Episode Transcript
[00:00:00] Speaker A: Kardeşim. Hoş geldin Melih abi. Naber özgürcüm.
[00:00:04] Speaker B: İyi abi.
Özgür, özgürce hoş geldin.
[00:00:08] Speaker A: Herhalde adını Özgür olarak değiştirelim.
[00:00:11] Speaker B: Programı değiştireceğiz ağabey. Hoş geldin. Teşekkür ederiz programa katıldığın için.
[00:00:15] Speaker A: Rica ederim ağabey.
[00:00:16] Speaker B: İzninle hep seyircilere de tanıtalım. Özgürce programına hoş geldiniz sizler de. Geçen podcastta söylemiştim. Özgürce'ye iyi bir darbe yaptım. Bundan sonra programın ismi Envece.
Böyle devam edeceğiz.
İlk konuğum olarak da Melih ağabey aramızda.
[00:00:30] Speaker A: Merhaba.
[00:00:30] Speaker B: Melih Ekener. Kendisini herkes tanıyor zaten.
[00:00:33] Speaker A: Yok herkes tanımıyor. Nasıl tanımasam?
[00:00:34] Speaker B: Hristiyan cemaat arasında Eşin daha çok tanımıyor abi belki.
[00:00:39] Speaker A: Kesinlikle.
[00:00:39] Speaker B: Değil mi?
[00:00:40] Speaker A: Eşim değil, çocuğum daha çok.
[00:00:41] Speaker B: Çocuğun, evet.
[00:00:42] Speaker A: Yani o an Amerika'ya gitti o kadar ya. Ama gitmeden önce beni herkes öyle biliyordu. Aa, Ege'nin babası diye.
[00:00:50] Speaker B: Evet öyle bir şey abi. Bir de galiba ben daha çok Senem Abla'yı en çok görüyordum. Yani böyle şey kiliselere falan gittiğimde işte Senem Abla dersen tanınıyor. Tamam Belli Abi dersen hani tanınmama ihtimalin var. Halbuki tam tersi Türkiye'de.
[00:01:04] Speaker A: O kanun değil mi?
[00:01:04] Speaker B: Yani tanınan oyunculardan bir tanesisin yani.
[00:01:07] Speaker A: O kadar önemli değil. Önemli olan Tanrı'nın meşhuru. Amin. Kafanın güzelliğine bak.
İnsanlar tanısa ne olacak seni? Bütün dünya tanısa ne olacak?
[00:01:18] Speaker B: Ödülümüzü burada almayalım. Gönlünü gevende saklayalım.
[00:01:21] Speaker A: İşte bu.
[00:01:23] Speaker B: Bugün aslında seninle hem kiliseden konuşacağız biraz, Hristiyanlıkla ilgili konuşacağız. Belki biraz tanrılığından ya da o Hristiyanlığa ilk nasıl araştırdın biraz değiniriz. Milattan önce, milattan sonra kısmı.
Ama öncelikle ben özellikle şu sanat konusunu seninle konuşmak istiyorum. Tiyatro konusunu seninle konuşmayı çok isterim.
Biraz yargı dağıtalım mı hepimiz beraber?
Öncelikle Hababam Sırfı'nda oynadığın için utanıyorum.
[00:01:52] Speaker A: Ya utanmıyor ama...
...bize geldi Ferde Yılmaz, Ertem Yılmaz'ın Arzu Filmi'nin sahibi... ...işte Avabam sınavını çekeceğiz dedi. O zaman çok utandık. Acayip utandık çünkü hani...
...ya biz kimiz abi Allah aşkına?
Sınıfın salağı kimdir? İnek Şaban. Onu da Kemal Şunal oynamış rahmetli. Daha üstüne nasıl çıkabilirsin ki bunun?
Ondan sonra biz dedik ki oynamayız.
Bütün heyetimiz tehlikeli. Herkes yok abi. Yani bu cesaret. Bizi şey olarak ikna etti dedik. Oğlum dedi, Hababam sınıfı kimin?
Arzu filmi. Yani İsim Hakkı. Her şey onunla. Ondan sonra tamam.
Rıfatıl Gaz'da İsim Hakkı ama...
Rıfatıl Gaz'ın yazdığı Hababam sınıfıydı. Ertem İlmez'in çektiği Hababam sınıfı zaten birdi. Tabi okuyorsun.
Bir de senaryo yüzde yüz farklı.
Yani o inek çağı var. Hani Hüdaverdi gibi, şey gözlük şişe gibi gözlükleri olan, çok çalışan. Çünkü biz çalışkan öğrenciyi inek diyoruz.
[00:03:04] Speaker B: Ama filmde tam böyle, sabah bir yazar gibi.
[00:03:08] Speaker A: Tam tersi yani, çalışkan. Öyle şey çıkıyor. Hepsi öyle.
Yani...
Bütün karakterler filme uyarı almış. Film zaten şey yazmamış yani. Filmin senaryosunu başka biri yazmış. Kim yazmış Sadık Şen değil mi?
[00:03:23] Speaker B: Peki ya ben hatırlayamam.
Senin alanı mıydı lütfen?
[00:03:28] Speaker A: Benim albümüm, hatırlamıyorum. Galiba Sadık Şen değil miydi?
[00:03:32] Speaker B: Editör büyük bütün buraya iliştirdi. Yani buraya yazdı büyük bütün.
[00:03:36] Speaker A: Yazdı, yazdınız. O zaman onu görmüşsünüzdü.
[00:03:38] Speaker B: Kendisi çok problem oldu. Her şeyi halledip.
[00:03:41] Speaker A: Tamam o zaman. Yani o dedi ki, zaten senaryo bizim.
İsim Hakkı benim.
Ben çekmişim. Yani arzu filmi olarak da çekmiş. Yapımcısı yine arzu filmi. E dedi yönetmen Kartal Tibet. Yani yarısından fazlasında şey rej asistanlığı yapmış. Yarısını da Kartal Tibet çekmiş.
E dedi Halit abi oynuyor. Zeki Alasya oynuyor. Yani eski ablamcılar oynuyor.
Siz niye utanmıyorsunuz yani?
[00:04:09] Speaker B: Yaparsınız.
[00:04:11] Speaker A: Bir de yeni karakterler dedi. Yani hiç daha bugüne kadar olmamış karakterler.
Öyle girdik.
[00:04:18] Speaker B: Ben çok başarılı buluyorum Asıl abi. Son, bir daha sizden sonra bir daha denediler ya abavamsın diye. O biraz utanç vericiydi.
[00:04:26] Speaker A: Gerçek utanç.
[00:04:28] Speaker B: Başarılı olmadı bence.
[00:04:31] Speaker A: Bazı unsurlar gerek. Biz ilk abavanları da çok biraz fazla abartmıyor muyuz?
[00:04:38] Speaker B: Nostalji hep abartılı.
[00:04:40] Speaker A: Teknik var mı? Yok abi. Teknik kötü. Ne çekimler iyi, ne montajı, ses kötü, her şey. Oyunculuklara bakıyorsun abartılı.
Eğitimli biri olarak, oyuncu olarak baktığında, akademisyen oyuncu olarak baktığında kötü oyunculuklar görüyorsun.
Öyle bir şey yakalamışlar ki, seyirciyle. Öyle bir samimi olmuşlar ki, anladın mı? Seyirci onu kabul etmiş ve benimsemiş.
[00:05:06] Speaker B: Aynen.
[00:05:07] Speaker A: Yani bizim onu yapmamız imkanı yok. Yani o samimiyeti kurmamız imkanı yok. Ama dediğim gibi, bu unsurlar gelince, işte Kartal Tibet, Halit Akçatepe, Ferde Yılmaz gibi bu unsurlar gelince...
...o samimiyet zaten kendiliğinden geliyor.
[00:05:22] Speaker B: Ve bence çok, şaka olsun diye öyle girdim ama ben çok izliyorum onu. Ben hatta seninle tanıştığımda şok geçirdim. Çünkü Hristiyan olduğunu da bilmiyordum o zamana kadar. Ve o zaman seni görünce, ya gerçekten mi? Yani melekler Hristiyan mıymış falan? Böyle bir şey oldu. Arada bir tweet de zaten...
Böyle senin şeylerin de çıkıyor, TT oluyorsun bazen. Ya da işine göndermiştir.
[00:05:44] Speaker A: Melekeler işte... Sanat, yaşantı ayrı bir şey.
[00:05:49] Speaker B: Evet, onu ayrı demiyorlar.
[00:05:51] Speaker A: İnanç çok öznel bir şey. Yani çok kişisel bir şey inanç. Hani biz ikimiz de isteyeniz diyoruz da...
Yani öznel olarak baktığında hani senin inancınla benim inancım hani çok az yere çakışır bence de üst üste. Anlatabildim mi? O kadar özel bir şey ki.
[00:06:09] Speaker B: Bize has bir durum ve o... Bize.
[00:06:11] Speaker A: Has bir de yani bu Tanrı'nın inceliğini, Tanrı'nın büyüklüğünü de gösteriyor. Tanrı her birimizle, inanma olsun olmasın, her birimizle özel ilişki kuruyor, çok özel ilgileniyor.
Bütün arkadaşlarınla aynı şeyleri konuşmazsın değil mi? Hepsinin yeri ayrıdır.
Onunla başka bir şey yaşarsın, bununla başka bir şey yaşarsın. Tanrı ile ilişki de öyle birazcık, çok kişisel. Bunu genele vurmak...
Ya da onun üstüne konuşmak yani birinin inancı üstüne konuşmak bana çok şey anlamsız geliyor. Kavram karşılığı yok.
[00:06:48] Speaker B: Türkiye'de maalesef böyle bir algı olduğu için biz çok podcast aslında bunu değerlendiriyorduk hep yani. İllaki bir ailiyet, bir kimlik olarak benimseme gereği var ve böyle bir etiket yapıştırmayı seviyoruz. Yani tabii dediği gibi bütün dünyanın bir hastalığı gibi. İllaki bir işte Hristiyansa ama bir etiket.
[00:07:08] Speaker A: Tabii ki.
[00:07:08] Speaker B: Müslümansa bir etiket ve böyle etiketlerle bir bütünlük yakalamaya çalışıyor ama bir paket olamaz yani.
Onu böyle değerlendirmemek lazım.
[00:07:17] Speaker A: Kimliğini arıyor. Aynen.
[00:07:20] Speaker B: Kesinlikle.
[00:07:20] Speaker A: Kimliğini ama dünyadaki kimliğini arıyorlar. Onun için de etiketler yapıştırmak zorunda kalıyorlar. Başka şansın yok çünkü. Dünyada kendini nasıl tanıtacaksın başka?
[00:07:31] Speaker B: Bir yere ait olma isteği işte bizim çok kötü yerlere götürüyor. Ama bence Tanrı'ya ait olmak da onuru edici bir durum bizim için.
[00:07:39] Speaker A: Yani Tanrı'ya ait olmak şey değil zaten. Ben Tanrı'ya aitim deyince Tanrı'ya ait olmuyor.
Bütün insanları bütün evren Tanrı'ya ait zaten.
Yani sen özel bir şey değilsin.
[00:07:51] Speaker B: Aynen.
[00:07:51] Speaker A: Sen bunun farkındasın.
[00:07:52] Speaker B: Farkındasın.
[00:07:53] Speaker A: O çok güzel bir şey.
[00:07:54] Speaker B: Evet, bence bu.
[00:07:54] Speaker A: Yani bunun farkında olmak. Bana soruyorlar tabi, bak Hristiyan nasıl bir şey. Hadi o kadar özel bir şey diyorum ki. Hani düşünsenize diyorum.
Ne Elon Musk, Bill Gates babanız diyorum. Ondan daha zengin bir babanız var. Her şeye hakim, her şeye sahip. Ve seni hiç çalıştırmıyor. Kafana göre takılıyorsun diyorum. Bir tek onu üzmemeye çalışıyorsun. Anlatsın. Bütün iş bu kadar diyor.
[00:08:17] Speaker B: Çok güzel bir özet aslında gerçekten. Biz seninle ilk tanıştığımızda, 15 yıl önce, rakamlar vere vere gideyim.
[00:08:25] Speaker A: Ben ve Bey.
[00:08:26] Speaker B: Evet abi sen çok gençsin.
[00:08:28] Speaker A: İlkokulda.
[00:08:28] Speaker B: İlkokulda falan.
Kapadokya'da bir kamptaydık tanıştığımızda ve benim bir arkadaşım vardı. Ben senin tiyatro ve komedyen olduğunu, komedilerle uğraştığını da duyunca böyle bir gereksiz bir ergenliğe girdik.
Ve herkes seninle fotoğraf çekiyordu. Son gün işte Noel Ağacı'nın yanında Melekener'le fotoğraf çekilme köşesi yapılıyordu.
Biz arkadaşımla beraber geldik tam fotoğraf çekilecek gibi. Ve bir anda fotoğraf makinesini sana uzattık.
Mesela tam böyle çok bu kadar güldüm ki ben şey düşündüm önce ya tiyatrocu adam bizi mi eğiliyor şu an gerçekten mi gülüyor nedir anlamadım ama şey tatlı anı şunu sen hiç o kadar eğlendin bizden daha çok eğlendin. Bizim fotoğrafımızı çektin sonra biz seninle fotoğraf çekildik.
Ben inanamadım.
Aklımdaki o ünlü tiyatrocu kavramı...
Şaka mı beyler bu şimdi? Tepkisi bekliyordum.
O kadar tatlı yaklaştın ki bize. Biz sonra bunu yıllarca konuştuk.
[00:09:33] Speaker A: Gerçi benim başıma geldi. Hadi orada eğlenmişiz.
Gerçeği başıma geldi, o filmler yeni çekim, popülersin, yolda yürüyemiyorsun artık.
Bir arkadaş grubuyla yürüyoruz yolda, yürüyemiyorum tabii. Her önüne geldi, abi fotoğrafınızı çeker misin?
Sarılıyoruz, fotoğraf çekiyoruz. Bir adam geldi. Fotoğrafı dedik, fotoğrafı dedik, tamam dedim. Karısı var yanında, sarıldım karısına böyle.
Adam bir tuhaf bakıyor.
Vakitini uzattı, bizim fotoğrafımız, çekeceksin seni.
Karısıyla manzarada fotoğraf çektirmek istiyormuş.
Bizim fotoğrafçısı geldi, ben de karısı nasıl? Allah'tan sonra karısı tanıdı, ay siz şey değil misiniz dedi de.
[00:10:22] Speaker B: Abi eşinle nerede tanıştın bu arada?
[00:10:25] Speaker A: Eşimle radyoda tanıştık. Tabii radyodayı da tanıştık. O zaman Abuzer diye bir karakter yapıyordu radyoda. Ben de çok seviyorum. Hala YouTube'da falan ufak ufak yapmaya çalışıyoruz. Kendim için.
[00:10:39] Speaker B: İnstagram'da bir fotoğraflar paylaşıyordun bir ara.
[00:10:42] Speaker A: Eğleniyorum Abuzer'le.
O zaman radyolar popülerdi. Güzel radyolar.
Ki bir şey de tuhaf. Mesela özel radyoların ilk açıldığında... ...Kent FM açıldığında, kayıt 1991 mi? Vardı 1991 mi hiç? O yıllarda ilk şeylerden biri, radyo konuşanlarından biri Kent FM'di.
Okan Bayılgen.
Ondan sonra Okan Bayılgen ilk programa çıktığında, canlı programı yaptığında... ...ilk telefon konuğu da Abuzerdi.
Hiç kimse bir şey anlamadı tabi o bizim konuşmasına anlaşılmadığı için. Ve yani radyolarda işte kaç yıldır 97 miydi? İlk şey radyodan radyoya transfer olan radyocuyum ben.
Bestepe'mden Fatih Altaylı'nın zoruyla Kanal D'ye geldim. Yani zoruyla derken. Fahiş fiyatlarla böyle falan.
[00:11:37] Speaker B: Ondan sonra...
Özel bir pastel parayı.
[00:11:42] Speaker A: Ne oldu? Oradan oraya transfer aldım.
O radyoya geldim tabi havalımdan geçilmiyor yani. Para desem bende.
Söğretsem bende. Hepsi böyle evet takılıyor. Fatih Altay'ın da toplantı yapıyormuş. Ciddi toplantılar yapıyor. Fatih'in de ağzı bozuktur yani. Sinirlenince önünde durmak istemezsin. Gençliğinde daha kötüydü.
Ondan sonra girdik toplantıya. İşte Arap'ta toplantı yapıyor. Atarek kız duruyor işte. Sene. Ondan sonra. Ama...
Tabii kız orada duruyor. Önemsemedim önce. Şiir programı yapıyormuş o da orada. Ondan sonra şiir ve kültür programı yapıyormuş. İşte şey dedi. Sen dinliyor musun benim programımı? dedi.
Ben dedim, Klaiz ya, ben dedim o şiir programını dinlemem dedim. Çünkü şiirleri çok kötü okuyorlar dedim. Şairleri bile kötü okurken dedim, radyocular içine ediyor şiirleri dedim. Bir kapıştık biz bununla. İşte hala kapışıyoruz. 28, 29, 30 yıl geçmiş anadan hala kapışıyoruz. Senin 25.
[00:12:50] Speaker B: Yılınızı kutlayın.
[00:12:52] Speaker A: Kutlayacağız.
[00:12:55] Speaker B: Uzun süreli bir evlilik.
Siz evlilik uzun süreli zaten.
Evlendiğinizden... Baya uzun. Benim için uzun. Ben daha beşinciyedeyim.
Evlendiniz ama eşin 2 sene sonra ima etmişti değil mi?
[00:13:12] Speaker A: 2 sene sonra mı?
[00:13:12] Speaker B: Yok.
[00:13:14] Speaker A: 2000'De evlendik. 2002'de mi ima ettik? 2003'de mi?
[00:13:18] Speaker B: Öyle bir şey değil mi?
[00:13:19] Speaker A: Tanıştığımızda felsefe okumuş. Okulda felsefe okumuş. Ondan sonra psikolojiyi yutmuş bitirmiş bir kadına. Hani ben...
[00:13:29] Speaker B: Nerede diyeyim ben sana?
[00:13:31] Speaker A: Diyemiyorsun kendine. Ben hepsini biliyorum. Her yerden de biliyordun. Onun iman etmesi çok tuhaf tabii. Yani o benim elimde olan bir şeydi. Ben çok uğraştım ama yemedi.
Benim yapabileceğim bir şey değildi o.
[00:13:45] Speaker B: Tarih karşısında olan bir şeydi.
[00:13:48] Speaker A: Tarih kendisi. Öyle oldu.
[00:13:51] Speaker B: Benim hayatımda da çok değerli yeri vardır Seneha ablanın. Yani özellikle inanç savunması konusunda yani aklımı yakmıştır her seferinde.
Bizim kiliseye gelmişti. İlk inanç savunması ile ilgili konuşma yapmıştı.
Ben şöyle dedim bir saniye ya burada...
Burada bambaşka bir olay dönüyor. Hiç beklediğim gibi değil. Ben şey gibi gittim. Yani bu soruya şu cevap verilir.
Enel Hristiyanlık'taki bu konuların özünde bu vardır gibi bir şey bekliyordum. Ama Sena abla geldi ve o kadar iyi bir konuşma yaptı ki ben tutuldum kaldım.
Ve gerçekten de kutsal bir bakış açımı değiştiren karakterlerden biridir Sena abla. Çok değerli bir perspektif var. Bence felsefe ve psikoloji iyi etkiliyor onu hala. Onun yaşadığı şeyleri etkiliyor kesinlikle benim dönemde.
Bizde çok ufak ufak zaman zaman yer yer. Ama ben kendimi çok iyi hissetmediğim bir dönemde de Senem ablayla konuşmam. Ben mesela o konuya bakış açımı gerçekten değerlendiriş şeklimi bile değiştirmiştim. Çok değerli bir benim.
[00:14:50] Speaker A: Genelde öyle oluyor zaten. Ben insanları bozuyorum. Senem'i daha iyi dinle.
Aynen.
[00:14:56] Speaker B: Peki abi o zaman yani asıl tiyatroyla başladın.
Bu sektöre.
[00:15:01] Speaker A: Sonra radyoya girdin yoksa Sektör dediğin orada da sektör yok.
[00:15:05] Speaker B: Sektör yoktu oğlum.
[00:15:06] Speaker A: Sektör diye bir şey yok, hala yok.
[00:15:08] Speaker B: Tiyatro biraz sektörleşti gibi abi. Oralara geleceğim birazdan da.
[00:15:12] Speaker A: Yani maalesef oyunculuğun gerektirdiği meslekler değil.
Sinema, televizyon, tiyatro falan hiçbiri sektör olmuş durumda değil ülkemizde.
[00:15:23] Speaker B: Endüstriyelleştirdin belki o zaman.
[00:15:27] Speaker A: Sektör olmadan nasıl endüstriyel olsun? Bir oda olmak.
[00:15:32] Speaker B: Kavram gibi yani.
[00:15:34] Speaker A: Maalesef biz öyle kör topal ilerliyoruz. Hiç şey gibi gitmiyoruz. Sırada gitmiyoruz. Çok kötü gidiyoruz. Gidişat da kötü.
[00:15:44] Speaker B: Evet, o zaman buraya gelelim abi ya. Şu an mesela ben özellikle çok YouTube'da kendi kanalları olan kişileri takip ediyorum. Özellikle bu komedyenleri falan takip ediyorum. Onların en çok yakındığı şey bu tiyatroyla ilgili. Tiyatro savunma inanılmaz pahalı bir yer. Çok ağlıyorlar.
Yeterli senaryoların olmaması ya da beğenilen bir oyunsu. Yeterli senaryolar var ama illa beğenilenin yapılma zorunluluğuna bırakılması. Biraz böyle hep bir tartışma konusu oluyor. O zaman tiyatro bir yere gelmemesi etkiliyor mudur sence özellikle?
[00:16:16] Speaker A: Şöyle söyleyeyim.
En basit örneği. Bu bilet siteleri var ya.
İnternette böyle satılıyor biliyorsun.
[00:16:23] Speaker B: 5-10 tane olmuştur herhalde.
[00:16:26] Speaker A: Meşhur sitelerden, web sitelerinden herhangi bir tanesini seç. Bekle işte ortası oluyor hangi diyor, İstanbul diyorsun. Tiyatro oyunları diyorsun, basıyorsun. 300 küsur oyun getiriyor sana. 300 küsur oyun. Bunların içinden iki tanesi tiyatro. Gerisi oyun.
[00:16:45] Speaker B: Gerisi oyun.
[00:16:46] Speaker A: Ama tiyatro iki tane var.
Çünkü eskiden tiyatrolar vardı.
Bir çıkardık Beyoğlu'nda, Galata'dan başlardık, Şişli'ye kadar.
Ali Poyrazoğlu Tiyatrosu, Ferran Şensoy Tiyatrosu, Kerem Alışık Tiyatrosu, Gazanfer Özcan, Kenterler, Hadi Çaman, Yeditape, Uyunculuk... Ama bunlar tiyatro ve her tiyatro ondan sonra tarzı var, seyircisi var, ona göre oyunlar koyuyor, ona göre oyunlar yapıyor yani böyle hoş oyun seyretmek istiyorum kafayı yormadan sadece oyun seyretmek istiyorum dediğinde Seçeceğin şeyler, ya Gazanfer Özcan'a gidiyordun ya da Erdin Dormen'e gidiyordun. Hani şey seyretmek için, Bodril seyretmek için gidiyordun. Ama yok, ben böyle doyayım, oyunculuğa da doyayım, tekste de doyayım. Kenterleri seçiyordun. Ya birazcık daha halk tipi dediğin zaman işte Ferhan'a gidiyordun, Ali Poyraz olmaya gidiyordun. Çok entere, ekstrem şeyler seyretmek için. Şimdi öyle bir şey yok. İki tane, üç tane tiyatro var. İşte bir Haluk Bilginer kaldı. Başka hangi tiyatro var?
Galiba Haluk Bilginer var.
İki, üç öteki tiyatralar yok. Ne diye bakıyorsun oyunlara? Ondan sonra hepsi organizasyon tiyatrosu. Bilmem ne organizasyon sunar, bilmem ne yapım sunar, bilmem ne şey sunar. Yani bir oyunluk, iki oyunluk yapımlar bunlar.
Ama tiyatro olmayınca seyirci de yok.
Bir de şey çok ilgimi çekmişti mesela, Ali'yle konuştunuz, Poyraz Oğlu'yla yaptığınız şey. Ali'ye bir şeyi soruyorum. Diyorum ki, ya diyorum niye böyle oldu tiyatro? Diyor, Biletiks çıktığı gün tiyatrolar bitti de. Ne alakası? Harbiden o alakası o. Eskiden bilet almak için gişeye giderdin.
Gişe diye bir şey vardı. Gişecilik diye bir meslek vardı ki... ...tiyatrocunun, bir tiyatronun ana davranıyordu. Gişeciler transfer olurdu tiyatrolar arasında. O daha çok büyürdü. Onu çalardı, ondan çalardı falan filan. Çünkü gişecilerin seyircileri vardı.
Arardı işte ne bileyim Gazanfer hoca şöyle yapıyor Necdet Uygar'ın şöyle bir oyunu var yeni oyunu çok güzel gelin diye seyirciyi toplardı. Ama seyirci vardı. Niye Taksim'le şey arasıydı, Şişli arasıydı bu tiyatrolar. Çok enteresan gelmişti bana. Çünkü gayrimüslimler orada oturuyordu.
Ermeniler, Rumlar, Yahudiler ve bunların tiyatro kültürü var. Zaten hani Türkiye'de de hani Türk tiyatrosu diye yırttığımız şeyin çıkışı Ermeni tiyatrosu, Ermenilerin yaptığı tiyatroda. Türkler yapmıyordu tiyatro biliyorsunuz, Osmanlı'da şunu oydu. Sonra Cumhuriyet'in başlarında bile hani yavaş yavaş edermeye başladı falan. Muhsin Ertuğrul ile Altın Dönemi'ni yaşadı. Sonra yine düşe geçti. Geçmiş olsun yani günümüzdü.
O seyirciyi biz oralardan kaçırdık. Zaten çoğu yaşlandı öldü. Çoğu hani politik durumlardan tüydü gitti.
[00:19:56] Speaker B: O kültür kırılmış oldu.
[00:19:58] Speaker A: Gidince seyirci gitti.
Hani şimdi seyirci tiyatroya niye gidiyor? Mesela sen bir tiyatro seyircisi misin?
[00:20:07] Speaker B: Pek değil. Ben de pek değilim.
[00:20:09] Speaker A: Yani tiyatro seyircisi tiyatroya niye gider? Şeyi merak eder gider. Oyunun ne anlattığını merak eder. O oyuncu nasıl oynadığını merak eder. Ortamı merak eder. Kendinde ne bulacağım diyebilir. Bir seyircinin çalışması oyuncunun çalışmasından daha zor. Yani herkes oyuncu olabilir. Ama herkes seyirci olamaz. Yani seyirci daha zor seyirci olmak. Gerçek seyirci olmak. E biz seyirciyi yitirdik. Yani gayrimüslimleri yok ettik buradan. Bizim kültürümüzde yok ki tiyatro seyircisi. Bizim kültürümüzdeki seyirci kahvelerdi. İşte Dümbüllü'yü seyretmek. Anladın mı? Yani meddah dediğimiz şeyi seyrettim. Meddah şutu.
[00:20:53] Speaker B: Bence ama o da tamamen tükendi. Bir meddalık o işte.
[00:20:57] Speaker A: Meddalık tükenmedi. Meddalık günümüzde devam ediyor.
[00:21:01] Speaker B: Bence o da popülarite tamamen bitirdi gibi.
[00:21:04] Speaker A: Meddalık ne biliyor musun?
[00:21:05] Speaker B: Anlatıcı işte, hikaye anlatıcı.
[00:21:07] Speaker A: Değil mi? Hikaye anlatıcıydı. Şimdi story tellerler var.
[00:21:11] Speaker B: Şuraya müdür editöre cahil yazacak bak.
[00:21:14] Speaker A: Storyteller var.
İnsanların oluşumundan beri var. Oradan oraya gezginler, hikayeler anlatıyorlar falan filan. Bir iki hikayeyle bir hikayeleri anlatıyorlar ki... ...efsaneler oluşturuyorlar, inançlar yaratıyorlar. Bu en son benim ile zıpla oynadığım yalancı bir oyun vardı. Orada ilk Storyteller'in hikayesini anlatıyordum ben. Ki ilk Storyteller değilmiş. İlk Storyteller çok enteresan. Biliyor musun kim ilk Storyteller? Nasıl? İlk storyteller kim bilmiyor musun?
[00:21:43] Speaker B: Abi öyle bir adamı bulacak.
[00:21:45] Speaker A: Tabii ya, çok basit bir şey.
[00:21:47] Speaker B: Nosaldır o zaman abi. Aklında değil.
[00:21:49] Speaker A: Storyteller oluyor. Hikaye anlatıcısı için ne lazım? Hikaye yazsın. Anlatan lazım. Bir de anlattığı adam lazım. İlk hikaye kimin başından geçiyor?
[00:22:00] Speaker B: Adem'le ilgili.
[00:22:01] Speaker A: Aynen Adem'le bağlı.
[00:22:02] Speaker B: Zorlanıyor.
[00:22:03] Speaker A: Şimdi anlatıyor. İki tane çocuğu var. İki çocuğun onu. Biri doğru anlıyor, biri yanlış anlıyor hikayeyi. Onlar birbirini yiyorlar gidiyor. Aynı hikaye noktanın çocukları da aynı şekilde devam ediyor. Doğru hikaye devam ediyor şu anda. Yani Tanrı'nın hikayesi anlatılmaya devam ediyor. Doğru.
Anladın mı? Bir doğru anlayanlar var. Onlar çok az. Anladın mı? Bir de Kabil gibi kardeşimi öldürüp ondan sonra bütün dünyaya yayılıp yanlış hikaye anlatanlar var.
Bugün bize soruyorlar yani bu İsa'nın hikayesi aslında siz Mısırlılar'dan çalmışsınız. İşte Mezopotamya'da da var, Sümerler'de var aynı hikaye.
O tanrının oğlu Adem'den biri var anlatılıyor.
Ama hikayeyi yapıyorlar.
[00:22:45] Speaker B: Ben de aynı şeyi söylüyorum. Özellikle Musa'nın işte Nuh'un hikayesini söylediklerinde şey diyorum yani zaten yaşanan bir olay var ve Nuh'un oğlu çocukları bu hikayeyi zaten doğru bir şekilde Tanrı'nın istediği şekilde zaten anlattılar. Ama bunu yaşayan ama Tanrı'dan uzaklaşansa Bunu anlattı ama belki de çocukları o tahttan uzaklaştıkları için başka tahtlara atfettiler.
Bize hiç olmazsa şeyi kanıtlıyor. Demek ki bu olay yaşandı. Yani bir şey oldu. Anlatıldı ama biri bu hikayeyi yanlış yorumladı ya da yanlış anlattı. Başka değerlere bağladı.
[00:23:25] Speaker A: Herhalde Tanrı'nın oğlu benim diye düşündü. İçinde bir hikaye var.
Bu hikayeyi anlatanlar story tellerler. Zaten Orta Doğu'dan, Uzak Doğu'dan kopup gelenler. Ondan sonra kasaba kasaba, oba oba dolaşıp anlatıyorlar hikayeyi. Ama anlattıkları tamamen uydurma şeyler.
Ondan sonra onu anlata anlata gidiyorlar ve anlattıkları yerlerde efsaneler yaratıyor, inançlar yaratıyorlar. Yani yarım yamalak duymuşsa bir hikaye, belli de Tanrı'nın hikayesidir. Ne bileyim ben, Yunan mitolojisi, değil mi Zeus'tan, Hera'lar, Athena'lar? Nerede biliyoruz? Yunanistan'da değildir biliyoruz. Hayır abi.
[00:24:07] Speaker B: Çok farklı yerlerde var.
[00:24:08] Speaker A: Hayır abi Anadolu'dan gelmiş.
Anadolu'dan bir de yani o ne? Doğu tarafında. Bu Storyteller'lar orada bir şey uydurmuşlar. Yunan'la ilgili uydurmuşlar. Bak hikayesi çok enteresan. Bir adam çıkıyor şeyden uzak doğuda sıkılmış üşümüş güneye doğru göç etmeye başlıyor. Ne yapıyor? Doğada yaşıyor. Tek başına insanlarda uzak müzevi bir şekilde yaşıyor.
Müzevi bir şekilde yaşarken doğayı öğreniyor aslında.
Ne yapıyor işte bir bitki ya da gözlemliyor. Ulan diyor aslan diyor bak cehennemde yedikten sonra gidiyor o otu yiyor diyor.
Demek o otu sindirime iyi geliyor diyor. Yiyor onu ağır deniz sindirime iyi geliyor diyor. Daha gidip bilmem neye bakıyor işte. G2 yaralanıyor bilmem nereye sürtüyor. Yani kavak ağacına sürtüyor. Bu kavak ağacında bir şey var diyor işte. Onu toz yapıyor aspirin buluyor falan filan. Yani otacı adamlar.
Yani doğayla ilgilendik deriz.
Ya bir giriyorlar kışmış falan filan. Bunlar çadırlarda falan filan yaşıyorlar mağaralarda. Sonra bir yaşam yerine geliyorlar. Yaşam yerine gidiyor adam saç sakal dağılmış böyle. Bunu görüyorlar. Baba hayırdır diyorlar sen. Çünkü obalardan bir de düşmandan korkuyorlar. Yok ben diyor tanrı misafiriyim diyor. Nereden geliyorsun diyorlar. Şimdi nasıl desin abi ben ormandan hani. Ben diyor İran'dan geliyorum.
İran ne lan diyorlar. İran diyor, Şah bağırıyor. Şah ne diyor? Her seferinde padişah var ya, bu onun küçüğü Şah diyor.
Orada işte diyor, orada diyor ejderha saldırıyor oraya diyor.
Kral da Şah da kızını evlendirecek diyor. Biz şövalyelere söyledi diyor. Biz üç şövalye ejderhayı öldürmek için yola çıktık diyor. Bir hikaye anlatıyor. Tamam mı? Ama hiç bilmediği İran'ı anlatıyor. Tamam mı? Şalgı anlatıyor. Hiç bilmiyor. Sadece hayal ediyor. Bir de tabii doğacı olduğu için, otlar olduğu için hani sürekli şeylerden de hani mantar yiyor, kafayı yiyor, onu yiyor, oturuyor.
Anlatabildim mi? Hani hayal dünyası genişliyor adamı.
[00:26:13] Speaker B: Etkileri sınırlarını zorluyor.
[00:26:17] Speaker A: Sonra Orayla ilgili bir hikaye anlatıyor. 2-3 gün sonra da gidiyor. Ama o efsane orada kalıyor.
[00:26:24] Speaker B: İnsanların aklına kalıyor.
[00:26:25] Speaker A: Aynı işte ben diyor Yunanistan'dan geliyorum diyor. Yunanistan nerede diyorlar. Çin'in orada diyor. Bilmiyor ki nerede.
Orada diyor Tanrılar var dağda yaşıyorlar. Böyle bir hikaye anlatıyor. Ama o gittikten sonra efsane oradan kalmıyor. Dilden dile anlatılıyor. Anlatıldıkça bozuluyor zaten. Hani hiçbir şey hafızada, objektif durmuyor biliyorsun zaten. Ondan sonra böyle böyle gidiyor. Meddah nereden çıkıyor? Meddah kelime olarak metihden geliyor. Söz olarak. Kimi methediyorlar? Hz. Muhammed'i methediyorlar.
Bunlar yayılmacı, yani Müslümanlık'ta yayılmacı yok, yani misyonerlik yok. İsa gibi hani gidin bütün dünyaya duyurun demireşmiş diye. Bunlar diyorlar ki o Yahudilik altı başını gidiyor ki o da o kadar değil. Yani şey de gidiyor, Hristiyanlık o koltuğu Roma şey oldu. En büyük imparatorluk Hristiyan oldu. Biz ne yapacağız? Biz de gidelim diyorlar. Ne anlatacağız diyorlar? Ya bilmiyorum diyor. Yani misyonerler ne anlatıyor? Siz de gidin diyorlar. Birkaç kişiyi misyoner olarak gönderiyorlar.
Bunlar meddah olarak biliniyor. Ondan sonra yani Muhammed'i anlatan, Muhammed'i mehd eden şeyler anlatıyorlar, hikayeler anlatıyorlar. Ama dayanakları kendi şeyleri yani kendi hayal güçleri. Hani bugün bakıyorsan bugün bile televizyonlarda... ...işte cüb böyle cüb, balıcık, kalıcık gibi şeyler görüyorsun. Hani insanlar onlar medda aslında. Hani anlatıyorlar ya. Sağ benim bir öbür gün diyor. Tamam anlatıyorsun bunu da... ...hani harbi anlatıyorsun.
[00:27:57] Speaker B: Ama kaynak veresin.
[00:27:58] Speaker A: Nereden? İşte bilmem kim yazmış. O nereden? Arada tarih farkı var çünkü hani. O ondan duymuş ya.
Anlatabildim. Mad Dog'un şeyi bu. Ama sonra Anadolu'ya girince Mad Dog hani her tarafta anlatamıyorlar bunları. Kahvelere geliyor. Kahvelerde şekil değiştirmeye başlıyor. Sonra bizim Anadolu insanın Mad Dog'un tadını alınca kahvelerde erkeklere bir gösteriler çıkıyor. Yani bir anlatım tarzı. Yine Storyteller.
[00:28:25] Speaker B: Nasıl Storyteller halini aldı?
[00:28:27] Speaker A: Komedi şov halini aldı. Yani ne one man şov ya da işte ne diyorlar ayakta komedi stand up komedi. Öyle o haline atıyor.
[00:28:35] Speaker B: Aslında benim daha çok hatırladığım o biraz daha böyle azalıyor gibiydi o böyle hikaye anlatıcı olmak işte şey olarak değil ama şey gözler önünde yani bir topluluğa seslenen anlamında biraz böyle popülaritesi yetiyor gibiydi. Ama dediğin bir yanda da aslında radyoculuk da bir anlamda aynı şey yani hikaye anlatıcı ve o devam ediyor. Sonra podcastler zaten.
[00:28:57] Speaker A: Radyoculuk da kalmadı. Konuşan radyocu yok neredeyse. Sürekli müzik dinleyen. Gazete de kalmadı.
[00:29:05] Speaker B: Gazete haberleri okuyup... İnternet radyoculuğu biraz bir.
[00:29:09] Speaker A: Ara sanki çıkış yapacakmış gibiydi ama... Şahıslarla gidiyor genelde. Haber merak ediyorsun, haber yorum merak ediyorsun.
[00:29:18] Speaker B: Zeki bir adam.
Ay ismi unuttum. Onu kesin Eli Torkoy'la de.
Zekirdek miydi? Öyle bir programı vardı. Onlar böyle dediğin gibi yani daha çok şahıs üzerinden böyle çok belli bir grup onu çok seviyor. Onu dinliyorlar ama eskisi gibi böyle bir radyo açalım.
Oturup biraz radyo dinleyelim orada. Duyalım artık bitti gibi işte.
[00:29:41] Speaker A: Ya bittin değil mi? Bilmiyorum ki. Yani şey...
[00:29:44] Speaker B: Toplantısını yitirdin.
[00:29:45] Speaker A: Mesela böyle şey ki bilmem nasıl söyleyeyim hani kasa dolu kasa açarsın dökülür öyle dökülüyor.
[00:29:52] Speaker B: Gerçekten öyle.
[00:29:53] Speaker A: Ama biz daha hani radyoyu da bilmiyoruz.
Anladın mı? Yani belli aşamalardan geçilmesi lazım teknik tasarrufu. Pişemedi.
[00:30:02] Speaker B: Pişemeden hep atlıyoruz sanki böyle.
[00:30:03] Speaker A: Anladın mı?
Ne bileyim ben, fotoğraf makinesini, kartondan yapılan fotoğraf makinesini görmeden... ...dijital bilmem nelere geçirdik ya. Yani bizim zihnimiz, Türkiye insanı için konuşuyorum, zihnimiz arkadan geliyor.
Sosyal medyada öyle. Döküldü her şey önümüze. Şimdi hepsini takip ediyorsun. O kadar fazla ki...
Ben çok seviyorum sosyal medyayı. İnterneti inanılmaz seviyorum. Çünkü bilgiye ulaşmak çok kolay. Ama ben çocukluğumda inek öğrenciydim.
Bilgiye meraklıydım daha doğrusu. Benim bilgiye ulaşabileceğim tek yer vardı Üsküdar'da Şems-i Paşa Kütüphanesi. Camlıyan'da küçük bir kütüphane vardı. Ondan sonra kart çıkarmıştık. O kütüphaneye gidiyorlar. Şimdi...
[00:30:52] Speaker B: Benim unutamadığım en güzel anılarım hep odur abi ya.
Mersin ilk halk kütüphanesi.
Çocukken işte annem bizi götürürdü. Bir tane de mavin pisi bir kart vardı vermişlerdi. Öyle giderdik. Oraya yazarlardı hangi kitabı aldı. Tarih. Ve 15 gün süren var.
Beni inanma o kadar bir strese sokuldu ki bu süren.
[00:31:11] Speaker A: Aynen.
[00:31:11] Speaker B: Bazen kitabı bitirmeden, yani o gün, hoşa hoşa götürüp imzadı sonra tekrar alıyordum ki yani şey, cezayi, annem hep söyledi, ceza yersiniz bak sakın o tarihi kaçırmamalısınız.
Oranın kokusunu unutmuyorum.
Storyteller şeylerini araştırırken özellikle hep bunu söylüyorlardı. Bu TEDx konuşmacılarıyla ilgili yapan analizlerde de görmüştüm. Hikaye ve koku unutmuyormuşuz. Yani hatırlatıyormuş bize anılarımızı. Ve böyle o böyle eski kitap kokusu sahafa gittiğimde ilk hatırladığım yer o kütüphanedir. Ve dediğin gibi bilgi oradan ulaşılır. Bütün ansiklopediler oradadır. Yazılmış birçok kitap işte o kütüphanededir. Gidersin okursun.
[00:31:54] Speaker A: Bilgi ulaşmak için çaba harcıyordun.
[00:31:57] Speaker B: Şimdi CHPT... Hayır, şimdi daha fazla çaba harcıyoruz.
Gerçek bilgiye ulaşmak için.
[00:32:03] Speaker A: Bilgiye giriyoruz çünkü abi Wikipedia giriyorsun ooo her şeyi gerçeği zannediyorsun.
Abi hiçbir bilginin gerçekliğinden kötü olamazsın.
[00:32:13] Speaker B: Yani özellikle şeyde de Instagram, TikTok falan oralara girersek zaten yani bir bilgiye asla ulaşabileceğimizi zannetmiyorum yani.
[00:32:22] Speaker A: Temiz bilgiye ulaşmak, salt bilgiye ulaşmak gerçekten çok zor.
[00:32:26] Speaker B: Peki bu inek öğreneceklerin tiyatro tutkusu nasıl geldi abi?
Yani oyuncu bir istek var mıydı çocukken?
[00:32:34] Speaker A: Tiyatroculuğu açıkçası hiç yoktu.
Hiç ne merakım vardı ne şeyim vardı.
Ortaokulda şey yapıyorduk sadece tiyatro, sosyalleşmek adına.
Ondan sonra tiyatro kulüpleri vardı. Onlar da hep sadece solcuyuz. O zamanlar sağ-sol şeyleri vardı ya 80'in öncesi.
[00:32:53] Speaker B: O dönemin Instagram, TikTok savaşı.
[00:32:56] Speaker A: Sağ-sol savaşlarından dolayı lise 1'de ilk sene kaldım ben. Sınıfta kaldım. Ders yapamıyoruz çünkü. Gidiyorum ben, HMS'de yeni dersler var çünkü. Fizik, kimya var, öğreneceğim. Ortaokulda olmayan dersler. Gidiyorum, açıyorum kitabı. Okuyunca anlamıyorsun zaten.
Hoca anlatacak diye bakıyorum. Gidiyoruz derse komik bir laçı yok. Çık çık çık çık çık. Nereye? Çık.
Bağır. Metinler ölmez diye bağır. Tamam bağırayım. Niye bağırayım? Metin öldü. Tamam da kardeşim yani.
Tamam hadi o miting, bu miting. Oradan oraya, buradan buraya. Okuyamadık. Ahiretten okuyamadık. Yıl sonu oldu. Hepimiz kaldık. İşte lise bizim 3-4 bin kişiydik. Herkes kaldı. Ertesi sene 80 ihtilali oldu. Herkes hani üzülüyor. Ya ben de üzüldüm tabii. Birçok arkadaşım, abim, bir sürü insanlar. Yani telef oldum o dönem.
Ama şey açısından sevgili Mohfet Bey, yani bu sene, çünkü Eylül'de oldu, ekiple okul açıldı, bu sene okuyacağım diye şey yaptı. Abi gittik, abartmıyorum, dalga geçerler ya, beden eğitimi hocası fizik dersine giriyordu.
Çünkü beden eğitimi hocası bir İngilizceci vardı kız. Ondan sonra başka bir de ahlak hocamız vardı. Üç tane hoca var. Böyle bütün derslere bunlar geliyor. Zaten üç bin kişilik okulda elli kişi mi altmış kişi mi de kalmışız. E biz nasıl öğreneceğiz? Yani çalışılmıyor yıl sonu sınava gidiyor. Yani o zaman kurs mursu da yok böyle ders halleri falan filan yok.
Çalış çalış yani bir yere kadar. Kütüphanelerde de yok o bilgi. Ki kapalıydı o zaman.
O tür toplanma yerleri. Ondan sonra ertesi senede kalınca bizi şutladılar şeyde okulda. Tabii iki senedir kalınca atılıyordun ve afsız atılıyorsun. İyi ne yapacağız? Sonra bir arkadaşım geldi dedi konservatuara girelim dedi. Hani tiyatroya artık dedi. Hani en azından dedi mesleğimiz olsun tiyatroyuz. Bilmiyorum tiyatrı ne, tiyatrı iş mi olacak? E bir deneyelim diyor. İyi tamam dedik. Benim torpilim var dedi o. Ondan sonra girdik birlikte. Çok enderadan kazandım. O kaçtı. Kazandın.
[00:35:04] Speaker B: Torpilisi.
[00:35:05] Speaker A: Ondan sonra hala görüşüyoruz ama. Ondan sonra der, bana der, yetenekli olan senmişsin. Ben yetenekli değilim ama. Onu yeteneğe inanmıyorum zaten. Yetenek ne ya?
[00:35:16] Speaker B: Tersi neye inandı abi o zaman? Yeter yani şey, o durumu... Andolay mı aldılar seni?
[00:35:20] Speaker A: Konservatuvara ilk girdi, yani sırf sınav yapılacak. Ondan sonra sınavdan önce bir haftada sınav parçalarımıza bakıyoruz, o tostlarına. Hani Yıldız Hanım'ı şundan hoşlanan şunu yaptı falan filan. Benim sınav parçam yok. Bir komedi, bir dram hazırla diyor. Ya dram ne demek onu bilmiyorum. Komedi nedir hala? Hani bilmiyorum ki bir şey. O ne acaba? Son sınavdan bir gün önce kitap karıştırıyorum böyle. Yeni de şey kitaplar ve yasaklı kitaplar.
[00:35:46] Speaker B: Vazifesinin bir hikayesi var.
[00:35:48] Speaker A: Buyurun beyefendi diye. Aa tiyatro gibi. Biri tek başına konuşuyor memur.
En iyi konu o. Ben dedim onu yaparım ben.
Ezber yok zaten ve okudun sallar gider. Zaten kim biliyor.
[00:36:00] Speaker B: Kim bilir.
[00:36:01] Speaker A: Öyle biliyorsun. De yaşa baksana abi 81, 65, 75, 86, 16 yaşında. 16 yaşında evet. Yani okula alma yaşı 18. Yani giremeyeceğim belli zaten. Hani şansımıza gittik sınava. Yalız Hanım, bir girdik sınav salonuna, çemberi taştı. Yalız Kenten oturuyor karşımda. Gerçekmiş.
Yiyen biri. Televizyonda kolay bir görüyorum. Harbiden gerçek kadın. Caniko diyor, aa benle konuşuyorlar. Acayip bir şey bu. Hani şeyde Araf'ta yani...
Tanrı'nın gerizekalı bilip gelmesi gibi bir şeydi. Ayağım titriyor. Çık sahneye dedi. Çıktım. Ha dedi ne oynayacaksan dedi. Aziz Nesin'in Bocan Beyefendi isimli oyununu oynayacağım dedi. Ah dedi. Aziz'in öyle bir oyunu mu var yahu dedi.
Bilmiyorum ki anlayacağım. Ben oynadığım için var. Ve Yadir'in işte şu kitapta koltuk kitabında galiba. Hikayelerini topladı bir kitap. Ondan sonra ha dedi hikayesini oynaştırdım dedi. Ha dedi.
[00:37:06] Speaker B: Galiba öyle yapın.
[00:37:07] Speaker A: Gözlük yapmışım kendime. Bir akşam evi memur oynayacağım çünkü. Böyle yuvarlak. Tek telleri büktüm. Babamın şeyini patladım. Her şeyimi de patladım. Bir gözlük yaptım. Onu da cebime koymuştum. Çıkardım onu takacağım. Abi dolanmış birbirine. Düzeltmeye çalışıyor. Bırak gözlüğü Caniko dedi. Şimdi hocam yapıyoruz işte. Bir dakika. Caniko bırak. Sabah anamız yok dedi.
Caniko bırak onu dedi. Bırak.
Ha dedi görelim dedi. Yok bir şey. Nasıl dedi? Yok bir şey. Hazırlamadım. Harbiden yok. Bir tek şiir. O da şeyin, Orhan Bey'in Kedili şiir mi? İşte sen ben sokak kedisi, sen ciğercinin kedisi, ben sana iki mısradan alacağım. Bir şey. Onu da Yermiyamalık'ı ezberlemişim. O var. Bir de bu oyun var. Ama bu oyun ezberliği zaten. Sallayacağım orada. Oynayamıyorum zaten. Oynamasın. Caniko dedi, bilmiyor musun dedi hani buraya girerken dedi, bir dram, bir komedi oynayacaksın, bir de şiir hazırlıyor. Hocam diyor, ben sizin karşınızda oynayacak kadar dedim, şeyim olsa, cesaretim olsa ya, oynayacak kadar gücüm olsa, buraya niye geleyim ki? Ben hiç şimdi dedim, buraya öğrenmeye geldim, alırsan zannım dedi, çık dışarı dedi.
Tam çıkarken Mehmet Gülkiye vardı orada. Sonra rol erstane arkadaşım oldu. Acıdı. Ya canım dedi, şiir var mı? Var hocam, kapıdayım ama. Kapı açık. Git gidiyorsun. Sen ciğerçinin kilisesi, ben sokak, sen sokak.
O da şey oldu, bu kadar dedim, çıktım.
Ondan sonra üstün yetenekten almış bir de beni yaştan dolayı.
[00:38:41] Speaker B: Ondan sonra...
[00:38:44] Speaker A: Ama girdim okula, tığ, aa böyle ses geliyor benden. Hiçbir şey yapmıyorum, bilmiyorum çünkü.
Sürekli Yıldız Kenter'in arkasında oturuyorum öyle. Her derste işte çocuklar şunu yapın, bunu yapın falan ödev veriyor. Caniko diyor bana, hocam ben bu hafta hazırım. Tamam diyor. Daha lafımı bitirdim. Bir de hazırlıkta kalınca atılıyordum okulda. Benimki de öyle bir şeydi. İlk Şubat tatili geldi. Üç sınıflardan bir çocuk geldi. Bir fırça kaydı bana. Sen ne dedi? Üç dedi, egzersiz yapmıyorsun, şey yapmıyorsun. Niye girdin dedi okula? Öğrenmek için dedi. Hiç çalışmıyorsun dedi. Lan dedi bir sürü insanın hakkını yedin dedi.
[00:39:23] Speaker B: Ne oldu?
[00:39:24] Speaker A: Abi çok ağır geldi. Ne yapacağım dedim. Çalış dedi. Ne çalışacağım bilmiyorum ki dedi. Ben sana öğreteyim ister misin dedi. O da üst sınıfla. Öğret dedim. Tamam dedi. Biz 15 gün tatilde abartmıyoruz. 15 saat uyku uyumadan makbeti yaptık. Ama başından sonuna kadar. Sanırım on sekiz, on dokuz dakika sürüyordu. Yani bütün. Ki Yıldız Kelter hiçbir enserisi üç dakikanın üstünde seyretmez. Yani ferişta olsa seyretmez. Şubat tatili bitti. İlk ders, altı sınıf, üç sınıf birlikte yapıyoruz. Çocuklar ne yaptınız şeyde... Yeni ders oluyor zaten. Ne yaptınız? Ha işte ben şunu yaptım.
Ben şuradaydım, şu oyunu seyrettim falan filan. Herkes konuşuyor. Bana geldi. Caniko sen ne yaptın? Beti hazırladım hocam, onu oynayacağım dedim. Dekor hazır zaten, koymuş vesna.
Cemil Kodret'i bence de bu derste de bir şey seyretmek istemiyorum. Keyif yapacağım. Hayır!
Gözler olmuş böyle.
[00:40:17] Speaker B: Kapı kırmızı. Hayır! Sana hırslıyım.
[00:40:21] Speaker A: O an artık şimdi sinirlendi. Genelde defterini açar. Gözlüklerini takar. Başlar yazmaya. Ama sayfalar dolu. İki dakika seyrettiği şey için on sayfa şey yazar.
[00:40:32] Speaker B: Eleştirir.
[00:40:33] Speaker A: Eleştirir. Zaten onun eğitimi de öyleydi. Sen de o şeylerden notlar tutardın kendini. Bir de hani o notları sana verildi, şey yapardı hani iletildi. Ondan sonra başladık. İşte en son on altı on yıl takım. Kesmiyor. Herhalde dedim benden çok korktu. Ben hayır yapacağım deyince çok düz dedim.
Bir şey var böyle bakıyor. Bir not almaz. Bitti benim onu. Yaşasın İskoçya kralı dedim. Bitti hocam dedim. SSS üst sınıflardır. Herkesten bir şok. Yani ne oldu buna diye. Harbiden tuhaflık oldu. 10 ay önce bir insanım dedi ki teşekkür ederiz dedi. Mila arkadaşımıza dedi.
Çalışmanın sonucunu sanırım anlamışsınızdır dedi.
Bu dersi bırakıyorum bir dahaki derste konuşacağız dedi. Ötesi ders hamileti hazırladım. Bir sonraki ders timonu hazırladım.
Beni gibi çalışıyor ama çalışmayı öğrendikten sonra... Çalışınca o duyuyor.
[00:41:31] Speaker B: Zaten sözü de var ya bu başarının %1'i yetenek, %90'ı çalışmak.
[00:41:34] Speaker A: Yetenek yok hocam. Yetenek çok var.
[00:41:37] Speaker B: Beethoven'ın sözüydü, birinin sözüydü. Ama ben de katıyorum abi, bir şeye çok gerçekten emek vermek... Yetenekler var.
[00:41:43] Speaker A: Hani Beethoven, işte Mozart... Ama onları incelediğinde aslında yetenek değil, anomali olduğunu görüyoruz. Bozukluk var.
Ama yetenek değil o. O harbiden beyinde bir bozukluk, bir hastalık yani.
[00:42:00] Speaker B: Birinin disiplinini çalışa ulaşacağı yere bir anomaliyle.
[00:42:03] Speaker A: Kısa denk gelmiş olur.
[00:42:05] Speaker B: Ama o da disiplinini çalışmasa, onun üzerine gitmese, o da kör edecek zaten.
[00:42:09] Speaker A: Ama yetenek hani, bütün bu yeteneklerle sanat, zaten sanat dediğin Tanrı'nın yarattığı evreni ayna tutmak değil mi? Tiyatroya kadar ayna tutmak. Yani yaratılmış bir evreni taklit ediyorsun. Resimde de, heykelde de, müzikte de, tiyatroda da insanı taklit ediyoruz. Olmuş bir şeyi taklit ediyoruz. Tanrısal bir şey.
Bizim çipimizde var bu. Doğar'da olmaz.
Tanrı'nın verdiği o çipte bütün bu sanatlar var.
Sen detone ağlayan bir çocuk gördün mü?
[00:42:46] Speaker B: Benim oğlan detone ağlamıyor.
[00:42:49] Speaker A: Detone şarkı söyleyen bir çocuk var mı? Yok. Kötü resim çizen bir çocuk gördün mü sen? Eğer resim hayalindekini kağıda aksettirmekse muhteşemdir. Aynen. Yani sen hiç çamurdan köfte yapmadın mı ya? Çamurdan adam yapmadın mı?
[00:43:04] Speaker B: Küçük robotlar.
[00:43:05] Speaker A: Bizim zamanımızda öyleydi. O da var.
Bütün sanatlar var abi. Sen kovboculko oynamadın mı? Sizin zamanınızda ne vardı bilmiyorum ama. Bizde kovboculko vardı, kovboculko.
[00:43:18] Speaker B: Bizde Pokemon vardı abi.
[00:43:19] Speaker A: Ege iki buçuk yaşında mı, üç yaşında mı? Baba dedi hadi gel oyna oynayalım. Tamam oynayalım. Ne oynayalım? Hırsız polis dedi. Tamam ben dedim. Sen polis ol, ben hırsız olayım. Tamam dedim, her şey polis oldu. Bir baktım Ege yok karşımda, hırsız var. Abi bir dakika dedim ya. Lan biz bu işin ilmini çözmüşüz.
Şey seviyesine gelmişiz. Sen bu duygu değişimini nasıl becerdin çocuğum? Neyi dedi? Nasıl böyle hırsız oldun? Tipin mepin değişti çünkü. Bakışları falan değişti. Çok zor bir şey tiyatrocu bile olsan. Hani bakışlarını değiştirmek falan çok zor bir şey.
Nasıl yaptın onu?
Hırsız oldum dedi.
Anladın mı? Doğamızda var.
[00:43:59] Speaker B: Doğamızda var.
[00:44:00] Speaker A: Onunla oluyor.
Koş koş eşek kadar adam oldun. Hala erkeklik mi oynuyorsun? Duvarları çizme. Şunu yapma. Etrafı yukarıya koyma diyor.
[00:44:08] Speaker B: Senin eline şeyleri de katıyorum. Mesela bunu eşim fark ettirdi bana. Biraz utandım sonra. Araba sürerken kornaya bastığımda biri mesela yanlış bir şey yaptı. Ya lan diye bağırıyorum. Bağırdım birkaç bölüse.
Bir anda önüme giriyor falan. Çok riskli şeyler yapıyorlar. Biliyorsunuz Türkiye'de trafik zaten bela bir şey ama benim oğlum bunu taklit etmeye başlamış. Ben fark etmedim ve korna duyunca lan diye bağırıyor. Ya o kadar...
Bir yandan üzüldüm ama diğer taraftan da gerçi dediğim gibi taklit ediyor çünkü.
Duyuyor, görüyor, analiz ediyor.
[00:44:43] Speaker A: Zaten nöroblimle ilgileniyorsan, biz her şeyi nasıl öğreniyoruz da aynı öngörülerle. Aynı öngörüler taklit ediyor.
[00:44:51] Speaker B: Aynen öyle. O yüzden çok değerli bir şey.
[00:44:53] Speaker A: Konuşmayı da öyle öğreniyoruz.
[00:44:54] Speaker B: Her şeyi görüyoruz farklı görüyoruz. O çok bence de değerli bir şey ve sanatın bende de tamamında aslında o şeyin işittiklerimizi, gördüklerimizi, değer algıladığımız her şeyi bir şeye yansıtıyoruz. Bir şekilde yansıtmaya çalışıyoruz. O da yani bunu ustaca yapıp daha doğrusu bunun üzerine gidenler bir ustalık kazanmış oluyorlar belki. Deneyim kazanmış oluyorlar.
Yani tiyatral bir yeteneğim olduğunu düşünmüyorum. Çok şey olarak yani.
Onunla ilgili üzerine hiç yoğurulmuyorum yani.
[00:45:28] Speaker A: Ben ilk senemde anlattım annesi onu. Çalışarak oldu. Ben hep bunu söylüyorum. Yetenek yok kardeşim. Çünkü oğlusu ben de yetenek oldum. Ben akademisyen olmak istiyordum.
Ortaokuldayken ama şimdi böyle antilerde profesör olacağım, ahkamı keseceğim böyle çocuklar falan.
[00:45:45] Speaker B: Hepinizi bırakıyorsunuz.
[00:45:46] Speaker A: Kitaplar yapacağım, kitaplar yazacağım falan filan. Ondan sonra...
[00:45:50] Speaker B: Hedefine ulaştın, kitap yazdın.
[00:45:52] Speaker A: Yok, bütün akademisyen hedefine de ulaştım. Üniversitede tuttum ama bu Tanrı'nın egemenliğini kabul ettikten sonra Tanrı'nın hediyesi gibi oldu bana.
Yani ben onun isteğini yaptım. O da benim gönlümün isteğini verdi. O inanılmaz bir şeydi zaten. Kitap da aynı şekilde. Ondan sonra...
Ne anlatıyordum ben?
[00:46:12] Speaker B: Burayı keseriz abi.
[00:46:13] Speaker A: Buradan sonra.
[00:46:14] Speaker B: Siyer sorun yok.
[00:46:16] Speaker A: Abi benim bir yerde duruyorum. 60 yıldır çalışıyor ama daha uzun zamandır.
[00:46:21] Speaker B: Daha uzun.
Buradan şeye geçelim abi. Onunla konuşmadan. Yani bence de disiplinle ilgili bir şey zaten. Çalışmayla ilgili. Bir de ama üzerinize yapıştırılan bir etiket de var. Mesela senin üzerine bir böyle sinemada bir etiket...
yapıştırıldı gibi böyle hep işte bir avanak rolü oynamak üzerine bir...
[00:46:40] Speaker A: Ülkemizin sorunu o. En büyük sorunu ongacı olmak.
[00:46:44] Speaker B: Alman sınıfında aynı şey vardı. Maskeli beşlerde aynı şey vardı. Yani hep böyle sanki yani sana biçilmiş bir rol gibi.
[00:46:52] Speaker A: Kaç yıl oldu en son? En son neyi çektim o kötü filmi?
Ajan K9'u çektim. Ondan sonra niye klip çekiyorum? Öyle bir şey. Niye? Teknikler mi geliyor? Anlamadım. Sürekli abi başımdan geçen şey o. Taksiye binip gidiyorum bak. Taksici böyle, ay abi deniz çok güzel. Abi çok güzel aynalar falan. Abi o kadar güzel salak oynuyorsun. Harbiden salak.
[00:47:16] Speaker B: Haklı çoğunlukla bahsediyorum yani.
[00:47:18] Speaker A: Evet dedim ben Salih Ağabey'in uşuğu da.
[00:47:21] Speaker B: Dedim, indim yanına, ne yapayım?
[00:47:23] Speaker A: Ama yani öyle kabul ediyor onu. Yani onun için olarak bizdeki işte seyirci ne? Eğitimsizlik. Seyircideki eğitimsizlik bizde bu.
Yani bunu öyle kabul ya Erol Taşı kötü adam diye dövmeye kalkanlar var. Öyle kabul ediyor çünkü.
[00:47:40] Speaker B: Tırantalar.
[00:47:42] Speaker A: Böyle şeyler yapıyor. Bırak Tırtın diyor ki şu söylenlere bile şey yok.
Süpermen ölecek adam mıydı diye. Anladın mı yani?
[00:47:52] Speaker B: Abi işte o da mesela beni çok şey olarak da geliyor. Mesela şu an sinema sektörü de o kadar bence yeter yani. Zaten düşüşteydi de dibini sıyırmaya çalışıyorlar herhalde. Birçok oyuncu görüyor böyle. Çok böyle stabil ve bence sanki bir hap var ellerinde. Seyirciye de o hapı veriyorlar sürekli. Bu arada şeyin kırdığı bunu.
Daha önceki bir podcast'ten de konuşuyorduk. Stand-up'ta böyle bir artış oldu. Bir sürü stand-up komediyen çıktı ortaya.
[00:48:18] Speaker A: Para neredeyse herkes oraya yönelir.
[00:48:20] Speaker B: Yıllardır mücadele eden küçük bir tayfa da biraz seviniyor.
[00:48:25] Speaker A: Birisi bir dizi yapıyor.
[00:48:27] Speaker B: Evet, o tutuyor.
[00:48:29] Speaker A: Aynısını da yapıyorlar.
[00:48:31] Speaker B: Sinema tamamen öyle, televizyon da tamamen öyle. Oyunculuklar hiç yeterli değil.
[00:48:35] Speaker A: Şu an bir köy.
[00:48:36] Speaker B: Evet.
[00:48:37] Speaker A: Bir yerde para görünce oraya koş diyorlar.
[00:48:40] Speaker B: Çünkü ihtiyacımız var.
[00:48:42] Speaker A: Çok kötü durum.
[00:48:43] Speaker B: Bir de senin dediğin şey, o yüzden katlıyorum. O sözü çok değerli buluyorum. Oyuncu olmak değil ama izleyici olmak çok güzel.
Kesinlikle ben çok beğendim o sözü. Gerçekten neyi izleyeceğini, Seçebilecek kabiliyette olmak bile bence başlı başına çok zor bir alan artık.
[00:49:00] Speaker A: Seçmiyorlar ki. Soruyorum organizatörlere hani oyunları seyirci neye göre geliyor? Abi diyor ofise koyuyoruz ya diyor. Aa şu dizideki çocuk diye geliyorlar.
Ve oyun dedim ya oyunu tüm geliyor gülüyor işte.
Ha yani.
Evet.
Tiyatro evi oyuna gitmek, ciddi araştırmak gerekiyor. Oyunun kimi yazmış.
Mesela eleştiri deyince biz ne anlıyoruz? İki tane eleştiri var ya. Ya da şirk-i cennet falan. Ya da eleştirinin ne olduğunu bilmiyoruz.
Anlatabilir miyim? Eleştiri o kadar ağır bir şeydir ki, o kadar çalışılması gereken, deneyiminin olması gereken bir şey ki. Ama işte herkes eleştiri. Neye göre eleştiri yapıyor? İlk eleştiri, beğeni eleştirisi. Beğendin mi ya da beğenmedin mi? Niye beğendin ya da niye beğenmedin?
Yani yok neden beğenmedim. Kötü oynuyor. Neye göre? Kötü oynuyor. Yok.
[00:49:55] Speaker B: Aynen. Aslında bir bilgisi yok. Sadece izlediği bir şeyden bir yorum çıkartıyor.
[00:49:58] Speaker A: Ama bunun teknik eleştirisi var.
Teknik bilgin olur.
Oyunculuk konusunda ciddi bilgin olur. Eleştirirsin. Dersin ki bu dersin Stanislavski tarzı bir eğitimi almış belki. Ama Brehm oynuyor o tarzda. Olmuyor kardeşim dersin. Anladın mı? Bunu eleştiri olarak kabul edersin. Kardeşi söyleyebiliriz.
Ya da ne bileyim ben dönemsel eleştiri yaparsın dersin işte Hamlet oynuyor ama Danimarka'da o dönemler böyle kıyafetler giyinmiyordu falan filan.
[00:50:27] Speaker B: Ne bileyim. Şey de çok basit bir yerden ama tecrübesiyle dayalı bir eleştiri var. Mesela daha önce izlemiştir. Aynı oyunu ikinci kez izliyordu ve performansa dayalı bir eleştiri. Geçen sefer izlediğimde şurası şöyleydi. Şimdi bu biraz benim için hani modu düşürdüler.
Basitten bir eleştiri bile verebilir.
[00:50:46] Speaker A: Mesela Broadway her ne kadar hoşuma gitmese de. Broadway'de enteresan bir şey var.
Mesela Ali Poyrazoglu da anlatıyor onu. O orada oynadı biliyoruz Broadway'de. Oyunun ilk gecesi bütün oyuncular bardağa oturuyor. Sabahın beşini bekliyor böyle dil gibi. Ne oluyor demiş Ali ben uykum var gidip yatacağım. Ne bekliyorsunuz? Gazete çıkacak. İlk oyun. Eleştirmenler yazıyor. Bütün kaderimiz onlara bağlı. Nasıl ya? Eleştirmen eğer çok kötü not verirse kimse gitmiyor. Ancak o kimmiş ya?
[00:51:21] Speaker B: Bize de lazım biraz.
[00:51:22] Speaker A: Kampüste vardı eleştirmenler. Çok büyük eleştirmenler, iyi eleştirmenler var.
[00:51:27] Speaker B: Ama sanki 80'ler 90'lar sonrası... İşte 80'lerden.
[00:51:30] Speaker A: Sonra çoğu öldü zaten.
[00:51:32] Speaker B: Devam etmedi, çıkmadı bir daha.
[00:51:35] Speaker A: Çıkmadı çünkü yazacak meşra da kalmadı. Ne gazete kaldı ne dergi kaldı hiçbir şey kalmadı.
[00:51:40] Speaker B: Artık gazete, dergi, internet üzerinde... Biz öyle konuşuyoruz da... Biz konuşuyoruz abi.
[00:51:45] Speaker A: Ne oldu burada karanlıktayız falan.
[00:51:48] Speaker B: Özellikle şeyi merak ediyorum. Bu gerçek kendi en çok merak ettiğim konulardan bir tanesi. Çünkü bana göre sanat sepet işleri diyeyim.
[00:51:58] Speaker A: Ya ben... Sanat yok sadece sepet iş.
[00:52:00] Speaker B: Ya şöyle abi ben de işte...
müzikle uğraşıyorum işte müzikle uğraşmayı çok seviyordum işte çocukluktan işte abla işte müzik seviyor kardeşim işte kemal çalıyor falan ben öyle çok da onu profesyonel yapabileceğini düşünen biri değildim oraya da yönlenmedim başka şeyler okudum sonra sokak müziği yaptım falan derken böyle devam ettirmeye gayret gösteriyordum ama hep farklı yaptım.
[00:52:21] Speaker A: Yaptın mı şimdi? Devam ediyor musun?
[00:52:22] Speaker B: Şimdi işte stüdyoda işte müzikle uğraşmaya devam ediyorum.
[00:52:26] Speaker A: Çalıyor musun müzik?
[00:52:28] Speaker B: Söylüyorum, çalıyorum, gitar çalıyorum. Rock mu? Müzik mi?
En büyük hayalim mesela oğlum doğduğunda şeydi abi, piyano işte biraz tuşlarına basayım, keyif alsın. Şimdi çok hoşuma gidiyor. Piyanoyu, fişini gösteriyor, baba diyor. Takıyorum, sonra oturuyor sanki bir piyanist çantaya gidiyor. Şöyle basıyor ve ben her akşam onu böyle seviyorum. Çok istiyorum o da müzikle.
Ya bence şey zaten senin dediğin gibi sanat aslında bizim bu dünyada gördüğümüz şeyler zaten. Ve onlar hepimizin içinde var bir şekilde ve onu yansıtıyoruz. Sadece işte o popüler kültürün getirdiği şey vardı ve ben hep ondan korktum. Bir Hristiyan olarak müzik sektöründe olmak hep korkutucu geldi şey olarak. Yansıtılan bir müzik sektörü var işte bir de Hristiyan bir hayat algısı vardı hep. Yanlış bir algı zaten o kırılınca gerçekten değişti.
[00:53:18] Speaker A: Kiliseye gittim. İnsanlar dua ediyor. Rabbim işte Melih'ten bu şeytanın işini al diye.
Beynimden gittim vuruldum böyle. Dedim ne diyorsunuz ya? Tanrı sizi ciddiye alır. İşimden oldum. Oldu dediler. Rabbim şeytanın işini yapıyor.
Nereden çıktı şeytanın işini? Benim işim bu.
Para kazandığım iş bu. Tanrısal bir iş yapsam, ya ne iş yaparsan yap Tanrısal yapıyorsun zaten. Sen onu Tanrı'nın istediği gibi biri olduktan sonra zaten öyle oluyor. Öpe gidelim bu sanat dünyasında kimse Tanrı'yı duymasın. Kim gidecek oraya?
Ben asıl oradayım işte, yani daha çok iş bulayım diye duaydım. Ne böyle yapıyorsunuz dedim. Anladın mı? Yani o çok yakında ama videoyu...
[00:54:03] Speaker B: Ama senin mesela şeyde tiyatro yani sen Hristiyan olmadan önceki o tiyatroya bakışınla Hristiyan olduktan sonraki bir bakış açısında bir değişiklik oldu mu?
[00:54:15] Speaker A: Konservatuara girdiğim yılın yani 81'in demek ki Kasım'ın da aralığında ben İsa'yla tanıştım. Sonra İsa'yı araştırmaya başladım ve konservatuarda okurken İsa'yı bulman konservatuarda bana inanılmaz yardımcı oldu. Yani oyunculuğu çözmem de yardımcı oldu. Çünkü oyunculukta bir şey var.
İyi oyuncu olmak için iyi çamur olman gerekiyor. Yani öz insan olman gerek. Yani mükemmel. Hani niçseniz süper insan olman gerekiyor. Çünkü süper insan olunca nötr oluyorsun. İşte onun intikam duygusunu çevirince bilmem ne oluyorsun. İşte kıskanç geçince otel oluyorsun. Onu yapınca bilmem ne oluyorsun. Tamam mı? Bu mükemmeli bulmaya çalışıyor oyuncu. Yani o saf insanı olmaya çalışıyor. Ben İsa'yı bulunca buldum. Böyle biri yaşamış zaten. Sonra Hamlet mi şey yapacağım, oynayacağım? Hamletin nesi var? İstek, intikam hırsı var. Ama birazcık da korkusu var, yapamama korkusu var.
İsa'yı alıyorum, onun duygularını bozuyorum, Hamlet oluyor.
Anladın mı?
[00:55:26] Speaker B: Ben ona bakıyorum.
[00:55:27] Speaker A: Yani akli melekeleri.
Dilini değiştiriyor. Babuzer oluyor. Bilmem ne ismi değişiyor. Bebe ruhi oluyor.
Anlatabildim mi?
[00:55:35] Speaker B: Mesela kendi üzerinden dediği insanın üzerinden bir mükemmelliği.
[00:55:38] Speaker A: Kesinlikle. Çünkü kendinde mükemmelliği bulmak imkansız. Yani nasıl bulacaksın onu? Anladın mı?
Mükemmel insan gelmiş yani. Oyunculuğa büyük katkısı olmuş insanlığın.
Ama anlayanlar.
[00:55:54] Speaker B: Kesinlikle çok enteresan bir bakış açılmış. Hiç beklemediğim bir cevapmış bu.
[00:55:58] Speaker A: Yani onun için hani hem Hristiyanlık çalışmamla oyunculuk çalışmam hep eşit. İkisinde de bitmiyor ya öğrenmek. Oyunculukta da bitmiyor abi öğrenmek. Her rol, her altyapı, yeni bir şey, macera, yeni bir şey. Yeniden başlıyorsun. Hristiyanlıkta da öyle. Her insan vesilesini andığında her şey yeniden başlıyor.
[00:56:20] Speaker B: Çok güzelmiş abi.
[00:56:22] Speaker A: O şeyi çok seviyorum zaten, o Hristiyanlık, o tazeliği. İsa diyorsun, İsa diyorsun, tamam mı? O an başlıyor, tekrar başlıyor, inanılır gibi.
[00:56:32] Speaker B: Ben hep şöyle diyorum, bir şey okumaya başladıkça İncil'de, özellikle Kutsal Kitap'ta bir bölüm, tekrar bakıyorum, koloseriler, bir daha okuyorum ve sonra yepyeni bir konuyla keşfetmeye başlıyorum. ''Aa diyorum ya ne kadar, ben bunu niye o kadar önce dikkat etmedim?'' diyorum. Yani sonra işte geçen, geçen sene yaşadığım bir olaydı. Efeslilerle ilgili bir seri varlığa soruyordum ve bir kitaba denk geldim ve kitabın yazarı şey diyor, eşsiz bir tabloyu izlemek gibi Efesli. Ve durdum, dedim ki ben bu tabloyu vaaza hazırlayacağım diye kaçırıyorum şu an. Ve durdum, dedim ki tamam. Önce bir Efesleri bir sakince bir okuyup bir bakayım, bu manzara neymiş gerçekten. Efesleri okuyunca şey dedim, ya bu yazar haklı. O Mesih'te, Mesih'in, Mesih'le sözleri o kadar uyumlu, o kadar ahirin içindeydi ki ben yanlışlıkla bir şey öğreteceğim diye harika bir red, yani şey böyle işte herkes arkaya gel, hiç bir şey olsun diye. Mona Lisa'yı tablosa bakıyorum ama birine öğreteceğim diye işte tabi ki burada fırça, yani Önce bir bak, bir keyif al, bir zevk al şu işten. Bu kadar güzel bir şey ki.
Benim sinelerde en tutkulu olduğum şey, genel olarak öğrenmek, inanılmaz keyif veriyor.
Ben hep izleyicilerin de bunu yakalamasını çok istiyorum.
[00:57:46] Speaker A: Sen akıllı bir adamsın. Kaç kere okudun İncil'i?
Ne bileyim, sayısını unuttum. Her aklıma geldiğinde okuyor. Niye diyorlar?
Çünkü o hani yukarıkiyle konuşmanın bir yolu aynı zamanda. Yani şey örneğini veriyor. Hani ben bir ay sonra hiç konuşamayacağımı bilsem...
...konuşma eğitimi yok. Hani yapacağım her şeyi yazarım.
Tamam mı? Hani şunu yap, bunu yap, şu şöyle, bu böyle bir şeyler yazarım. Sonra sana anlatmak istediğim şeyi şu cümle, bu cümle, bu cümle, bu cümle diye...
kavramı anlatabilirim.
Değil mi? Mantıklı bu. İncil bana bunu sağlıyor. Yani Tanrı'nın konuşmasını sağlıyor. Onun için İncil okumayı çok seviyorum. Her okuduğumda aynı cümle, okuduğum aynı cümle anladığım bambaşka bir şey.
[00:58:37] Speaker B: O güne bambaşka bir şekilde keyif veriyor. Yani bambaşka bir durumuna cevap da veriyor. Bu gerçekten keyif alıcı bir şey. Abi çok teşekkür ederim.
[00:58:46] Speaker A: Evet ya, kavgam bitti.
[00:58:47] Speaker B: Hem kavgam bitiyor.
[00:58:49] Speaker A: Ben kahve alayım, oradan da gideyim ben.
[00:58:51] Speaker B: Ben programı kapatırım abi. Sen yavaş yavaş...
Çok teşekkür ediyoruz. Emrece budur.
[00:58:56] Speaker A: Görüşürüz.
[00:58:57] Speaker B: Kendine çok iyi bak abi. Hadi görüşürüz.
[00:58:59] Speaker A: Sağ ol canım.
[00:59:00] Speaker B: Görüşürüz. Siz dediğiniz için çok teşekkür ediyoruz. Emrece'nin bir başka programında görüşmek üzere. Kendinize iyi bakın. Hoşça kalın.