve bu sorumluluğun getirdiği hem negatif yaşadığımız en zamanda pozitif değişimler de var. Buradan elbette Bolu'da ailesini kaybetmiş.
İnsanları da tekrardan anıyoruz.
Rab onlara esenlik versin.
Bu çok zor durumda esenliği onlarla birlikte olsun.
Elbette sorumluluğu yerine getirmeyen kişilerin de kanunlarımıza göre yargılanması ve cezalandırılmasını Talep ediyoruz, ediliyoruz.
Elbette bu insanları yok etmek anlamda değil ama bir sorun, bir bedel ödende orada bir kanunla de bunun yansımasını dileriz elbette.
Neler olsa o kadar acıyı kaldırmayacak, yok etmeyecek ama bir pastor olarak eklemek istediğin var mı hocam?
[00:53:21] Speaker B: Yani özellikle sen söylerken şu kutsal kitap ayeti aklıma geldi. Doğru olanı bilip yapmamak da günahtır Hristiyanlık içerisinde. Yani bu doğru olan nedir? Doğru olan yapılması gereken bir düzenleme vardır, bir yasa vardır, bir kural vardır.
Doğru olanı biliyorsundur ama bunu yapmıyorsundur, bildiğin halde yapmıyorsundur. Tanrı bunun da günah olduğunu dile getirir.
Bu sebeple aslında sorumluluklarımız biliyoruz.
Aslında hepimiz doğruları biliyoruz. Yani en baştan mesela şey demiştin, o aklımda kaldı. Hiç kimse ben şimdi birisine kötülük yapacağım diyerekten kötülük yapmaz. Herkes yaptığının doğru olduğunu zanneder ya da yaptığının iyi olduğunu zanneder.
Karşısındakine iyi bir ders vereceğini düşünür ama gene de o karşısındakine kötülük olarak gelen şeyin kendisi için bir iyilik olduğunu düşünür.
Ve sonuç olarak sorumluluk da böyledir. Sorumluluklarımızı biliyorsak ve onları yerine getirmiyorsak bu da günahtır Tanrı'nın gözünde. Ve bu günahın da tabii ki sonuçları olur. Kain ile Habil'den bahsettin. Özellikle kainde benim aklıma gelen şudur, orada ayette de yazar.
Kain Tanrı'ya sunu sunduğunda ve Habil Tanrı'ya sunu sunduğunda, Habil'in sunusunu Tanrı kabul ettiğinde, Kâin'in sunusunu kabul etmediğinde Kâin, Habil'e öfkelendi.
İçinde kıskançlık oluşmaya başladı ve Tanrı özellikle Kâin'e konuştu. Dedi ki, bak günah kapıda durmuş, kapıyı çalıyor.
Ona egemen olmalısın.
Kâin, günahın Kâin'e egemen olmasına izin verdi.
Tanrı'nın Kâin'den istediği şey, Kâin'in günaha egemen olmasıydı.
Eğer kâin günaha egemen olmuş olsaydı, Habil'i öldürmeyecekti.
Ama kâin günahın kendi üstünde egemen olmasına izin verdiği için, Tanrı'nın verdiği sorumluluğu yerine getirmediği için ne yaptı? Kardeşini tarlaya çağırdı ve onu tarlada öldürdü. Ve daha sonra da bunu Tanrı sorduğunda inkar etmeye ihtiyaç hissetti. Ben onun bekçisi miyim? Nereden bileyim? Nerede? Bana ne?
Hani gibi bir diyalog dönüyor.
Ve sonrasında da aslında bu büyüyerek devam ediyor. İşte yeryüzünde yaşadığımız sıkıntı da aslında budur.
Yani biz doğrunun ne olduğunu biliyoruz ve hepimiz biliyoruz.
Kötünün de ne olduğunu hepimiz biliyoruz. Ama içimizde kötüyü yapmayı veya doğruyu yerine getirmemeyi seçtiğimiz anda bu manzaralar karşımıza hep geliyor. Elbette ki şimdi Bolu'daki olayın bütün iç yüzünü biz şu an burada bilemeyiz.
Ama bilebileceğimiz belli şeyler var.
Bilebileceğimiz şeyler oteller her sene elektrik sistemine bakım yapar. Yangın sistemine bakım yapar. İşte odalarına bakım yapar.
Bir yeni sezon başlamadan önce bir tadilat olur. Elden geçirilir. Yani her şey elden geçirilir.
Bu bir masraftır ama yeni sezonda edilinecek karla bu masraf hani telafi edilir, karşılanır.
Şimdi hani bu elektrik ihmalinden mi çıktı? Bu yangın sisteminin çalışmamasından mı çıktı? Bu bu şekilde bu insanların kurtulmasını engelleyecek önlemler alınmadığından mı çıktı? Yani sonuçta bir şeyler doğru yapılmadığı için çıktı.
Şimdi biz buradan ezbere diyemeyiz ki kesin şundan çıktı, kesin bundan çıktı. Bu araştırılıyor hala ama sonuçta hani hepimizin bildiği bir şey varsa Birileri sorumluluklarını bildiği halde onları hakkını vererek yerine getirmedi. İşte bizim de hayatımızda sorunlar hep böyle ortaya çıkıyor.
Ben doğru olma sorumluluğunu yerine getirmiyorsam, Tanrı'nın benden istediği doğruluğu yapmıyorsam elbette ki bunun ihmalinin sonucunda sıkıntılar yaşayacağım ve bu sıkıntılar maalesef sadece bana sıkıntı vermeyecek.
[00:57:33] Speaker A: Doğru. Bir pastor olarak o zaman böyle bir acı içinde olan insanlara ne diyebiliriz?
Yani sonuçta elbette farklı bir konuyu açmak istemiyorum. Bunu bir sonraki videomuzda da bakabiliriz birlikte de.
[00:57:47] Speaker B: Bu acı sorunu.
[00:57:49] Speaker A: Ne kadar da Tanrı'dan gelmediğini söylesek de acı var.
[00:57:52] Speaker B: Acı var.
[00:57:52] Speaker A: Acı bir yaşamımızın bir parçası.
Ve orada sadece o aileler değil, bütün insanlar olarak bugün mesela A Haber'e denk geldim. Orada bir baba anlatıyor olan olayları.
Eşini, oğlunu ve kızını kaybetmiş.
Ve o son anları anlatıyor. Yani bir baba olarak düşünemiyorum. Yani o babanın yaşadığı, çektiği acıyı ve çekeceği süreci.
Kolay olmayacak. Fakat yani bu kişiye bakaraktan da, ya ne söyleyebiliriz?
[00:58:30] Speaker B: Yani söyleyebileceğimiz yegane şey acıları gerçek.
Acıları acıtıyor.
Rab'ten özellikle onlara teselli vermesini istiyoruz.
Bunun teselli için dua ediyoruz. Esenlik için dua ederken bu acılı ailelerin yakınlarının Rab'te teselli bulabilmelerini arzu ediyoruz.
Bu acı gerçeğini değiştirmez.
Acı vardır, acı insanlığın bir parçasıdır ve biz acılardan öğreniriz.
Neyi öğreniriz?
Eğer hata bizden kaynaklanıyorsa, kendi hatamızın sonucunda acı yaşıyorsak, bu acıyı tekrar yaşamamak için neyi doğru yapmamız gerektiğini öğreniriz.
Ama ola ki biz sadece acımızda feryat ediyorsak, bu acıdan öğrenmemiz gerekenleri öğrenmiyorsak, Tanrı'nın bize öğretmek istediklerini öğrenmiyorsak maalesef bu acıların arkası gelmeye devam eder.
Acılı ailelere söyleyebileceğimiz tek şey Rab'den onlara teselli vermelerini istiyoruz. Yani teselli insan olarak biz verebilir miyiz?
Mümkün değil.
Biraz önce senin de dediğin gibi yani sonuçta evladını kaybetmiş bir baba olmayı ben kafamda tezahür edemiyorum. Çünkü ben evladımı kaybetmedim. Evlatlarımı da çok seviyorum. Ama ola ki onları kaybedersem yaşayacağım acının tarifi yoktur. Ve o babanın da, o yakınlarını kaybeden insanların da acılarının tarifi yok. Bunun için diyebileceğimiz tek şey sözün bittiği yer. Bir şey söylemenin de şeyi yok. Biz o insanlar için dua ediyoruz.
O insanların Tanrı'da teselli bulabilmelerini, yaratıcıda teselli bulabilmelerini, acılarının Tanrı tarafından hafifletilmesini ama bu onların kaybettikleri yakınlarını geri getirmeyecek.
Ama Tanrı'dan güç alabilmelerini ve bu güçle bu acıya karşı hani durabilmelerini Tanrı'dan istemek dışında yapabileceğimiz maalesef başka bir şey yok.
[01:00:51] Speaker A: İsa Mesih'de de görüyoruz tekrar ve tekrar.
Bir olaya baktığında, acı çeken bir insan gördüğünde İsa Mesih'in sözleri yüreği sızladı. Evet. Tanrı'nın yüreğinin sızlaması çok ilginç bir ifade. Çünkü hep diyoruz ya yani Tanrı niye dur demedi? Niye şunu yapmadı? Niye bunu yapmadı?
dediğin gibi irade verdi ve bu iradeyi biz kötü olarak kullandık.
İyi olarak kullanmak yerine kötüye bir nevi araç ettik.
Tanrı elbette o iradeye devamlı engel olmak onun isteği değil.
Dünyanın yaratılışı bunu gerektirmiyor fakat Tanrı'nın orada yüreği sızlıyor. Mesela Lazarus'u ölümden diriltirken İnsanların ağlayışını, feryadını görüp...
...ölümün...
...Tanrı'nın bir planının parçası değil...
...Tanrı'nın da karşı çıktığı, ölümü yendiği sonradan görüyoruz.
Ölümü yendiği ve ölümün korkusunu bizden aldığını görüyoruz ama... ...orada İsa Mesih'in yüreğinin sızlaması bence...
Değerle birçok kişiyi, aile üyelerimi kaybetmiş biri olarak...
...o an yani Tanrı anlıyor. Tanrı uzak değil açıma. Tanrı kutlamıyor. ''Aa bak ne kadar güzel planladım.'' değil.
Ondan yüreği sızlıyor çünkü...
...irade verdiği insanoğlu... ...o verdiği armağını kötüye kullandı. İhanet etti.
Elbette onlar için teselli diyoruz. Esenlikleri için...
...dua ediyoruz. Rabb onlarla birlikte olsun. Yönlendirsin.
Arkadaşlar, çok teşekkürler. Bugün biraz daha ağır bir konuya değindik.
Ama değinilmesi gereken bir konu çünkü hepimiz yaşıyoruz, yaşamaya devam ediyoruz.
İnternet, videolar, YouTube, her şey arttıkça dünyanın her tarafında acı çeken insanları devamlı görüyoruz. Ve sorumluluk yerine getirmiş ve getirmeyen insanları da çok net bir şekilde duyabiliyoruz.
Evet, ağır bir konu ama Rab sizleri yönlendirsin, bizleri yönlendirsin.
Onun yüreğini, onun isteklerini, arzularını ve iradesini bu dünyada daha etkin bir şekilde bizleri arç olarak kullansın. Rab sizlerle birlikte olsun. Tekrardan teşekkürler. Bizlere eşlik ettiğiniz için lütfen abone olmayı ve kanalımızı takip etmeyi ve hatta bu konu hakkında düşünceleriniz varsa onları mesajlarda, alt yorumlarda belirtmeyi unutmayın. Kendinize iyi bakın.
[01:03:19] Speaker B: Esen kalın.