Episode Transcript
[00:00:00] Speaker A: Arkadaşlar merhaba. Özgürce'ye hoş geldiniz. İsmini tekrardan geçtiğimiz haftaki darbeden sonra düzelttik. Özgürce olarak devam ediyoruz. Özgürce'ye iyi bir darbe yaptım.
[00:00:10] Speaker B: Bundan sonra programın ismi Emrece. İlk konum olarak da Melih abi iki aramızda.
[00:00:14] Speaker A: Ama elbette bu darbeye eşlik eden Melih Ekener yanında.
[00:00:17] Speaker B: Benim hiçbir suçum yok bak. Gerçekten suçum yok. Kardeşim bağışla beni lütfen.
[00:00:23] Speaker A: Orada bulundun. Kamerada şeyimiz var hocam orada.
[00:00:26] Speaker B: Biliyorum adını bile bilmiyordum ben. Özgürcüm hoş geldin falan filan diye girdim içeri. Meğerse Özgür değilmiş o. Ben ne yapayım?
[00:00:33] Speaker A: Hoş geldin Melih abi.
[00:00:34] Speaker B: Ne haber Özgürcüm?
[00:00:36] Speaker A: Doğru aslında o videoda gördüm onu. Umarım izleyenlerimiz de görmüştür o videonuzu.
[00:00:40] Speaker B: Alet edindim. Alet oldum. Kusura bakmayın.
[00:00:43] Speaker A: Evet ama bir zamanları planlıyordu onu. Sonunda başardı.
Ama güzel, güzel bir çekimdi.
Ben de çok eğlendim. Çünkü kamera arkasında ben vardım elbette de şaka bir yana.
Ama güzel, değerli bir sohbetti. Bugün seninle daha da fazla sohbet etmek istiyorum. Hazır mısın?
[00:01:01] Speaker B: Hazırım hocam. Sen hazır mısın?
[00:01:02] Speaker A: Her zaman ben hazır mıyım?
[00:01:05] Speaker B: Düşük çeneli olan benim. Beni sen dinleyeceksin.
[00:01:08] Speaker A: Ben de dinlemeyi seviyorum. O zaman iyi bir takım olabiliriz.
[00:01:11] Speaker B: Güzel.
[00:01:12] Speaker A: Hocam senle ilk tanıştığımız zamana bir herkes bilsin diye böyle bir arka plan verelim. 2015, 2014'te taşınmıştım Türkiye'ye. İş bakıyordum ve birkaç işim vardı böyle part time yaptığım ama saat 7'deyken senin bir asistana ihtiyacın vardı böyle İngilizce Türkçe çevirilerinde destek olmak için.
[00:01:30] Speaker B: Benim hep vardı.
Bir türlü bulamadım.
[00:01:33] Speaker A: Ben de öğretmenim zaten. İngilizce öğretmenliği benim asıl mesleğim. Katılmıştım.
Seninle görüştük. Teklif ettin işi. Ama bu sefer bir önceki asıl işimi devam ettirmem gerekiyordu orada. Verdiğim bir söz vardı. Çıkamadım oradan. Ama hayır demek zorunda kalamam. Bak şimdi 10 yıl sonra.
[00:01:50] Speaker B: İyi ki olmuş baksana. Şimdi sen patronsun. Ben gidiyorum.
[00:01:53] Speaker A: Yok estağfurullah.
[00:01:54] Speaker B: Asistanlık işi varsa geleyim diye.
[00:01:57] Speaker A: Senden öğrenmeye çalışıyoruz o vizyondan. Ama oradan başlayan bir, seni hiç fazla tanıyamadım. Orada bir sohbetimiz oldu biraz, bahsettiğin işten ama, geçmişinden. Ama her zaman, herkesten duydum. Melih Ekener. Şöyle Melih Ekener.
Birkaç defa, evet, son iki yıl önce herhalde bir toplantıda, bir konferansta yine yan yana geldik. Bir çay içtik, sohbet ettik. Elbette birkaç gündür yapabiliyoruz yine. Üzerinden çok derin konulara girdik ama senden...
Biraz da ben duydum, biraz da izleyenlerimiz, dinleyenlerimiz duysun istiyorum.
[00:02:29] Speaker B: Onlar da duydu gerçi yani.
[00:02:31] Speaker A: Ya hocam senin anlatım şeklinde insan sıkılmıyor o yüzden.
[00:02:36] Speaker B: 44 yıldır bu işi yapıyorum yani. Oyunculuk falan göz önündeyim. 44 yıldır anlatıyorum yani.
Birisi mutlaka bir yerinden yakalamıştır.
[00:02:46] Speaker A: Doğru. Kesinlikle, kesinlikle. Ama bence o deneyimin getirdiği, seni dinleyenlere anlatırken artık o dinleyene göre açıklayabiliyorsun. Herkesin farklı seviyesinde.
[00:02:56] Speaker B: Röportajlar geliyor mesela. Elif Bey röportaj yapıyor. Bilmem ne dergisi, şu dergisi diye. Diyorum ki röportaj yapacaksan şöyle yapalım. Sen bana soruları gönderme. Soruları ben çıkarayım. Çünkü senin bana gönderdiğin sorular klasik sorular.
Bu işe nasıl başladınız? Şu nasıl oldu? Bu nasıl oldu? Anladın mı? Bunları anlattım ben. 44 yıldır anlatıyorum zaten. Herkes dinlemişti. En güzeli ben kendi sorumu kendim çıkarayım.
Yazayım cevabını da yazayım. Benim hiç anlatmadığım şeyleri yazayım diye. Artık röportajları öyle yapıyoruz.
[00:03:30] Speaker A: Benim için büyük bereket olur hocam. Hiç böyle soru hazırlama yok bir şey yok. Ben gelip dinlerim.
[00:03:34] Speaker B: Farklı hocam seninle konuştuklarımız ilk konuşulanda.
[00:03:37] Speaker A: O zaman birçok şeyi dediğin gibi anlattın ama senden de duymak istediğim bu bir sanatçı tarafın son emriyle birlikte nasıl başladın? Tiyatro, sanat, çocukluğunla geri gittik o dönemlere döndük ama biraz da bu Hristiyanlık, iman tarafı Çünkü ikisini bir arada çok güzel yönettiğini görüyorum. Yani dışarıdan baktığında ikisini böyle çoğu insan ayırıyor ister istemez. Baskılardan dolayı farklı şekilde bakış açılarından elbette.
[00:04:04] Speaker B: Kaynaklanıyor ama... Hayır ayırmazsın ki iman ettiğin şeyi, yani iman ettiğin şeye göre kendinde değişirsin. Hani neye inanıyorsan o olursun.
Diyetisyenler diyor ya ne yersen olsun.
Bu da aslında o yani neye inanıyorsan ona göre değişirsin.
[00:04:21] Speaker A: Kesinlikle.
[00:04:21] Speaker B: Yani hani birine bakıp neye inandığını anlayabilirsin karakterini. Onun için yaşantıyla inanç sistemini şey yapamazsın ayrı tutamazsın.
[00:04:31] Speaker A: Tutamazsın, tutmamalısın ama hocam deneyebiliyoruz. Neden? Çünkü bir azınlık psikolojisi denen bir olay var. Yani ya ben acaba nasıl karşılayacaksın?
[00:04:41] Speaker B: Kafadan kavga ediyoruz. Ben azınlık değilim hocam.
[00:04:44] Speaker A: Kesinlikle.
[00:04:45] Speaker B: Ben azınlıktan Türk'üm abi.
O nasıl? Hristiyanım ama azınlık değilim. Niye azınlık olayım abi?
[00:04:51] Speaker A: İnsanların gözünde, düşüncenden dolayı o psikoloji geliştiyse bunun bir nedeni vardır. Bir ayırma. Dünyada yaptığımız zaten en güzel şey. Bu bizden, bu bizden değil. Bu bizden. Takım seçme gibi. Bu eleman benim takıma gelsin, bu senin takımına. Derken ister istemez artık o ayrışmalar oluyor ve biz de onların dediklerini kabul etmeye başlıyoruz ve böyle bir psikoloji gelişiyor. Ama sen de görmüyorum bunu. Açıklar mısın biraz? Nasıl oldu daha?
Başlangıçtan beri vardı herhalde.
[00:05:20] Speaker B: Zaten öyle şey yapıyorlar ya, Hristiyan ama iyi çocuk. Bütün Hristiyanlar kötü ama o iyi çocuk. Şeyde de var ya, Ermeni tanıyorum. Affedersiniz Ermeni ama çok iyi çocuk.
Sürekli var bu. Bizim şeyimizde var, konuşmamızda, kültürümüzde var. Bu ayrımcılık şeyi yaptık.
Ama tanıyınca farklılaşıyor tabii.
[00:05:43] Speaker A: Doğru.
Hristiyanlık öncesi ama isterseniz biz de dahil oluyorduk. Yani fark etmiyoruz bile. Ya Hristiyan ama iyi çocuk.
Bak ne kadar güzel şey söyledi aslında. Ama o şeyi yakalamıyorsun. Hristiyan ama. O amanın ne kadar derin bir kelime olduğunu yakalayamıyoruz.
[00:05:58] Speaker B: Hayır öyle bir de inanç hani kolay bir şey değil inanç.
Yani hani adı üstünde inanç. Yani ben biraz ağır konuşacağım.
[00:06:07] Speaker A: Konuşacağım.
[00:06:08] Speaker B: İddialı konuşacağım öyle değil. İnanç deyince bir şeye inanıyorsun. Yani bilmiyorsun ama inanıyorsun.
Bildiğin bir şeye inanman gerekmiyor. Onun için ben iman, inanç diyemiyorum buna.
Anlatabildim mi farkı? Yani bir şeyi biliyorsan hani ona inanmaz. Hani burada bardak yoktur ben sana burada bardak olduğunu anlatırım. Sen ona inanırsın ama bardağı buraya koyduğum zaman onu görürsün biliyorsun artık bardağı. Artık inanç değil o.
Yani ben bardağa inanıyorum diyemezsin çünkü orada bardak var artık.
Bilirsin onu yani. Yani o farklı bir şey oluyor.
[00:06:45] Speaker A: O zaman bu cümleleri, bu iddialı cümleleri biraz açmak gerekirse nasıl başladı bu bilme? Çünkü eminim bir başlangıçta dıştan baktığında inanç var, birileri oluyor, bir şeyler dönüyor bu kiliselerin içine ya da bir inanç sisteminin içinde ve o bilmeye giden yolculuğu biraz açıklar mısın bize?
[00:07:03] Speaker B: Bilmeye giden yolculuk hani merakla başlıyor zaten.
Herkes bir şeye inanıyor. Herkesin inandığı... Hani herkes çok koyu inanıyor bir de.
Ne deneyimliyor bunlar da inanıyor merakı var ya. Yani o bende çok küçük yaşlarda başladı. Konservatuvara girmem de hani oyunculukla şeyde de anlattım. Özgürce'de de.
[00:07:24] Speaker A: Doğru.
[00:07:26] Speaker B: Doğru bildin.
Eşit gitti. Yani tiyatroyu da merak edip öğreniyorsun. Bu inanç olayında aynı şekilde. Herkes bir şeye inanıyor. Birileri bir taneye inanıyor. Bazıları çok bir şeye inanıyor. Ama bir şeye inanıyorlar.
Nasıl inanıyorlar? Ne yaşıyor da inanıyor? Bir sürü inanç var çünkü yeryüzünde ve bir sürü takipçisi var. Günümüzde bile inanççılar çıkıyor. Biri çıkıyor bir din çıkarıyor. Binlerce insan peşinden geliyor. Ne yaşıyor bunlar? Abi neyin kafası bu diye merak ediyoruz ya. Ben işte bunu çok erken merak edip hepsini deneyimlemeye çalıştım. Deneyimleyebildiğim kadarını deneyimledim. Evet, çok inanç var.
[00:08:09] Speaker A: Evet.
[00:08:09] Speaker B: Çok gerçekçi.
[00:08:10] Speaker A: İlk Hristiyanlık'la tanıştığında nasıl oldu? Böyle girdin kiliseye ya da arkadaşın ya da kimse. Bir şekilde bir başlangıcı vardı. O başlangıçtaki tepkin neydi? Çünkü ben hatırlıyorum. Hristiyanlık'la ilk tanışmam. Kutsal kitabı okudum.
Ne kadar güzel yazmışlar. Yani böyle şey gibi böyle. Aha bak buna da diriltti, buna da iyileşti.
O da iyileşti, bu da iyileşti. Çocuk hikayesi gibi geldi. Benim ilk tepkim buydu.
[00:08:32] Speaker B: Seninkin ne oldu? Ben ilk İncil'i okuduğumda aynı tepkiler benim için de vardı. Çünkü ben İncil'i okuduğumda Rus, Alman, İngiliz edebiyatını bitirmiştim.
Hayatımın o dönemini kapamıştım. Hepsini okuyup bitirmiştim. Bunu okuyunca ondan sonra...
Texas Tomics gibi geldi, Süpermen okuyorum gibi geldi. Adam suların üstünde yürüyor, ileri diriltiyor bak.
Sonra kiliseden bir arkadaşım vardı, o sordu, okudun mu İncir? Okudum dedim.
Peki dedi, Hristiyan oldun mu dedi? Yani kabul ettin mi dedi? Yok dedim. Bu çok ufuksuz bir şey dedi. Anlamamışsın o zaman dedi. Bir sinirle nasıl anlamadım dedim.
[00:09:15] Speaker A: Sen benim kim olduğumu bilmiyorsun.
[00:09:16] Speaker B: Neler okudum da anladım dedim.
Alman edebiyatını okumuş anlamışım bu yaşımda sen... ...hani bu hiçbir edebi değeri olmayan bir kitabı niye anlamayayım ki dedim. Anlamamışsın, anlasaydın Hristiyan olurdun dedi. Nasıl anlayacağım peki? Nasıl anlayacağım? Hadi meydan okuyorum. Anlamak istiyorum çünkü. Bana ne dedi? Yazarına sor dedi.
Ne yapacağım? Ben Matta, Marcos, Luka onların ruhunu mu çağıracağım?
Ne yapacağım daha yazarına? Yazarı o değil dedi. Yazarı Tanrı yazdırdı onu dedi.
Böyle bir inanç vardı. İyi dedim ben de.
İlk duam benim İncil'i okurkendir. Yani Tanrı'ya ilk kez konuşmam.
Dedim ki o kadar şeyim ki, o kalayım ki bak. Duamda böyle İncil'i aldım, okumuşum. İki kere falan okumuşum ama. Baba dedim, yani sana baba dedikleri için baba diyorum. Benim babam var. Memnunum babamdan ama sana baba diyorum.
Kitabı ben okudum, anladım da. Çok matah bir şey değil. Ama yazarına sor dediler. Yazar da sen misin? Hadi dedim. Hani dua böyle dua mı olur ya?
Anladın mı? Tamamen isyan. Normalde çarpılmam gerekirdi. Başladım okumaya bak. Okuyorum. Daha Matta'dan başladım. O soy kavga şeyi var ya soyu anlatır. Davut'un soyundan İsa'nın soyunu anlatır. O onun babası, bu bunun dedesi.
Okuyorum kafamda böyle bir şeyler flash ediyor. Böyle şeyli örtülü adamlar tartışıyorlar.
Ben okuyorum işte onun babasıydı. Hayır onun babası değil bu bunun dedesi falan filan. Kapıyorum kitabı tekrar okuyorum flash ediyor görüntüler.
Sinirim bozuldu. Bu ne ya? Ne oluyor? Büyülü kitap gibi. Kapattım ondan sonra. Ertesi gün çocuğa gittim. Hani bana diyen yazarına. Dedim baba ben yazarına sordum dedim.
[00:11:02] Speaker A: Bir şeyler demeye çalış.
[00:11:03] Speaker B: Ne oldu dedi. Ya ilk bölümünü okudum dedim. Böyle böyle görüntüler geldi dedim. Kavga eden eski tip adamlar gördüm. Nasıl dedi. İşte böyle sakallı, başörtülü falan adamlardı.
''Aa, inanılır gibi Tanrı konuşmuş sende.'' dedi. ''Açıklamış kitabı sana.'' dedi. ''Nesini açıklayacak?'' dedi. ''Ya Meryem biliyor musun?'' dedi. ''Matteo bölümü.'' dedi. ''Ondan sonra şeylere, Yahudilere yaz.'' dedi. Çünkü onlar Mesih'i bekliyordu. Mesih'in, Davut'un soyundan olarak geleceğine inanıyorlardı. Ve dedi o Davut'un soyundan itibaren tüm İsa soyunu, kütüğünü çıkarıyor dedi. Ve Yahudilere tam şey o dedi, kanıt. Ama Yahudiler hala tartışırlar dedi. O onun bilmem nesi değil de babının babası değil de İsa Davut'tan değil diye tartışırlar dedi.
Hiç bilmediğim bir bilgi yani. Okurken bilmediğim bir şey.
[00:11:55] Speaker A: Orada yazılmıyor yani. Orada demiyor. Ben bu kişilere gönderdim ama hala tartışıyorlar demiyor. Doğru.
[00:11:59] Speaker B: Sonra arkasından kitabı evet öyle okumam gerektiğine ikna oldum. Öyle okudum İncil'i. O zaman evet ya Tanrı insanları sevdiğini söylüyor. Ve onlarla çok özel bir ilişkiye giriyor. Çok özel bir ilişkiye giriyor. Onlarla konuşuyor. Ama bir sürü yöntem var konuşmanın. Hani kutsal kitabı okurken konuşuyor. Çünkü okuduklarına aynı.
Anladıklarım farklı oluyor Tanrı'dan yardım istedikten sonra.
İsa'da diyor ya galiba dirilişten sonra anlayışını açtı diyor. Kutsal yazıları anlasınlar diye. Harbiden bir şey oluyor. Yani dediğim gibi okuduğun aynı ama anladığın farklı oluyor.
Onun için zaten o Hristiyanlar hani İncil'i bir sefer okuyup koymuyorlar kenara. Her gün okuyorlar.
Onun sayesinde Tanrı onlarla insanlarla konuşuyor.
[00:12:49] Speaker A: Doğru. Tanrı'nın bize söylediği hani biraz önce dedim ya sen konuştuğun gruba göre onların seviyesinde bazı bilgileri verebiliyorsun. Bu senin sonuçta sanatın o anlamda.
Fakat Tanrı'nın da bunu yaptığını görüyorum. Mesela ben ilk okuduğumda anladığım aynı ayetleri okuyorum. Yaratılış 1. Ben bunu anladım. Önümüzdeki yıl okuyorum. Anladım ama biraz farklılık var. Üçüncü yıl, dördüncü yıl. Her yıl okudukça ya da her seferinde böyle bir anlatım da çıkabilir mi acaba? Bu fırsatımız oluyor.
[00:13:19] Speaker B: Zaten İsa öğrencilerimi olarak yetiştirin derken bundan bahsediyordu.
Yani İsa'nın öğrencisi olmak öyle bir şey. Geliyorsun, tamam baba ben öğrencinim diyorsun. O sana öğretmeye başlıyor. O zaman işte dediğin gibi, ilk sene okuduğunda bir şey anlamıyorsun. İkinci sene bir şey, üçüncü sene farklı anlıyorsun.
[00:13:38] Speaker A: Doğru doğru. Havailere de, onlarla olan ilişkisinde de Petrus olsun.
Bunları öldürelim, bunları asalım, bunları taş yağsın başlarına falan. Sakin olun, sakin olun. Anlamamışsınız demek istediğimi. Tekrar, gelin bir kere daha anlatayım. Çok değerli. O zaman o ilk deneyiminden sonra bir şeyler görmeye başladın. Sonrası nasıl geldi okudukça?
[00:13:58] Speaker B: Sonrası nasıl geldi değil. Yani ben 81 yılında Senantuan Kilisesi'ne gittim ve orada ilk İsa ile karşılaştım. Daha önce İsa adını duymuş bile değildim.
Orada kilisede karşılaştım, kiliseye girdim. Karşımda ağaçta asılı bir adam, baçavralara sarılmış bir adam kanrevan içinde. İlk kez orada gördüm İsa'yı ve garip şekilde utanç bastı bana ama yanımdakiler sordu Melih iyi misin ne oldu dedim. Kıpkırmızı oldu yüzün dediler.
Dedim herhalde çarpıldım.
[00:14:33] Speaker A: Çarpılmadım. Olay bu.
[00:14:34] Speaker B: Şeye geldim hani kiliseye girdim. Çünkü benim sülalem Bektaşi. Müslüman Bektaşi. Yani nesi o da ayrı.
Başka bir inanç yani. Ondan sonra o inançla büyütülmüşüz. Gerçi herhangi bir aileden bir inanç eğitimi almadım.
Ya sonradan zaten araştır falan filan benim sülalemde genlerde de varmış zaten Hristiyanlık.
Arnavutuz biz çünkü Arnavutluk'tan gelmişiz. Oradayken de Rum Ortodoks'muşuz.
Sonra buraya gelince işte hani... O karmaşalığa bir değişiklik oldu. Yolda Rum Ortodoksluk'tan birden Bektaşlı'ya evrilmişiz falan filan neyse.
Ben İsa'yı gördüm, ne olduğunu anladım. İncil'i okudum, çözmeye çalıştım ama iman öyle basit bir şey değil.
Rüyamda İsa'yı gördüm, artık inanıyorum. Bu benim için geçerli değil. Var öyle insanlar da var. Bir şey oluyor ayağımda, İsa bir tokat atıyor.
Ama bana o tokat 16 yıl sürdü. 97'de beni iman ettim çünkü. 97'de iman ettim. 97'de vaftiz oldum. Ondan sonra dediğim gibi bütün inançları öğrenmek istedim. Ne yaşıyorlar, ne şey yapıyorlar. Ulaşabildiğim bütün inançlara da ulaştım. Sonra bütün inançları koydum. Muhteşem hepsi. Harbiden muhteşem hepsi mantıklı güzel işte bir tek saçma olan gerçekten saçma bir bildirisi olan tek kitap var içinde o da ince yani saçma sapan bir şey yazıyor abi yani ama içinde başka bir şey de yazıyor ve o tanrı sözü diyor ki bu saçma bildiriyle kurtaracağım sizi diyor.
O zaman gerçekten görüyorsun yani ötekiler hepsi Tanrı'yı anlatıyorlar.
Çok güzel anlatıyorlar ve anlıyorsun. Bunu da Tanrı'yı anlatıyor ama anlamıyorsun. Çünkü Tanrı'yı anlarsan dünyasal bir Tanrı oluyor. Benim yarattığım bir Tanrı oluyor. Ben Tanrı'yı anlayamamam lazım.
Çünkü yaratık yaratılanı yaratılanı çözemez.
Yaratıcısını çözemez.
Yani ben bir şey yapıyorum hani el işi bardak yapıyorum ve beni anlamasını istiyorum. Nasıl anlasın beni? Onun anladığı bütün evren bardaktan ibaret. İçime kahve kondu, içime çay koydu, içildi. Bu hayatı. Yani beni bilmiyor ki et ne bilmiyor. Çünkü o şeyden, çamurdan yapılmış.
Anladın mı? Yani benim şeyim yok onda. Onun için anlaması söz konusu değil.
O zaman evet ya dedim. Yani bunu hiç anlamıyorum. Yani İncil'i, eski ayeti, kutsal kitabı anlamıyorum eski yazıları. Yani onlardan Tanrı'yı anlamıyorum. Ama doğru olan bu.
[00:17:28] Speaker A: Doğru. Orada hemen küçük bir soru işareti. Dinleyenlerin evinde, bak burada soru gelecek. Körü körüne bir iman var o zaman. Yani diğerlerini anlıyorsun, iman etmiyorsun. Bunu anlamıyorsun, o zaman neye iman ediyorsun ve bu iman nasıl oluyor, bir inanç nasıl gelişiyor o alan o anlamda?
[00:17:44] Speaker B: Ya Tanrı'yı anlamıyorsun ama Tanrı o kadar özel bir ilişki kuruyor ki insanla ve kendini ona anlatmak istiyor. Bunun için yani Rabbin sözü beden alıp yeryüzüne geliyor. İnsan bedeninde yaşıyor ve Tanrı'yı merak edenlere de söylüyor beni tanımış olan Tanrı'yı da tanımış olur diyor. Anladın mı? İsa'yı tanıdığın zaman o zaman Tanrı'yı da yani tanımıyorsun ama anlamlandırabiliyorsun yani dünyasal olarak anlamlandırabiliyorsun öyle değil.
[00:18:13] Speaker A: Evet, evet. Bu hikaye senin anlattığın şeklin bana direkt o Musa'nın çölde insanların itaatsizliğinden dolayı bir hastalık. Yılanlar var, ısırılıyorlar. İnsanlar ölmeye başlıyor. Tedavi olarak bir bronz bir yapı, bir yılan var sopanın üstünde. Yılana bakan kurtulacaktır. Ne alaka? Can çekişiyorum, hastayım. Yılan ısırmış. Yılana bak, yeter. Gözünü oraya kaldırsan yeter.
Ne alaka? Aklıma geliyor. Herkes bakmıştır herhalde diye düşünüyorum ama anlatıma göre herkes...
Saçma sapan bir şey. Ben niye kurtulayım ki böyle bir şeyle? Benim ilaca ihtiyacım var. Ne acaba?
[00:18:50] Speaker B: Tanrı'nın düşüncesi insan düşüncesi değil. Bizim düşüncemiz beyin denilen yaratılmış bir organdaki bağlantılarla oluyor.
Ama Tanrı'nın düşüncesi...
Beyin diye bir şey tanrıda yok çünkü bizim gibi değil o başka bir şey var o başka türlü düşünüyor bizim gibi değil ve bizim onu anlamamız hani dediğim gibi anlamak istiyorsan İsa'ya bakacaksın kardeşim.
[00:19:15] Speaker A: En net en net hali.
O zaman bu bir anlamda kabul ediyoruz. Evet yani Tanrı'yı kavrayamayız. Elbette bu bizi kavradığımız an zaten biz onun üzerinde bir varlık olmaya doğru ilerliyoruz. Fakat Tanrı da kendini tanıtmak istiyor diyoruz. Bu ilişki nasıl gelişiyor? Özel bir ilişki istiyor diyoruz. İlişki demek benim eşimle olan ilişkim mesela en dünyasal örneği. Onu tanıdığımı düşünüyordum evlendiğimde.
Birinci yılında tanımadığımı fark ettim ve o kadar net. Şu an bile 14. yılındayız.
Ve şey, aa bak bunu fark etmemişim. Ya da duymuşum ama anlamamışım. 14 yıldır anlamadığım bir şey olur mu? Olur. Sen de 25. yılındasın evliliğin.
[00:19:53] Speaker B: Olmaz mı?
[00:19:53] Speaker A: Evet olmaz da.
Tanrı ile olan ilişkide nasıl görüyorsun? Bu açıklayacak olursak dünyasal sözlerde.
[00:20:00] Speaker B: Ben Tanrı ile olan ilişkimi sana anlatamam. Sen anlatabilir misin bana?
[00:20:04] Speaker A: Yani, anlayamazsan anlatsam da ben kendim anlarım.
[00:20:07] Speaker B: Hayır, onu anlatacak kavram yok zaten.
Ama ben yani yaşıyorum.
[00:20:12] Speaker A: Bir deneyimin var.
[00:20:14] Speaker B: Harbiden yani dünya gözüyle, dünya mantığıyla bakınca deli lan bu diyorsun.
Harbiden kafayı yemiş, sıyırmış bu falan diyorsun. Ama işte o çok özel. Yani o inanç ötesi olan şey. Demirden bahsettim ben bilmek için inanç değil dedim. Çok özel.
Yani şimdi ben birilerine gidiyorum ki kardeşim ben Tanrı'yla konuşuyorum. Tanrı şunu dedi, bunu dedi desem.
Sıyırmış diyecek çünkü. Hani akıl hastanesi böyle insanlarla da olur.
Tanrı'yla konuştum, Sezar'la konuştum, bununla konuştum. İnsanlarla da olur.
[00:20:46] Speaker A: Ben Sezar'ım.
O zaman senden bir cevap alacağım. O yüzden deniyorum. Aklı yollarda nasıl denirim?
[00:20:52] Speaker B: Yok ki cevabı. Neyi cevabını arıyorsun?
[00:20:55] Speaker A: Sormak istediğim şu, Tanrı özel bir ilişki istediği için seni bir davette bulunuyor, o ilişkinin derinleşmesi için. Nasıl ki benim ilişkimde bir eşimle derinleşmesi için benim ona güvenmem.
Özgür şuna ihtiyacım var dediğinde onun dediğini duyuyor muyum, güvenecek miyim? Hatta bugün bu ilişkiler konusunda bahsederken, sohbet ederken kafede.
Bir deneyimden geçtin, bir denemeden geçtin. O senin ilişkini, Tanrı'yla ilişkini biraz daha ilerletti. Neden? Çünkü güvenim... Aklım bana güvenme diyor. Yüreğim güven diyor. Kutsal kitapta anladıklarım. Mesela diyorum yani. O ikinin zıplığından değil de.
Güvendiğinde hak ediyormuş ya güvenimi.
Biliyor yani. İlişkinin bir derinleşmesi oluyor her seviyede.
[00:21:37] Speaker B: Güzel olan tarafı bir ilişki başlıyor ama karşı taraf senin her şeyini biliyor.
Her şeyini.
Hani önceni, sonranı, gelişini, gidişini, her şeyini biliyor. Sen onun hakkında hiçbir şey bilmiyorsun. Bilemeyeceksin de.
Ya ilişki aslında tek taraflı. Yani hep sen özelsin o ilişkide.
Anlatabildim mi?
Yani sen hani Tanrı'yla konuşurken, baba nasıl gidiyor? İyi misin bu aralar? Hani bir sıkıntın var mı? Var mı yapabileceğim bir şey? Söz konusu ne yapıyorsun? Tanrı'ya gidip, Tanrım şu var, bu var falan filan sürekli.
Ya bir şey istiyorsun ya bir şikayetin oluyor. Hangimiz babasına gidip de çocukken hani babacım ya sorunlarım var mı senin de diyor. Hayır böyle bir şey olmuyordu. Hep gidiyoruz baba harçlık versene, baba şuraya gideceğim bu akşam geç geleyim falan filan. Buydu hep kendimizlik oldu. Tanrı'ya da onun için baba diyoruz. Baba ilişkisine çok benziyor çünkü.
Ondan sonra yani hep ondan biz ilişkide odak noktası benim. Evet. Anlatabildim mi?
[00:22:37] Speaker A: Evet.
[00:22:37] Speaker B: Onun için tek taraflı ilişki.
[00:22:39] Speaker A: Doğru.
[00:22:39] Speaker B: Ama Tanrı da onu istiyor zaten. Çünkü biz çok Tanrı'nın yüceliği karşısında, Tanrı'nın büyüklüğü karşısında, Tanrı'nın anlayışı karşısında çok küçüğüz ya.
[00:22:49] Speaker A: Evet.
[00:22:50] Speaker B: Yani harbiden çocuk bile değil, bebeğiz yani.
[00:22:53] Speaker A: Orada ama şey güzel fırsatlar da veriyor bu ilişkiyi. Belki anlamak değil de bir deneyim, daha iyi deneyimlememiz için belki bir baba hikayesinden ilerlersek. Oğlum geleceğim o futbol maçına.
Futbol maçı başlamak üzere baba neredesin? Gelsen iyi olur yani düdük çalacak. Orada olmanı istiyorum. Böyle şey sahnelerde oluyor ya tam böyle düdük çalmadan babam...
Buradayım yani sakin. Aa babam dedi geleceğini söyledi ve geldi. O derinlik katıyor bir anda. Aa bak dediğini tuttu. Hep böyle nedense...
[00:23:22] Speaker B: Ama işte anlattığım gibi son anın tanrısı. Ben öyle diyorum onu. Son ana kadar.
Ondan bir şey istiyorsun. Sana diyor ki tabii vereceğim diyor.
Bekliyorsun, bekliyorsun. Hani verecekti? Olmadı, olmadı, olmadı, olmadı. Ama o son ana kadar bekliyor. Senin imanına bakıyor. Gerçekten güveniyor mu bana diye.
Çünkü onu vereceksen, istediysen o vereceğim dediyse verir.
Yani neyi yapmamış ki? Evrenin yaratılışından beri neyi söylemiş de yapmamış?
[00:23:54] Speaker A: Evet, evet. Çok güzel.
Elbette bu sözlere derinlikle katıyor. Yani senin alanında, bulunduğun ortamlarda...
Belki ben de Amerika'da yaşadım, okudum, çalıştım, ettim. Hristiyan olduğumu öğrenince, ya bu işlerle de uğraşılmaz ya. Yani böyle tepkiler aldım. Benim özellikle anne tarafı Alevi, baba tarafı Sunni, iki arada kalmış birey olarak.
Bir o taraf diyor ki, ne yaptın sen?
İnancımdan dolayı. Diğer tarafta ne gereği var?
İkisinin arasında böyle ne yaptın sen ne gereği var? İkisinin arasında kaldım ve o gelen tepkilere göre bazen yani sorulara biraz daha erken cevap bulmam gerekti. Senin alanında, senin bulunduğun ortamda bir sanatçı, bir birey olarak genelde sanatçıları bir inançla.
[00:24:39] Speaker B: Eşleştiremiyoruz nedense böyle hep farklı bir...
Maalesef öyle paradigmalarla yaşıyoruz. İşin kötü tarafı sanatçılar da kendini bununla eşleştiremiyor.
Anlatabildim mi? Evet. Ben sanatçıyım diyor.
Yani herhangi bir şeye inanırsam diyor hani sanatından olacağım diye korkuyor. Halbuki inancın ya da inancını bilmenin sanatına o kadar büyük katkısı var ki. Zaten sanatın tanımına bakıyorsun, sanatın çıkış noktasına bakıyorsun. Abi sanatın hepsi inançtan çıkıyor. Tiyatroya bakıyorsun. Hani hep diyorlar ya tiyatro nereden çıktı? İşte Baküs oyunlarından antik Yunan'da.
Tanrı'yı şey... Dini oyunlardan çıkıyor yani. Dini anlatmak için yapılan oyunlardan çıkıyor.
Diğer resim, resim ne abi? Yeryüzünde o yaratılmış Tanrı'nın sanatını taklit ediyorsun. Heykelde aynı şekilde. Yani hiç yaratılmamış bir şeyi yapmıyorsun ki.
Anladın mı? Yani hani... Yaratıcının yaptığı şeyin taklidini yapıyorsan...
...onun yaratıcısını tanımak, onunla ilişkide olmak çok daha iyi oluyor.
O zaman daha iyi yapıyorsun. Çünkü ona soruyorsun baba... ...hani nasıl yaptın bunu? Soruyorsun, onunla ilişkin varsa konuşuyorsun. Hani ben oynarken hamleti oynayacaksam... ...ona soruyorum baba yani... ...ya tamam hamlet efsane falan filan. Ama yani eğer hamleti yaratsaydın nasıl olurdu? Yani beni Hamlet yapsaydın mesela nasıl olurdu benden Hamlet?
[00:26:08] Speaker A: Evet.
[00:26:08] Speaker B: Anladın mı?
[00:26:09] Speaker A: Evet evet.
[00:26:10] Speaker B: Abi böyle bir destek almak gibi bir şey var mı? Yani yaratıcısından hani yazarına sormak gibi bir şey Shakespeare'e sormak ve Hamlet'i yazarken ne düşündün kardeşim demek gibi bir şey.
[00:26:21] Speaker A: Eski anlaşmada o zaman o okuduğun hikayelerde aile kavgaları var, dram var, birçok şey var. Biz sanatçı olarak orayı okuduğunda en çok dikkatini çeken ne oldu o?
Hikayelerde var mı böyle bir?
[00:26:33] Speaker B: Çok enteresan.
Geçen haftalarda Roma'ya gittim.
Bu Rönesans olsun, sanatın en cavcavlı olduğu zamanlar. Antik Yunan'dan sonra sanat cavcavlı olmaya başlamış. Çıkış noktası hep görüyorsun kiliseler.
Ama kiliseden çıkmış. Tiyatro oyunları kiliseden çıkmış. Opera kiliseden çıkmış.
Klasik müziğin bilmem nesi kiliseden çıkmış. Resimler kiliseden, heykeller kiliseden. Bütün sanat kiliseden çıkmış.
Anladın mı? Bir oradan yayılmış.
Başka konu mu yoktu diyorsun. Ama yani onlar da demek ki bir inancın getirdiği bir şeyle bir şeyi anlatmaya çalıştılar.
Ama öyle değil mi?
[00:27:19] Speaker A: Evet.
Bu aralar sanat tarihi öğrencileri aşırı bir. İlgili kiliseleri ziyaretlerde vesaire de. Çünkü dediğin gibi yani sanat tarihi okuyorum. Nereye okuyacağım? Türkiye'de sanat tarihi okuyorsun.
İkonalar yani en çok en net renkli en azından sanat olarak gördüğümüz bir heykeller vs. dışında direkt ikonalara yöneliyor insanlar ya da yurt dışına gittiklerinde Roma ve o bölgeler.
[00:27:45] Speaker B: Arnavutluğa gittim ülkeme orada Berat diye bir şehir var.
Bayağı uzun yıllar Osmanlı etkisinde kalmış bir şehir. Orada bir kale var. Aha UNESCO, UNICEF onlardan biri orayı kapatmış.
Niye kapatmış? Çünkü o kalenin içinde kırk küsur kilise bulmuşlar küçük küçük.
Her kiliseyi gönül yüzüne çıkardığında içinden binlerce şeyler çıkıyor. İkonlar, freskler çıkıyor.
Resimler çıkıyor.
Böyle kaldık oraya giderken. Sonra öğreniyoruz ki oraya çok özel bir ekip gidiyor. Bu artistler, martistler gidiyor. Ve hepsi inançlı insanlar, Hristiyan insanlar.
Çünkü yazı, okuma yazma yok o dönem.
Yani İsa'dan sonra, 40. 30. 40. yıllardan bahsediyorum. İsa Ali'nin ölümünden sonraki.
Yani 100. ilk asır.
Oraya gidiyorlar. Okuma yazma yok. Nasıl anlatacağız İncil'i? Resimli roman yapmaya başlıyorlar. Bütün ikonalar aslında resimli roman.
[00:28:47] Speaker A: Doğru.
[00:28:48] Speaker B: Yani bir Katolik kiliseye gidiyorsun. İşte haç yolu var. Her kilisede var. Hac nasıl olmuş, nasıl gitmiş, nasıl çağırmaya girilmiş diye. Aynı şekilde o büyük kiliselere gidiyorsun.
Resimlere bakıyorsun.
[00:29:02] Speaker A: Yaratılıştan başlıyor.
[00:29:04] Speaker B: Bizim şeye gidiyorsun.
Kariye Kilisesi'ne gidiyorsun. Kariye Kilisesi'nde zaten tamamı bu.
Tamamı bu yani inanılır gibi değil. Ve neler var yani. Bildiğin bilmediğin neler.
[00:29:23] Speaker A: Doğru.
Sanatçı olarak ilk Hristiyanoğlu'nda elbette ona biraz daha bakacağız ama benim ilk Hristiyanoğlu'şumda ben coğrafya ve tarihi çok severim.
İlk hatırlıyorum herkese söylerim yani İncil'in sonunu açtım harita var baktım Türkiye. Türkiye haritası. Artı benim yaşadığım Adana, Tarsus hemen dibinde bir şeyin vardı. Türkiye haritası değil mi?
[00:29:43] Speaker B: Anadolu haritası.
[00:29:44] Speaker A: Anadolu haritası.
[00:29:45] Speaker B: İçeride.
[00:29:46] Speaker A: Yani o evet yani elbette Anadolu artı. Gazanar Türkiye'yi bilmiş ki. İstanbul.
[00:29:51] Speaker B: Türkiye değilmiş, yani Bizans toprağıymış.
[00:29:53] Speaker A: Değil mi?
[00:29:54] Speaker B: Bizanslılar varmış.
[00:29:55] Speaker A: Doğru, doğru. Büyük kısmı Bizans, bir kısmı böyle küçük imparatorluklar vesaire. Özellikle Adana bayağı bir direnmiş bir dönem.
Ama yani o haritayı görmek bana büyük teşvik.
Ben yabancılaşmadım ben aslında.
[00:30:07] Speaker B: Bu haritada yüzden başımız belaya girdi, sormasın.
[00:30:10] Speaker A: Doğrudur. Doğru.
[00:30:11] Speaker B: Yani bak haritayı açıyor. Şimdi alıyorlar sal kitabı. Bakıyorlar bakıyorlar. Resim yok ki içinde. Hep yazı yazı. Sonunda harita görüyor. Bak haritayı bile bizim ülkemizi bölmüşler diyor. Ne bölmüşü senin? Kaç bin yıl önceki hali senin topraklarının?
[00:30:27] Speaker A: İnstagram sayfamızda da öyle bir harita yaptık. Yani Pavlos'un yürüdüğü yerler, nereye mektuplar yazıldığında vesaire. Güzel tepkiler ve güzel olmayan tepkiler aldık ona. Ama yani o benim için büyük teşvik olmuş.
Hem sevdiğim coğrafya ve tarihe odaklanabilirim, hem de inancımla biraz daha ilerleyebilirim. İkisini birlikte yapabilirim.
[00:30:47] Speaker B: Senin için bir sanat da...
İnancımızda bile ilk inancı adımız burada konulmuş. Hıristiyanlar'da.
[00:30:54] Speaker A: Evet, Antakya'da.
[00:30:55] Speaker B: Mesihçiler'de.
[00:30:56] Speaker A: Mesihçiler.
[00:30:57] Speaker B: Tabi hakaret olarak konulmuş ama...
[00:30:58] Speaker A: Kesinlikle.
Aynen sizin...
[00:31:00] Speaker B: Gurur duyuyorum.
[00:31:01] Speaker A: Mesih'inizi de öldürdük, sizi de öldürdünüz. Aynen.
Senin de bir Hristiyan olduktan sonra bir çoğu zaman Amerika'da bile bu bazen geçerli olabiliyor da sanat ve dine karşı böyle hemen onu böyle şey yapan dine karşı bir tutumu olan bazen bir araç olarak kullanılabiliyor. Yani resimlerde Dan Brown olsun vesaire onların şeylerinde de bile filmlerinde bile bir şey ya bildiğiniz o doğru değil böyle bir sataşma öyle görülebiliyor bilimle din olduğu gibi. Fakat tarihine baktığında bilimle din aynı onda olduğu gibi. Sanat ve...
Yani birlikteler, elediler. Senin için böyle bir etkisi oldu mu? Senin düşüncelerinin ne oldu? İlk duyduğunda ya sanatımı yapıyorum ama Hristiyanım bunun birbirine nasıl et beni? Limitleyecek mi orada? Ne olacak?
[00:31:48] Speaker B: Dedim ya hani.
Birlikte başladık yolculuğa. Yani Hristiyan yaşamda, oyunculuk yaşam birlikte başladı. Birbirine inanılmaz etkisini gördüm.
inanılmaz etkisini gördüm dediğim gibi o dua ettiğin noktalar var oyunculukta tanrıdan çok yardım aldım ondan sonra tanrıda da oyunculuktan yardım aldım çünkü oyunculukta Yani inanç gibi bir şey. Bir şeye inanıyorsun.
Yani yalan bir şeye inanıyorsun.
Ve gelenleri de inandırıyorsun. Düşünsene ben çıkıyorum oraya bak. Olmak ya da olmamak. Hamletim ben diyorum. Oradakiler de yiyor. Harbiden bravo çok güzel. Harbiden hamlet gibi diyor. Hamleti nereden biliyorsun. Yedirdim size yani. Yalan bir şey söyledim. Yalanı size yedirdim. Anladın mı? Bu inanç zaten bu.
Ama gerçeği söyleyince de hani çıkıp ben meli olarak oynasam da bir şeyi.
Yani yine aynı inanç olacak.
Anlatabildim mi derdim yani. İkisi birbirini çok destekleyen şeyler. Ayrı şeyler değil yani. Demin de dediğim gibi hani sanatta Tanrı'nın yaptığından farklı bir şey yapmıyoruz ki. Ama Tanrı değiliz tabii.
Tanrı hiç olmayan bir şeyi yaratabiliyor. Benim öyle bir şansım yok. Hiç olmayan bir şeyi ben bilmiyorum zaten. Ben olanları karıştırıyorum birbirine, bir başka model çıkartıyorum falan yani.
[00:33:15] Speaker A: 16 yıllık bir deneyimim oldu baptiz olana kadar.
[00:33:18] Speaker B: 16 yıllık kavgam oldu.
[00:33:20] Speaker A: Kavga, kavga.
Çünkü hani şey... Hangi anlamda kavga onu bir açalım.
[00:33:27] Speaker B: Thomas gibi hani.
Thomas da İsa ile yaşıyor. Her şeyi biliyor ama her şeyden kuşku ediyor. Bu ayıp bir şey değil. Günah da değil ki. Ben de günahsa günah kardeşim. İkna edemiyorum kendimi.
[00:33:43] Speaker A: Evet hakikat bu.
[00:33:44] Speaker B: Yani kutsal ruh diyor ya Allah aşkına kutsal ruh benim bildiğim kızıl derilerde var işte kutsal ruh geldiği şey falan hani ne alaka diyordum işte cinler periler diyor ya Allah aşkına çocuk masalı gibi ama onların hepsini ben hani ilişkime güvenerek Tanrı'ya getirin Tanrı ya belediyeler falan.
[00:34:04] Speaker A: Doğulur mu ya?
[00:34:05] Speaker B: Yani sence de saçma değil mi bu diyor. Kendisi ikna edince İkna oluyorsun zaten başka şansın yok ama başka bir şey yaşıyorsun çok acı oluyor.
Hani Thomas'a geliyorlar diyorlar ki İsa dirildi diyorlar. O diyor ben diyor onu görmedikçe karşımda yaralarına parmağımı sokmadıkça inanmam kardeşim diyor.
Ertesi gün İsa hani beliriyor Thomas'a karşı. Gel Thomas diyor. Yaralarıma dokun diyor. Elini uzatıyor. Thomas yaralarına dokunuyor. Hatta Rembrandt'ın meşhur şeyi vardı.
Ondan sonra yaralarına dokunuyor. Ama yaralarına dokunduğunda yani sence İsa acı çekti mi? Ah ah ah yaram acıdı demedi. Ama ona dokunan Thomas onun acılarını hissetti. Onun için dedi ki ne mutlu görmeden iman edeni.
Yani illa beni inandır, ikna et Tanrı'ya deyince bunu öyle mi diyor? İkna edeceğim seni diyor.
Ama o deneyimler çok acı oluyor.
Onun için hiç gerek yok. Yani İncid'de ne yazılmışsa tamam, okey Rabbim.
Sen iraden doğrudur diyor. Beni ikna etmeyi benim gibi yapmayın.
Ben 16 yıl o iknayı bekledim. Çok acı çektim. Haritaya çok acı çektim.
Ama ikna oldum. Başka şansım yoktu.
[00:35:27] Speaker A: Ama varsa da o samimiyetinizde olmayan bir şey, kabul ederim inşallah bir gün kabul ederim değil de Tanrı'ya getirmek aslında. Seninle öyle konuşmak.
Anlamıyorum ya. Bunu kabul edemiyorum.
[00:35:39] Speaker B: Bence yüreğini ikna et. Yüreğini ikna et. Çünkü ikna almış insanlarla biz de bugün kiliselerde ne yapıyoruz? Rabb'i yüceltiyoruz.
Bizim yüceltmemize ihtiyaç var mı Rabb'in?
[00:35:52] Speaker A: Yok, elbette yok.
[00:35:53] Speaker B: Niye biz Rabb'i yücesin deyip duruyoruz?
Niye? Rabb'e mi söylüyoruz onu? Hayır, kendimize söylüyoruz.
Kendi beynimize, kalbimize söylüyoruz. Yani meleğin beyni, meleğin kalbi, Rab yücedir gerçekten.
Yani onu sen yücelt.
O yüce zadeye ihtiyacı yok ki o.
[00:36:13] Speaker A: Mezbur yazarın dediği gibi. Rabb'i yücelt ey canım.
[00:36:16] Speaker B: Ya aynen.
[00:36:17] Speaker A: Rabb'i yücelt ey canım. Yani haketen biri var.
Bu kişi, bu kişi, bu kişi değil de Tanrı hak ediyor bu yüceltilmeyi sadece. O layıktır.
Ama ihtiyacı yok elbette. Kesinlikle.
[00:36:27] Speaker B: Yok tabii senin ihtiyacın var. Senin kalbinin iknaya ihtiyacı var. Zaten o inanç şeyi bilme seviyesine kadar hep şey yani ikna süreci geçiyor.
Kendini ikna etme süreci o.
[00:36:42] Speaker A: Doğru. Oyunculuk sırasında dediğin gibi hocam birlikte başladın. İkisi el ele ilerledin ve çok açık bir şekilde her şeyi de paylaşan birisin.
Hem bunu da yaptım, bunu da yaptım. Buna da inanıyorum, buna da inanıyorum.
Çok açık paylaşıyorsun. Çok değerli bir şey.
Tiyatro eğitiminin sırasında ve sonrasında inancın hakkında paylaştıkça nasıl tepkiler aldın? Nasıl bir ortam oldu? Çünkü çok güzel yakın ilişkilerin var. O yüzden...
[00:37:06] Speaker B: Dediğim gibi, bizim camiada sanatçı inanır mı?
Yani ben sanatıma inanıyorum deyip, sanatına inanmaya çalışan insanlar var.
Onun için...
Ne bileyim herhalde göz ağrı da ediyor insanlar.
Yani ben söyleyince de ooo bize misyonerlik yapıyorsun diyorlar. İyi tamam diyorum. O zaman yani ilk başlarda zaten kimseye hani bak İsa seni seviyor İsa'ya gel hiç böyle bir şey demedim. Ama farklı bir şey gördüm. O zaman gerçekten hani müjdecilik diyoruz ya müjdeyi anlatmak nedir? Ondan sonra müşterinin hayatı yani Tanrı ile bir ilişkiye başladıktan sonra... ...senin hayatının tamamına müjde olduğunu anlıyorsun.
Nasıl oluyor? Birisi geliyor. Ya baba diyor sende ne var? Anlamadım diyor. Ya sende ne var? Sen hani tiyatrocusun kaç yıllık bunu yapıyorsun. Ama diyor normal tiyatrocu gibi değilsin sen.
Ne diyelim yani.
Tiyatrocuyum ben de işte. Bu işten para kazanıyorum, hayatım kazanıyor. Yok abi sende bir fark var diyor. Haa. Ama bu farkı gösteren ben değilim. Ben herhangi bir şey yapmıyorum.
Ama yani Tanrı ile ilişkin varsa yani o seni değiştiriyor. Söylediğimiz gibi yani inancına göre değişiyorsun.
O değişikliği görünce de senden soruyorlar.
Ne var diye. O zaman rahatlıkla söyleyebiliyoruz. Herhalde bu garipliğim Hristiyan olduğunu düşünüyoruz. Ondan sonra merak ederse o da başlıyor bir ilişkiye.
[00:38:39] Speaker A: Hiç şeyini etkiledi mi? Yaptığın işleri etkiledi mi inancın? Yani şey anlamında negatif anlamda ya da pozitif anlamda bir etkisi oldu mu?
Hristiyan oluşunun.
[00:38:49] Speaker B: Yani hani karşı çıkanlar falan.
[00:38:51] Speaker A: Olabilir yani genel olarak.
[00:38:54] Speaker B: Ya oldu ilk başlarda.
Yaşlıyım abi yani. Çünkü ilk iman ettiğimde 80'li yıllardı 81-82. O dönem ihtilal olmuştu. Askeri yönetimler vardı falan filan. Zordu. Yani en azından bu kadar rahat değildik.
Hani her yönetimde farklı bir siyaset uygulanıyor. Hani farklı inançları.
[00:39:16] Speaker A: Doğru.
[00:39:18] Speaker B: Yani mutlaka şey olduk ama çok da girmek istemiyorum. Canımı yakan şeyleri oldu mu? Oldu. Olmuş. Çok oldu. Ama onu tanıyorsan diyorsun ki... Bak senin yüzünden ne yaşıyorum diyor. Diyor ki bunu yaşıyorsun benim yüzümden değil, şunun için diyor.
Aaa diyorsun. 10 sene sonra vay be diyorsun. İyi ki o acıyı çektim diyorsun.
[00:39:41] Speaker A: Çok garip bir cümle değil mi? Hep kullanıyoruz. Bende de oluyor. İyi ki yaşamışım. Özgür ne diyorsun sen ya?
[00:39:47] Speaker B: Gerçekten doğru. Yani düşünüyorsun olmasaydı hani o acıyı çekmeseydim şöyle olsaydı bugün buraya gelmezdim diyorsun. Bambaşka bir hal alırdı. Daha iyi mi? Yok. Daha kötü bir aile alırdı. O zaman iki olmuştu.
[00:40:04] Speaker A: Hazır o konuya da girmişken Stephen Colbert diye bir komedyen var Amerika'da. Onun bir ailesinden bahsediyor. Babasını ve bir kardeşini bir uçak kazasında kaybediyor. Ve karşısında Anderson Cooper, CNN'deki ve o da annesinin yakın zamanda kaybetmiş acıdan bahsediyorlar birlikte.
Bir komedyen ve de CNN'de çalışan arkadaş. Sohbet ederken Stephen Colbert'e şey diyor, yani yaşadığımız acılar bizi daha insan yapıyor. Şey geliyor bize, acı yaşayınca böyle sanki insanlardan uzaklaşmış, yanlış hissedersin. Sadece yok, tam tersine daha da insan oluyorsun diyor. Diğer insanların acılarına ortak olabiliyorsun.
Bu hep böyle düşündürüyor. Senin de bu dediğinde biz acı çekerken özellikle imanımızdan dolayı İsa Mesih'in acılarına ortak olma da onun bir parçası. Ona ortak oluyorsun bir sefer bu anlamda.
[00:40:54] Speaker B: Bir de acıların tadını çıkarmak diye bir şey var.
Ben ona inanıyorum. Yani yeryüzündeki acılarınızın, inanılar için söylüyorum, tadını çıkarın.
Çünkü göksel egemenlikte böyle bir şey yaşamayacak.
Olmayacak.
Yani isteyeceksiniz belki ama yok acı yok, diş gıcırtısı yok, öfke yok, ağlayış yok.
O zaman burada varken tadını çıkarmak lazım.
[00:41:20] Speaker A: Evet biraz canınız yanacak ama...
Çok güzel.
Katolik Kilisesi'nde ilk duydun.
Orada mı iman ettin? İman süreci nasıl ilerledi?
İnancını ikrar etmek.
[00:41:32] Speaker B: Orada tanıdım İsa'yı.
Sonra dediğim gibi hani birçok inançlara girdim hani Tanrı'dan İsa'dan uzaklaştım ama İsa benden hiç uzaklaşmadı. Çünkü zaten o her insanın ayrıntısız yani ne inanırsa ne inancın olsun olmasın şurada duruyor her insanın. Hani sen yeter ki kafayı çevir onu gör onun farkına var.
Farkına vardıktan sonra biliyorsun ki her an seninle birlikte.
Yani bu mantık ötesi bir şey gibi geliyor.
Öyle bir şey olur mu diye ama evet öyle.
Sürekli seninle bir şey. Onu gördünce o zaman bırakmıyor seni.
Yani sen diyorsun ya beni rahat bırak şunu da bakayım diyorsun. İyi gir diyor ben buradayım diyor. Giriyorsun orada canın yanıyor. Ya iyi ki buradasın diyorsun.
Anladın mı? Tekine gidiyorsun.
[00:42:21] Speaker A: Tek başıma olduğumu sanıyordum ama.
[00:42:24] Speaker B: Katolik Kilisesi'nde ilk, yani ilk İncil eğitimi mi denir? İlk İncil'i anlamak için oradaydım. Sonra oradan işte uzaklaştım ben Katolik Kiliseden. Bir sürü olaylar oldu. Siyasi olaylar oldu. Ayrıldım.
Sonra Protestan Kiliseler kuruldu ilk.
Yani o zaman öyle biliyorum. Yani ilk kuruldu demeyeyim. Yanlış olur. Türklerin olduğu protestan kiliseler vardı. Onlara gitmeye başladım.
Ondan sonra öyle gitti işte.
[00:42:55] Speaker A: Ondan sonra gitti.
[00:42:56] Speaker B: Ama şu an şey demiyorum yani bana soruyorlar.
Baba Hristiyansın da nesin? Hristiyan mısın? Yok yok katolik misin? Protestan mısın? Ortodoks musun? Onların kolay cevabını buldum diyorum ki. İncil'i okudun mu? Okudum diyor. İsa diyorum ne diyordu kendini? İsa ben protestanım mı diyordu? Ya da İsa ben katoliyim mi diyordu?
Ne diyorduysa İsa ne diyorsa ben de oyum diyorum. Böyle yırtıyor. Çünkü aslında öyle bir ayırım yok.
Yani tarihsel bir takım ayrımlar var. Yani işte Ortodoks Katolik Doğu Batı romanına ayrıldığında sonra işte reformda protestanların ayrılması gibi. Ama ayrılmak değil ki çünkü yani biz neye inanıyoruz? Konsülünde açıklanan iman ikrarına.
[00:43:42] Speaker A: Doğru.
[00:43:42] Speaker B: Orada ortodoks da onu inanıyor. Yani protestanın mezhepleri de bilmem neyin de hepsi ona inanıyor. Ona inanmayan varsa o tamam diyorsun o hani bu benden değil.
[00:43:55] Speaker A: Evet, o inanç akideleri o anlamda çok önemli yani onlara bakaraktan. Yani tamam seninle şu alanlarda aynı fikirde olmayabilirim ama ortak bir Rabbimiz var, bir baptizimiz var.
[00:44:06] Speaker B: İnanç aynı yani öyle değil o zaman.
[00:44:09] Speaker A: Ama en çok sevdiğimiz... Sen hızlı şarkı.
[00:44:11] Speaker B: Söylüyorsun, ben yavaş şarkı söylüyorum. Sen sofrayı şöyle yapıyorsun, ben sofrayı böyle.
[00:44:15] Speaker A: Baptiz böyle olur.
[00:44:15] Speaker B: Ne yaparsan, sofrayı yapıyor, yapıyor. E tamam abi işte.
Aynı şeyi yapıyoruz yani.
Onun için şey yapamıyorum yani her kilisede kendimi rahat hissediyorum mesela.
Hani ortodoks kilisede de protestanda da hiçbir şey beni rahatsız etmiyor.
Çünkü hani kiliseye gittiğinde kilisedeki insanlar için gitmiyorsun ki kiliseye.
Doğru. Tanrı için gidiyorsun. Hep birlikte Tanrı'yı yüceltmek, hep birlikte Tanrı'yı yüceltirken kendi içine söylemek. Bak o da yüceltiyor, onu kalbi de yüceltiyor. Kalbim, sen de ikna ol diyorsun. Bir de göksel egemenliğin Rabb'i yüceltirken küçük bir örneğini yaşıyorsun burada. Anladın mı? O zaman kilisenin ne önemi var, binanın ne önemi var?
[00:45:01] Speaker A: Asıl o, Tanrı'yla olan o ilişki.
[00:45:05] Speaker B: O zaman o sana bir de özgürlük veriyor yani.
[00:45:08] Speaker A: Doğru, doğru.
Çünkü ister istemez insanlar olarak devamlı şeyiz. Hangi gruptasın patron? Yani eminim sanatçılar arasında da farklı düşünenler vardır. İnanç için söylemiyorum, şey için söylüyorum. Sanata bakış açısı onun.
[00:45:22] Speaker B: Kesinlikle.
[00:45:23] Speaker A: Sen böyle mi düşünüyorsun, böyle mi düşünüyorsun?
[00:45:25] Speaker B: Tamam sen oraya geç, sen oraya geç. Sen hangi teknikle oyunculuk öğrendin, anladın mı? Senin hocan kimdi?
Var tabii canım.
İkimiz oyunculuk yapıyoruz.
[00:45:37] Speaker A: Ama şey...
İnsanlar da bunu ilk sordukları sorulardan bir tanesi bu. Hangisisin? Burada mısın burada? Neden oradasın?
[00:45:45] Speaker B: Ortak nokta yerinde...
Bir gruba aidiyet ait olma hissi.
Duygusu.
[00:45:52] Speaker A: Daha fazla güvende mi hissediyoruz bilmiyorum en azından kendimizi öyle ikna ediyoruz.
[00:45:55] Speaker B: Ne güvende hissedeceksin kaç kişiyiz güvende hissedeceksin yani.
[00:45:59] Speaker A: Şey anlamında bir şeye inanıyorum bu da benimle aynı şeye inanıyor. Hadi bir dayanalım onlar kötü biz iyiyiz.
Öyle bir şey başlayabiliyor bazen.
[00:46:09] Speaker B: Başlamazsa daha iyi olurdu.
[00:46:10] Speaker A: Keşke, keşke elbette.
[00:46:12] Speaker B: Ama yani şeye gelince, neye inanıyorsun deyince hepsi İznik Konsülü'ndeki iman ikrarını söylüyor.
[00:46:19] Speaker A: Orada bir paydaşlığımız var kesinlikle.
[00:46:21] Speaker B: O zaman yeter. Papa da aynı şeyi söylüyor. İşte Bartolomeos da ne bileyim ben Protestanlar da hepsi. O ne fark var o zaman? Doğru.
[00:46:31] Speaker A: Bu yıl zaten özel bir yıl.
Hazır böyle İznik'ten bahsediyoruz devamlı.
[00:46:35] Speaker B: Bak yol diyorsun öyle güzel, öyle hoşuma gidiyor. Mesela ilk Hristiyanlar bir sürü Hristiyanız demediler ki. Ne dediler biliyor musun? Biz yolcuyuz dediler. İsa'nın yolunu takip ediyoruz ve birbirlerine ne diye hitap ediyorlardı biliyor musun?
[00:46:51] Speaker A: Biraz konuştuk.
[00:46:52] Speaker B: Yoldaş diye hitap ediyorlar. Çok güzel bir kelime.
[00:46:57] Speaker A: Komünistler bizden çalmıyor.
[00:47:00] Speaker B: Bizden çalmamış canım.
[00:47:01] Speaker A: Şaka yapıyorum.
[00:47:02] Speaker B: Mark Segel onu açıya çıkarmış.
İsa bunu yönetim şekli olarak getirmemiş, kominyonu yönetim şekli yapın dememiş. Onları almış, yönetim şekli yapmış. Güzel bir yönetim şekli ama Tanrı'yı çıkarınca yürümüyor. Bugüne kadar da yürüdüğünü görmedik.
Tanrı'yı çıkarırsan olmaz.
[00:47:24] Speaker A: Merak ettiğim konulardan bir tanesi şu an Hangi kilisedesin? Neredesin? Nerede ibadet ediyorsun?
[00:47:36] Speaker B: Şu an Pera Diriliş Kilisesi'ne gidiyorum.
[00:47:41] Speaker A: Hangi mezhep? Yok şaka yapıyorum.
[00:47:43] Speaker B: Mezhep deyince işte takılıyorum. Kilise de takılıyor. Çünkü bizim kilise...
Yani ben oraya gitmeye başladığımda... Aslında benim ilk kilisemdi orası.
Yani ilk Türk protestan kilisesiydi.
[00:47:57] Speaker A: O aynı binada?
[00:47:58] Speaker B: Aynı binada ve binamızda ilk Ermeni, Türkiye'de yapılan ilk Ermeni protestan kilisesi binası. 1800 bilmem kaç tarihli.
Yani tarihi bir binadayız.
İşte pazar sabahları Ermeni cemaati geliyor. Ermeni protestan cemaati geliyor. Ondan sonra da biz gidiyoruz.
[00:48:18] Speaker A: Çok güzel.
[00:48:19] Speaker B: Bu ikinci hani ayrıldım ondan sonra Anadolu yakasına geçme orada kiliselere devam ettim.
Sonra tekrar geçişimde dur İngilizler ne diyorduk biz? Anglikan.
Anglikan kiliseydi.
[00:48:32] Speaker A: Evet.
[00:48:32] Speaker B: Ondan sonra yani birlikte yola çıktığımız yoldaş biri vardı.
Şey papazı olarak ondan sonra bırakınca Türk'tü o çünkü bıraktı o.
Yerine kimseyi koyamadılar. İngiltere'den gelmedi. O zaman biz ne yapacağız dedik. Sonra ayrıldık oradan ama...
[00:48:51] Speaker A: Ama zorunda da kaldınız yani.
[00:48:54] Speaker B: Yok papazımız yok çünkü. O zaman dedik ki biz kendi aramızdan seçelim, bir grup seçelim. Ondan sonra önderlikse o yapsın. Sistem gayet iyi gidiyor.
[00:49:04] Speaker A: Çok güzel.
[00:49:05] Speaker B: Çok uzun süre sonra ilk kez çok memnunum kiliseye.
Bir de kilise yer değil ki. Hani hep böyle kiliseyi böyle çok mutlu, huzurlu yer falan zannederler. Çünkü kiliseye girince herkesin yüzünde bir şey vardır.
[00:49:19] Speaker A: Evet, evet. Aa hoş geldin. Aa hoş geldin. Meleğim, meleğim.
[00:49:21] Speaker B: Aa falan filan.
Kilise öyle bir yer değil. Yani kilise insanın olduğu bir yer. İnsanın olduğu yerde de hırs da var, nefret de var, kötü de var. Bunlardan temizlenmek için kiliseye gidiyoruz zaten.
[00:49:34] Speaker A: Doğru, doğru, doğru.
[00:49:35] Speaker B: Anladın mı? Yani o zaman var yani.
[00:49:37] Speaker A: Evet.
[00:49:38] Speaker B: Mükemmel kilise.
[00:49:39] Speaker A: Evet.
[00:49:39] Speaker B: Bence.
[00:49:41] Speaker A: Şey böyle bir söz var yani eğer mükemmel bir kilise varsa aman gitme.
Sen gidersen bir insan girdiği an orada o mükemmelliğini yitirir.
[00:49:50] Speaker B: Mükemmel kilise bence olur. Tek papazlı.
Kemaat yok. Kimse yok ama. Tek papaz. O bak huzur kilisesi.
[00:50:01] Speaker A: Çalışırken de İngilizce eğitimleri verirken şeyler, HR'lar, insan kaynakları hep şeylerdi yani. En zor iş bizde hep insanlarla uğraşıyoruz.
Bu anlamda da bir papaz ya da bir pastor benzer sözleri duyuyor onlardan. Kolay bir şey değil ama insanların bir araya gelmeye ihtiyacı var. Yani senin dediğin gibi ben de bir ilişkim var Tanrı'yla. Bu ilişkiyi sözel olarak anlatamazsam da aynı şeyi, benzer bir şeyi yaşamış biriyle omuz omuza verip Rabb'i yüceltmek, birbirimizi o anlamda ikna etmek çok değerli.
[00:50:32] Speaker B: Yoldaşız.
Hani yol...
Yol var, yolda gidiyoruz. Ama yol sohbet edince birlikte el ele kol kolağımız olsun gibi çok güzel oluyor.
[00:50:42] Speaker A: Doğru, doğru, doğru. O paylaşlık çok önemli.
Bitireceğim şimdi birazdan da.
Çok konuştuk ya değil mi?
[00:50:50] Speaker B: Çok çenemiz düştü.
[00:50:52] Speaker A: Yok daha yok çok şey var da bence bu şeyi tam bir tamamladık şimdi bugüne kadar getirdik bitirelim.
[00:50:58] Speaker B: Oyuncu Melekener Hristiyanım dedi.
Vurun kahpeye.
[00:51:04] Speaker A: Kapanış için nasıl bir şekilde bitirebiliriz? Şu an yaptığın bir şey var mı?
Paylaşmak istediğin? Oyunculuk ya da bir program. Onlardan bir kısaca bahsederek...
[00:51:15] Speaker B: Son 12-13 senedir zaten şeyde çalışıyordum. Satiye'de Türkiye'nin ilk Hristiyan, ilk ve tek Hristiyan...
[00:51:23] Speaker A: Oradan ben soruyu sorayım mı? Öyle girelim.
[00:51:25] Speaker B: Tamam.
[00:51:25] Speaker A: Hadi. Şimdi onu nasıl soracağım? Evet yani çok güzel deneyimlerimiz var kilisede. Burayı kesecek zaten de. Kilisede ve bu paydaşlık çok önemli. Hocam bir de son Yapamayacağım ya. Aklım gitti o senin.
[00:51:39] Speaker B: Ben direkt söyleyeyim sana. Direkt anladım.
Özgür'cüğüm sen şimdi bana direkt şeyi soracaksın, Sat Yedi Türk nasıl oldu, ne diyeceksin. Sat Yedi Türk benim hayatımın son 13 senesi.
Zaten oraya geldik, bütün hayatını inceledik çocukluktan itibaren. Son 3 senesi Sat Yedi Türk, Türkiye'deki ilk ve tek şu an Hristiyan içerikli, Hristiyan ahlakını, Hristiyan kültürünü anlatan, uydu kanalımız, TürkSat'tan yayın yapan Şimdi ne durumda bilmiyorum ama. Yani 6-7 aydır ayrıyım çünkü.
Emekliliğimi istedim 13 yıl sonra orada. 13 yıl onu yaparken çok fazla oyunculukla ilgilenemedim. Yani dizi yapamadım, sinema yapamadım. Teklifler geldi, reddetmek zorunda kaldım. Ve reddede reddede artık bana teklif gelmemeli.
Hep soruyorlar çünkü. Maskeli ve işlerin yenisi olacak mı, şu olacak mı falan filan. Olmayacak hiçbiri. Yani bizde olmayacak en azından. Şimdi...
Emekli oyunculuk yapıyorum.
[00:52:45] Speaker A: Çok güzel.
[00:52:46] Speaker B: Ali Poyrazoğlu'yla tiyatroda beraberiz. Onunla Tamamla Bizi Ey Aşk diye bir oyunumuz var. Yedi senedir oynuyoruz onu.
Arada başka oyunlar da oynuyoruz ama olsa abi çok keyifli bir oyun çünkü. Bak Antalya'ya geliriz büyük ihtimalle.
[00:53:00] Speaker A: Çok güzel olur.
[00:53:01] Speaker B: Geldik Antalya'ya dört beş sefer geldik ama bir daha geldiğimizde seni çağırırım.
[00:53:05] Speaker A: Tamam çok güzel olur. Ben gelmek isterim.
[00:53:07] Speaker B: Onunla oyunu oynuyoruz. Müjdat Kesen Sanat Merkezi'nde hem konservatuarda hem kurslarda hocalık yapıyorum. Artık eğitim veriyorum.
Deneyimlerimi orada çocuklarla paylaşıyorum. Piştim değil de yani çünkü ben de onlardan öğreniyorum. Oyunculuk harbiden Hristiyanlık gibi. Öğren öğren bitmiyor. Gerçekten yani tam ancak öğrendim diyorsun. Bir şey çıkıyor hiçbir şey bilmiyormuşum ya diyorsun. Devam ediyorsun.
Bu şeyde de okulda da öyle oluyor. Yani öğrenci geliyor.
Öğrenci daha yeni başlıyor. Daha 19-20 yaşında çocuklar. Ondan sonra bir şey söylüyor. Aha 45 yıldır hiç düşünmemişim. Doğru çocuğum diyorum. Ondan öğreniyorum. O çok keyifli bir şey. Hep birlikte öğreniyoruz.
[00:53:56] Speaker A: Çok güzel.
[00:53:57] Speaker B: Orası var. Tiyatro var. İşte böyle şeyler yapıyorum.
[00:54:01] Speaker A: Biz çok mutlu olduk senin bu kadar zaman ayırıyor olman bize, seninle sohbet ediyor olmak, bu hikayeleri senden direkt ağzından duymak. Elbette videoları var hocam ama bir yüz yüze çok farklı oluyor. Çok teşekkürler. Zaman ayırdın bizlere.
[00:54:15] Speaker B: Kitap da yazdım bu arada. İki tane kitabım var. Birisi Başka Dünyanın Nimetleri diye.
Niye Başka Dünyanın Nimetleri? Bans ettim ya Andrejit diye.
İlk okuduğum kitap, başucu kitabım Dünya Nimetleri. O kadar takmıştım ki o kitabı.
Çünkü dünya nimetlerini anlatan, öven bir kitap. Ben de başka dünya nimetleri diye... ...başka bir dünyanın nimetlerini anlatan, minik minik öykülerden bir kitap yazdım. Arkasından Yarasa'nın Günlüğü diye bir şey yazdık.
O da tuhaf. Çarşaf Dergisi'nde hanım karikatüristti. Ona şey veriyordum ben, böyle gizem hikayeleri konusu veriyordum. Abim de çiziyordu.
Ondan sonra... Çizilmişleri var, yayınlandı zaten yıllar önce Çarşaf'ta.
Onlara bir de hikayelerini yazdım, gerçeğini. Hani bir hikayeyi okuyorsun, arkasından da komedi karikatürlerini okuyorsun. O da enteresan bir kitap oldu. Üçüncü kitabı yazdım.
[00:55:13] Speaker A: Oo, güzel.
[00:55:14] Speaker B: Geçen sene bir oyun yazdım ben.
Geçen sene, pandemi zamanında yazdım, Yalancı diye.
Oyunadım onu.
İnsanlar gelip seyrettiler. Seyreden herkes şey diyordu, hocam... Bu oyunu bizim 10 kere daha seyretmemiz lazım ki. Çünkü kaçıyor arada.
Ya da bunun kitabını yaz dediler. Aa iyi fikir değil mi? Kitabını da yazdım oyunu.
[00:55:38] Speaker A: Çok güzel. Ne zaman çıkacak?
[00:55:39] Speaker B: Bilmiyorum ki. Yayın evi arıyorum. Bir yayın evi bulursam inşallah onu da bastıracağım.
[00:55:45] Speaker A: Aa çok güzel. Baya bir şeyle... Hocam emekli olmuşsun ama emeklilik baya dolu dolu geçiyor. Çok güzel.
Bunları paylaşmaya açık olman bizim için çok değerli.
[00:55:55] Speaker B: Rica ederim.
[00:55:56] Speaker A: Çok teşekkürler. Ayağına sağlık buralara kadar geldin.
[00:55:59] Speaker B: Teşekkür ederim. Çok keyifli Antalya'da olmak.
[00:56:03] Speaker A: Bizim için de çok keyifli sen gelince. Arkadaşlar çok teşekkürler.
[00:56:06] Speaker B: Antalya'nın dağları. Antalya'nın dağları.
[00:56:11] Speaker A: Unutmayacağım. Dağlar bir yanda denizi diğer tarafta.
[00:56:14] Speaker B: Dağlar dağlar.
[00:56:15] Speaker A: Çok güzel. Neden bahsettiğini çok yakında göreceksiniz ama o videoları izleyince eminim sizler de anlayacaksınız o dağların ayaklarımıza olan etkisini.
[00:56:27] Speaker B: Ayaklarımıza mı dedin?
Ayaklarımıza mı?
[00:56:34] Speaker A: Senin acını görünce hocam ben de hissettim.
[00:56:38] Speaker B: Sağ ol.
[00:56:48] Speaker A: Çok teşekkürler izlediğiniz için, eşlik ettiğiniz için. Sorularınız, önerileriniz varsa lütfen sorun. Aynı zamanda Melih Hocam'ın kanallarını da altta bahsedeceğiz, açıklayacağız. Onu takip etmeyi unutmayın. Yavaş yavaş video yapmaya başladı. O da destek olursanız bize çok sevinirsin. Kendinize iyi bakın, esen kalın.